Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Çocuklar, Gençler, Filmler Tıbbî, İlmî ve İçtimaî eserleriyle tanınan değerli sayla­vımız Dr. Osman Şevki Uludağ, yeni bir eser daha verdi: (Çocuklar, Gençler, Filmler...) Dikkatle okunduğu ve üzerinde ciddiyetle durulduğu takdirde Türk çocuklarının-hele son yıllarda pek âvâreleşen Türk çocuklarının - ruh, ahlâk ve karakterleri üzerinde bü­yük ve hayırlı etkiler yapacağından asla kuşku olmayan bu uzun tetkik ve tahlil mahsulü, orijinal kitap gayet nefis ve itinalı bir şekilde basılmış ve yayımlanmıştır. Yerli, yabancı bir çok kitap ve mecmualara başvurula­rak hazırlanan ve tipik karikatürlerle mânâlandırılan bu gü­zel eserde aşağıdaki konuların büyük bir titizlikle işlendiği­ni görüyoruz: Sinemanın hayatımızdaki rolü - Çocuklar ve gençler niçin her filmi görmemelidir? - Sinema, fi­lm, karanlık - Filmlerin sansürü - Gençlere gös­terilecek filmler - Çocuklar ve gençler hangi fi­lmleri severler? - Filimlerin çocuk ahlâkına tesiri, çocuk cürümleri - Küçük çocuklara filim yasağı - Gençler için filim yasağı - Tehlikeyi görenler - Bir cevap... Sayın müellif, bu kitabı niçin yazdığını, gayet açık ve samimî bir dille, bize şöyle anlatıyor : “Çünkü radyo ve filim, insanların eğlenmelerine ve dinlenmelerine hizmet etmekten ziyade propagan­da ve telkin vâsıtası olmuşlardır. Hele filim bir ti­caret ve kazanç işi olduğu gibi, ruhî ve sosyal ah­lâk üzerinde yıpratıcı ve aşındırıcı etkiler yapmak­ta çok ileri gitmiştir. Egemen milletler, filimlerin zararlarını önlemek için, tedbirler almıya mecbur oldular. Sinema ve filim gittikçe bayağılaşmakta­dır, tehlike olmak yolunda hızla ilerlemektedir. Ce­miyet düşmanları, bundan şeytanca faydalanıyorlar. O, artık dinlenme ve eğlenme vâsıtası olmaktan çıkmıştır. Salonların karanlığı içinde beyaz perde­den sızan aydınlık, temizliğini kaybetmiştir. Nezih bir ışık İstiyoruz. „ Milliyetçi doktorun bu satırlarını okuyunca, ona yerden göğe kadar hak vermemek ve öz duygularımıza tercüman olduğu için kendisini samimiyetle alkışlamamak elden gel­miyor. Filhakika sırf para kazanmak endişesiyle yurdumuza so­kulan, bayağı aşk sahneleri ve gangıster mâceralariyle do­lu, kötü filmlerin Türk İçtimaî bünyesinde yaptığı tahribat meydandadır. Hele bâzı zayıf irâdeli gençlerimizin bu ber­bat filimleri seyrede ede gül gibi ahlâklarının nasıl bozuldu­ğunu ve beyaz perdede gördükleri bir takım düşük ruhlu sözüm ona artistleri nasıl maymunca taklit ettiklerini, bu mâ­nâsız ve tehlikeli iptilâ yüzünden nasıl dejenere bir hâle gel­diklerini ise - bağrımız kanayarak - görüp durmaktayız. Bâzı aydınlarımız bu millî derdimiz üzerinde lâyık oldu­ğu ehemmiyetle durmuşlar ve fâciayı gözlerimizin önüne sermişlerdir. Biz, Osman Şevki Uludağ üstâdımızın eserine aldığı bu dikkate şâyan yazılardan, gelişi güzel bâzı örnek­ler vermekle iktifa edeceğiz. Ünlü akıl doktorumuz Prof. Mazhar Osman Uzman, mü­ellife yazdığı bir mektubunda, bakınız neler söylüyor: “Gençlerin uzun perçemleri, üstleri kesik bıyık­ları, bobstil pantalonları ve yürüyüşleri; gençlerin çeşit çeşit huysuzlukları ve kadınlarımızın elbise hususundaki nâmütenâhiye giden israfları, yürüyüş­leri, söyleyişleri hep bu dersin hediyesi değil midir? Anti sosyal bir takım adamlar vardır ki, cemiyetin huzuru onları tâzip eder ve cemiyete iblis ru­hunu aşılamak isterler. Sinemadan iyi şırınga âleti olur mu?..„ (Sayfa 80 - 81) Ayni mütaleayı Hilmi A. Malikte şöyle ifade ediyor: “Amerikada yapılan ruhî tecrübelerde 12-15 yaşında Greta Garbo, Lil yan Harvey vesaire yıldız­lar gibi giyinmek, yürümek, oturmak, kalkmak, ko­nuşmak isteyen ve yapan yüzlerce kız varmış. On­ların sinema perdesi üzerinde gördüklerini arkadaşlarına ve sevdiklerine tatbik ettikleri söyleniyor. Genç erkekler içinde Ramon Novarro, Jllbert, Şaney ve Şövalye’ye benzemek isteyen çokmuş.»(Say­fa 81-82) Bu satırların peşinden de müellif şu cümleyi ilâve edi­yor: “Ben de bir vakitler Moris Şovalyeye memleke­timizden dahi mektuplar gönderildiğini gazeteleri­mizden okuduğumu hatırlıyorum.,, (Sayfa 82) Kitabın 100 üncü sayfasına alınan Kemâl Z. Gençosman’ın şu satırları, bozuk filmlerin zararlarını ne güzel be­lirtiyor: Çocukların ruhiyatı üzerinde sinemanın işle­diği cinayeti bir kere daha tasvire lüzum var mı? Beyaz perde üzerinde oynatılan filimlerden çoğu çocuk terbiyesi için ana babanın ve öğretmenin hissiyatı ve gayreti ile alay eder gibi sapıtıcı şey­lerdir. Holivut batakhanesinden gelen cıvık sevdâ mo­delleri, çocukların dillerinde dolaşıyor. On vilâyeti­mizin adını doğru dürüst söylemeyi beceremeyenler, batakhane yıldızlarının sülâlesini ezberden oku­yabiliyorlar . Yol kesen, kasa soyan, adam öl­düren haydutlar, kahramanlık Örneği olarak dimağ­larda yer tutuyor.,,Simdi bir de Neş’et Halil Beyin şu ibret verici satırları­nı okuyalım: “Bu, bir açık şikâyettir. Böyle filim yapılmaz. Bir cemiyet için bu kadar bir hayâsızlık, bu kadar açık bir tehlike, bu kadar başıboş salıverilmez. Bilmiyorum, filmleri yapabildikten sonra kim, nerede, nasıl ve ni­çin kontrol eder? Fakat ister kontrol edilmiş, ister edilmemiş olsun, ben aile sahiplerine, erkek-kız yetişmiş evlât sahibi olan ana babalara tavsiye ederim: Evlât­larını bu filme (Söz Bir, Allah Bir) e göndermesinler. Sıkılırlar, utanırlar, iğrenirler, ıztırap çekerler. Filim, evlilik aleyhine uydurulmuş, fakat züppece, kaba, baya­ğıca uydurulmuş bir tezdir. Kadının filimdeki başlıca vasfı, iffetsizliğidir. Fotoğrafiler hayâsızca denecek ka­dar, açıktır. Birçok sahneler mevzu ile hiç alâkadar olmıyan, sırf rağbeti kazansın diye filme alınmıştır. Filimde fuhuş ve iffetsizlik, üç yaşında iki çocuğu ku­cak kucağa oynatacak kadar, genişletilmiştir. Ben, çok açık filim gördüm» Fakat, açıklığı bu kadar bayağılaştırana şimdiye kadar tesadüf etmedim, ipek Filim, Dârül bedâyi tahkir edemez, cemiyetimizi lekeleyemez. Memleketin binbir dâvasını birkaç banknot karşılığı ile satamaz. Yazıya devam edemeyeceğim. Esasen bu bir yazı değil, alâkadar makamların nazarı dikkatini celbetmek isteyen açık bir şikâyettir. İmzamı, onun için koyuyorum.,, [Sayfa 101 - 102] Kitabına yerli ve yabancı tanınmış yazarların yazıların­dan böyle daha birçok parçalar koyan değerli müellif, bu konu üzerinde (Çığır) mecmuasında çıkan enterasan bir yazıyı herhalde görmemiş olacaklar. Biz, cemiyete zararlı ol­mak hususunda yabancı filimlerle âdetâ yarış eden yerli filmlerimizden çoğunun taşıdığı menfi ruh ve karalkteri bü­tün açıklık ve acılığı ile belirten, bu pek önemli yazının da bir bölümünü sevgili okuyucularımıza sunmayı bir ödev sa­yıyoruz: “...Şimdi, sıra filime gelmiş gözüküyor. Gözümüzü, ruhumuzu terbiye edecek olan filim, Osmanlı tarihi­ni alaya almakla işe başladı. Bir milletin, gerek mâzi, ge­rekse hâlindeki hayatının tenkidi suretiyle ibret dersi verilmek istenebilir. Fakat, burada vaziyet başkadır. Tipik misal olmak üzere (Aynaroz Kadısı) ve (Kıvırcık Paşa) filmlerini zikredebiliriz. Bu filimlerden birincisin­de, Türk cemiyetinin rüşvetçiliği, sûiistismalciliği, vic­dansızlığı, sahtekârlığı ve nâmussuzluğu, hicvinden fayda ve ibret den beklenmeyecek derecede âdicesine temsil ediliyor. (Kıvırcık Paşa) kordelâsında ise, bir Osmanlı Paşasına, soyunup, en âdi, en iğrenç şekilde göbek attırılıyor. Aileyle birlikte gidildiğinde insanı utancından yere geçirecek derecede müstehçen olan bu göbek atış, Türk ordusu olan Osmanlı ordusunun üniforması ve ay yıldızlı arması altında, bir Türk Pa­şasına yaptırılıyor! Ve bu sahne, ay yıldızlarla süslen­miş pencereli ve perdeli bir odada cereyan ediyor.. Küstahlığın ve hiyânetin bu derecesini akıl kabul etmiyor! Bu filimin oynanmasına müsaade edenler, bilmi­yoruz, hangi âmile mağlup oldu? Gözümüzün önünde Türklüğe hakaret ediliyor, mâzimizle, tarihimizle alay ediliyor. Halbuki Tarihimizin binbir yücelikleri el sü­rülmeden duruyor! Kubilâyı, Kılıç Arslanı hep Ameri­kan filimleri tebcil ederken mâzimizde dâima kötülük, gülünçlük, alçaklık gören ve ancak bu şekilde tarihî filimler çevirttiren zihniyetin mânâsı nedir, maksadı ne­dir? Türk kahramanlığını canlandırmak dururken, Türk­lüğe iğrençlik isnat edip hayalhânelerindeki sahneleri canlandıranlar hesap vermeyecekler mi?.„ Türk millî şuuru uyanık bulundukça, açık saçık hikâye, roman, piyes, broşür, resim, karikatür, şiir, filim vesaire ile gençlerimizi zehirlemek; İçtimaî bünyemizi çürütmek, güzel millî ahlâk ve âdetlerimizi körletırek istiyen bu Türklük ve Türkçülük düşmanı köle döküntülerinin, çok geçmeden sor­guya çekilecekleri şüphesizdir. Biz bu hayırlı ve tarihî günün çabuk gelmesini beklerken, birçok aile buhranlarının doğma­sına, mânevî sefâlet ve sefahetlere yol açan, gerçek Türkçü arkadaşımız ATSIZ’ın dediği gibi (Şu Caz denilen Zenci musikisi, balo' denilen Avrupa rezâleti, bar denilen Amerikan kepâzeliğinin) de bir an önce cemiyet hayatı­mızdan kalkmasını can ve yürekten dileriz. * * * Dr. Osman Şevki Uludağ’ın üzerinde ehemmiyetle dur­duğu karakteristik bir tip de (Bobstil) lerdir. Yurdumuza kolayca girmek fırsatını bulan kötü filimlerin hediyesi olan bu tuhaf, maskara, ahlâksız, hülasa ve dejenere mahlûklar için, doktor şunları yazıyor: «Bobstil nedir? Bunların yalnız kısa pantalonları, vücutlarına bol gelen uzun ceketleri, çok kalın iskarpinleri mi kabahattir? Bu kadarla kalsaydı, ehemmiyet verilmezdi. Uzun perçem, üstleri kesik bıyık... Bunları da kıyafetlerine uygun bularak gülüp geçirdik. Fakat, Bobstilleri kendi aralarında görebilmek fırsatını bulabi­lenler, meselenin böyle kılığa ve çehreye ait olmakla kalmadığını, hattâ boyunlarını uzatıp, göğüslerini içeri çekerek yürümelerine ördek taklidi verdiklerini de önemli saymayacaklardır. Onların durumlarını bir de ben yazayım: Birkaç yıl önce Bobstilleri kendi arala­rında görmek merakına kapıldım. İçtimaî yaralan Hece­lemekle uğraşan bir arkadaşımın yardımı ile onların (Fuaye) lerini, yahut kendi tâbirlerince (Lokal) lerini buldum. Güzel bir yaz günüydü. Ortalık, güneşin sıh­hat verici parlaklığı içinde olduğu halde, girdiğim yer pencereleri sımsıkı kapalı dar bir salondu. Birkaç elek­trik ampulü orasını yarı loş denecek derecede aydınla­tıyordu. Küçük masalar ve her masanın iki sandelyesi ve bu sandalyelerde oturan erkek ve dişi Bobstiller... Gözleri, ışığı sevmeyen baykuşlara benziyordu. Yaşları askerlik çağına gelmek için daha dört beş yıl isteyen erkekler ve onlar gibi, yahut daha küçük genç kızlar.. Eller ve dudaklar biribiriyle meşgul ve temasta... Du­daklar ağızlarda, omuzlarda, göğüslerde... Rakı, onlar­ca, kaba ve bayağı içkidir. Güzel, amma, viski, vermut, konyak ve votka kadehleri ile dudaklar ıslanmakta ve ıslanan dudaklar mezeleri vücutlardan almaktaydı. Kız veya erkek isterse (Pardon) diyerek birbirinden ayrı­lıyor, başka bir eş buluyordu. Ayrılanlar, tabiî halleri­ni muhafaza ediyorlardı. Kıskançlığın, toplu yaşamaya engel olan geri fikirlilik olduğuna örnek gösteriyorlar­dı; ve ayrılânların bakışlarında olsun kıskançlık eseri görülmüyordu. Salonda muhtelif milletlere mensup gençler vardı. Ahmet Hayganuş ile, Sotiri Ester ile, Karabet Marika ile canciğer idi. Ne milliyet farkı, ne eşin ayrılarak başkasına gitmesi, yüzlerde bir kırgınlık eseri hâsıl etmiyordu. Konuştukları dil karmakarışıktı. Temiz Türkçe, onların lisanında garip bir edâ ile söy­leniyordu. Ben bunlara (Asrın Kelbî Masonları) adını verdim, istenirse ve daha İlmî bir ad verilmek düşü­nülürse onlara Kelbiyun mezhebinin (Cynisme) müritle­ri demek de mümkündür. İşte, sinemanın yetiştirdiği Bobstil... Bunlar, memleket ve millet için kaybolmuş ele­manlardır. Cumhuriyet hükümeti bu kepazelik sahnesi­ni kapattı. Bununla beraber onlar erkekli dişili olarak sokaklarda dolaşıyorlar. Belki de gizli bir [Lokal] leri vardır. Bu gençlerin günlerini böyle berbat muhitlerde geçirmeleri, o hayat için para bulabilmeleri düşünülür­se aralarında yalancılığın ve hırsızlığın da mübah olduğuna hükmolunabilir. Fena filmlerin ve sinema sa­lonlarında görülen fena hayallerin gençler üzerinde yaptığı ahlâk etkisi için bu örnek kâfidir.» Doğrusu Osman Şevki Uludağ (Çocuklar, Gençler, Fi­limler) adlı kitabı yazmakla, Türklüğe büyük hizmetlerde bulunmuştur. Kendisini en temiz duygularımızla kutlularken, millî hütüphanemiz için büyük bir kazanç olan bu terbiyevî eseri çocuklarını seven bütün ana ve babalara, çocuk terbi­yesi ve gençlik dâvâsı ile ilgili zevata ve bilhassa yeni Türk neslinin ruhunu milliyet ve Türkçülük ateşiyle tutuşturmak Ve onları her türlü fena cereyanlardan korumakla mükellef bulunan idealist öğretmen arkadaşlara salık vermeyi, millî bir borç sayarız. (Çocuklar, Gençler, Filimler) büyük bir zevk, alâka ve heyecanla okunmaya lâyık, pek değerli bir ki­taptır. Son söz: Açıkça ve korkusuzca itiraf edelim ki, bizde fiimler ne sansür ediliyor, ne de kontrol... Edilseydi memle­ketimizde böyle iğrenç ve tehlikeli filmler gösterilmez, sine­maların kapılarındaki (On iki yaşından aşağı çocukların girmesi yasaktır.) levhalarına rağmen sinema salonları 7-8 yaşındaki çocuklarla, hattâ daha küçük yaştaki yumurcaklar­la dolup taşmazdı. Bu hususta, bir kere de biz, bu işle ilgili makamların dikkatini çekmek istiyoruz. İnşaallah, emeğimiz boşa gitmez. Konya-25-7-1943
·
128 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.