Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

224 syf.
9/10 puan verdi
"SEN ÖLÜNCE BEN ÖLDÜM"
Ayfer Tunç hikayelerine konu olan malzemeleri kendi içinden değil de dışarıdan aldığını, insanları ve onların yaşamlarını gözleyerek hikayeleri oluşturduğunu söyler.Haliyle Tunç’un hikayelerini okuyan herkes kendinden bir parça bulur. Yazarın karakterleri sokakta, günlük yaşamda duyduğumuz dili konuşurlar, bu yüzden onlara karşı hiçbir şekilde yabancılık çekmeyiz. Bu kitaptaki öykülerde olsun yazarın diğer öykülerinde olsun hangi taşı kaldırırsanız kaldırın altından sevgisizlik ve yalnızlık çıktığını göreceksiniz. Hikayelerde hareket noktası sevgisizliktir. Anne, baba, eş, dost, sevgili, kimi sayarsak sayalım hepsinden görülen bir sevgisizlik tüm hikayelerin üzerine sinmiştir. İçinde sevgi hissetmeyen ya da bu sevgiyi akıtacak bir kanal bulamayan her kim olursa olsun yalnızdır. Aslında çağımızın da temel sorunu bu değil midir? Sosyal medyada arkadaş sayımız arttıkça, iletişim imkanlarımız çeşitlenip kolaylaştıkça insan kendini daha yalnız hissetmeye başlıyor. Hikayelerde en baskın unsur başında kuşkusuz yalnızlık geliyor. Yazarın hikayelerinde genel olarak orta yaş ve yaşlılar vardır, bu hikayeler de bir istisna değil. Kendi başlarına kalmış, çocukları tarafından terk edilmiş, bir köşeye atılmış, unutulmuş yaşlılar hikayelerinde demirbaştır. Haliyle hepsinin ortak sorunu sevgisizlik ve yalnızlıktır. Sevgisizlik hikayelerde bazen sevgiliden uzak, bazen iletişimsizlik, bazen ayrılık, bazen aldatma ile karşımıza çıkar. Bunun yanında intihar ve ölüm de hikayelerde en çok karşılaştığımız unsurlardır. Tabii bunlara sebep olan şeyin ne olduğunu telaffuz etmeye gerek yok. Bu kitapta okuyacağınız hikayelerin paydasında göreceğiniz kelimeler işte bunlar: sevgisizlik, ölüm ve yalnızlık. Öykülerden de kısaca bahsetmek gerekirse: Birinci öykü kitaba adını veren “Mağara Arkadaşları”. Ayyıldız Apartmanı çevrede yapılan gösterişli binalar yüzünden eski ihtişamını ve görkemini kaybetmiştir. Kendini yaşlı ve yalnız hisseder. Yazar binayı burada kişileştirmiştir. Bizimle konuşan aslında binanın kendisidir. Kendisi gibi sakinleri de yalnız ve mutsuzdur. Yedi katlı olan bina kendi hakkında yedi sayısının kutsallığıyla ilgili birçok enteresan gerçek keşfeder. İçinde bulunduğu durumdan yedi sayısının gücü sayesinde kurtulacağına inanır ve Yedi Uyurlar efsanesindeki gibi bir uykuya dalmak ister. Yazar burada Hristiyan ve İslamiyetteki Yedi Uyurlar efsanesini de hikayeye harmanlıyor. Okura da metinler arası bir okuma imkanı doğuyor. Bina derin uykuya yatmak için kapıcısını hipnoz ederek, intihar amellerine onu alet eder. Kapıcı apartman kazanını aşırı doldurduğunda bir patlama gerçekleşir, binada yangın çıkar ancak çok geçmeden bina söndürülür. Apartman suyun arındırıcı, temizleyici gücünü hisseder ve bir rahatlama/huzur duyar. Bundan sonra yeni sakinleriyle gayet mutludur. “Ses Tutsağı” benim bu kitap en sevdiğim hikaye oldu. Bu hikayede genç bir adam üst katında oturan bir kadının seslerine kulak vererek kendi zihninde bu kadına ait bir dünya oluşturur. Zamanla seslerin gerçek mi yoksa zihninin bir oyunu mu olduğuna karar veremez. Gerçeklik algısından kopmaya başlar. İki insan da burada yalnız ve sevgisizdir. Adam, sırf sesleri dinleyerek onun neler yaptığını tahmin etmeye çalışır. Adeta onunla yatar onunla kalkar. Başlangıçta bir eğlence gibi başlayan bu durum zamanla adamda bir takıntıya dönüşür. Kendini bir başkasının hayatı içinde bulur, zihninde kendine alternatif bir yaşam oluşturur. Aslında adam burada kendi varlığını unutmak, kendinden kaçmak için kendisine güvenli bir liman olarak kadını bulmuştur. Başkası olma, başkasının benliğine bürünme, onun gibi düşünme, onun gibi hareket etme kavramlar bence hikayeye ayrı bir boyut getirmiş. “Cinnet Bahçesi” bir cinayetin anatomisini anlatır ya da otopsisini. Ortada karısını öldürdüğü iddia edilen bir adam vardır. Bu adam onu tanıyanların ifadelerine göre bizim de satır aralarından çıkaracağımız ayrıntılara göre ince ruhlu, kendi içinde toplumsal bir çatışma yaşayan, son derece dakik ve kuralcı, kavgadan gürültüden uzak, anlaşılmaz bir kişi izlenimini verir. Yani eşini öldürecek biri değildir kesinlikle. Burada yine karşımıza sevgisizlik ve yalnızlık çıkıyor. “Gençlik Sabah Çiyi Gibidir” ise bence kitaptaki en acıklı öykü. Bu öyküde kaybedilmiş yaşama sevincinin tekrar canlanmasını, keşfedilmesini okuyoruz. Burada bir adamın düşüncelerini dinleriz daha çok. Bundan dolayı duygu ve his yoğunluğu daha fazla hissedilir.Yaşlı bir adamın hayatından kısa bir kesinti görüyoruz. Bu adam gereğinden fazla yaşadığını düşünmekte, artık ölüm sırasının kendinde olduğunu ve bu sıranın bir türlü gelmemesinden dolayı her gün ölüp dirilen bir ihtiyardır.Hayata dair tüm bağlarını koparmış, dünya ile alacak verecek hesabını çoktan kapatmış, robot gibi ayaklarının kendisini götürdüğü yere giden biridir. Kendi yaşlarında bir kadınla tanışması hayatının sonuna doğru kendisine çıkan bir piyango ikramiyesi gibidir ancak bu mutluluğun tahsilatı gerçekleşecek mi? Yazarı tanıyanlar zaten cevabı çoktan tahmin ettiler. Ölüm ve sevgisizlik bu hikayede de kol gezmeye devam ediyor. “Küçük Kuyu” hikayesinde de orta yaşlı ve yalnız, hayattan zevk almayan, kendini toplumdan soyutlamış, içindeki yaşama heyecanını yitirmiş bir erkek vardır karşımızda. Yalnız bir erkeğin öyküsünü adamın kendi ağzından dinliyoruz. Sevme ve sevilme yine belirsizdir. Nereye gittiğini bilmeden seyahat eden bu erkek bir gün kendini bir otel odasında Leyla isimli bir kadınla bulur. Bu kadınla yaşadığı cinsel deneyimden sonra sevgisizliği ve şüpheciliği daha da artar. Sevgiyi uzaklarda ve başka bedenlerde arayan yalnız bir adamın öyküsü kitaptaki en kısa öyküdür. “Alafranga İhtiyar” yaşlı bir adamla genç bir çocuğun ortak hikayesidir. Yazar burada genç adamın ağzından dil ve edebiyata dair gizli bir mesaj verir. Yazarlık mesleğinden bahseder. Genç adam istemediği bir bölümde okuyan, sevdiği kızla sorunlar yaşayan biridir. Bir tesadüf eseri, Ulvi Efendi’nin gizli hayatını bir hafiye gibi araştırmaya başlar. Bu hayattan da yine sevgisizlik ve sevgiden mahrum kalış vardır. “Siz ve Şakalarınız” biri sağ, diğeri ölü iki yaşlının hikayesidir. Hikayeyi huzurevinde yaşayan bir kadının ağzından dinleriz. Burada ölmüş bir sevgiliye bir sesleniş, ona duyulan özlem ve hasret ön plandadır. Bu yaşlı kadın huzurevinde sevgiyi ve mutluluğu Samim Bey’de bulmuştur ancak bu adamın vefatı üzerine kadın yine derin bir üzüntüye ve sevgisizlik çukuruna düşer. En kötüsü de hayatımızın sonbaharında aradığımız bir parça sevgi ve mutluluğu kısa süreliğine bulup da kaybetmek değil mi? “Ara Renkler Grubu” kitaptaki en sönük hikaye sanırım. İçinde üç küçük hikaye barındırıyor. Hikayeler yine yalnız ve sevgi yoksunu erkekler tarafından anlatılıyor. Bu erkekler özellikle kendi hayatlarından bahsediyorlar. Yaşam mücadelesi, yabancılaşma, ölümün verdiği derin üzüntü hikayelerdeki temalardır. Tüm hikayelerdeki karakterleri toplarsak karşımıza Mağara Arkadaşları çıkıyor. Evet, bu karakterlerin hepsi birbiriyle arkadaştır. Özlemleri, yaşamları ve sevinçleri ortaktır. Hepsi sevgisizlik ve yalnızlıktan muzdariptir. Hayatlarındaki en temel besin yani sevgi yoktur. Bu yüzden hep mutsuzdurlar. Netice olarak, hikayelerin ortak teması bir olsa da hepsinin ayrı bir güzelliği var. Sevgiyle, mutlulukla kalın her zaman...
Mağara Arkadaşları
Mağara ArkadaşlarıAyfer Tunç · Can Yayınları · 2022840 okunma
··
289 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.