Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

İstiklâl Marşımıza Saygı Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak, Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak!.. O benim milletimin yıldızıdır parlayacak. O benimdir, o benim milletimindir, ancak!.. ** Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl! Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl, Hakkıdır, hakka tapan milletimin istiklâl Mehmet Âkif ERSOY Bu alevden mısraları okuyup da yazımın başlığına ba­kanlar: " — Acayip, bu da ne demek, sanki İstiklâl Mar­şımıza hürmetsizlik edenler mi var?.?* diye, belki, şaşıracaklardır. Fakat, şaşırmaya, telâş ve heyecan göstermeye lüzum yok... Zirâ, İstiklâl Marşı’mıza karşı gösterilen saygısızlık - he­men her zaman ve her yerde rastladığımız ve maalesef ga­rip, mânâsız bir alışkanlığın tesiriyle tabiî bir olay gibi kar­şıladığımız - çok hazin ve yüz kızartıcı bir gerçektir. Bu ger­çeği fark etmemek veya inkâra yeltenmek, güneşi balçıkla sıvamaya çalışmak olur ki, irfan ve vicdan sahibi hiçbir va­tandaş böyle gülünç bir harekette bulunmak istemez. Sözü uzatmadan, sık sık şahit olduğumuz ve bir daha görmek is­temediğimiz, acı gerçeklerden bahsedelim: Millî bir tören var. Yüzlerce, binlerce insan bir araya toplanmıştır. Ya şerefli bir günün yıldönümü kutlulanacak veya bir zaferin, millî bir bayram gününün hâtırası anılacak­tır. Yaşanılan ânın mânâ ve ehemmiyetini müdrik olanlar vecd içinde... Bando İstiklâl Marşı’mızı çalmaya başlıyor. Bu marş, Türk milletinin asîl heyecanını ifâde eden millî ve kutsal bir havadır. Bu marşa, yalnız Türk milletinin öz ev­lâtları değil, bu memleketin havasını teneffüs eden herkes - kayıtsız, şartsız - hürmet etmek mecburiyetindedir. Marş başlar başlamaz, kendini bilenler derhal ayağa kal­kıyor, şapkalar çıkıyor, ceketlerin önü ilikleniyor ve tam askerce bir esas vaziyeti alınıyor. Çalınmakta olan marş, bu durumda, büyük bir hürmet ve muhabbetle dinlenmekte, bütün şehitlerle gaziler selâmlanmaktadır. Esasen bundan tabiî de bir hal olamaz. Fakat, hiçbir memlekette ihlâl edilmeyen, ihlâline cesaret olunamayan bu vekar ve sükûnet havası bir kaç küstahın, bir kaç terbiyesizin, eski bir deyimle bir kaç “Ne idiiğü belirsüz,, ün gürültü ve lâübâliliği yüzünden bozuluyor. Et­rafınıza bakarsanız, bu saygısızları, derhal görebilirsiniz. Çün­kü, şapkaları başlarındadır, istiflerini bozmadan oturuyorlar. Lütfen ayağa kalkanlar ise, ya konuşup gülüşüyorlar veya ıslıkla bir Amerikan valsi çalmaktadırlar... Bâzı münasebetsiz­lerin - sanki hiç bir şey olmuyormuş gibi - elleri ceplerinde, cığaraları ağızlarında, ruhsuz bir ceset halinde dolaştıkları da çok kere görülen şeylerdir,.. Bu marşa saygısızlık gösterenler - vatan, millet, nâmus, şeref, haysiyet, bayrak ve istiklâl gibi mukaddes mefhumlara omuz silken - bir takım duygusuz, dejenere, kozmopolit kim­seler ve nihayet bu marşın yüksek mânâ ve mâhiyetini kavrayamayacak derecede kara câhil bâzı yaratıklardır. Sonuncu­ları, bir dereceye kadar, mâzur görebiliriz. Çünkü, aile ve sosyal hayat terbiyesinden mahrum kalmış, insanlık ve me­deniyet denilen nîmetlerden nasiplerini alamamış zavallılardır. Onları kınamak, bize yakışmaz. Bilâkis onlara bilmediklerini öğretmek, onları uyandırmak, bizim vatandaşlık vazifemizdir. Fakat öbürlerini, aslâ affedemeyiz. Çünkü onlar, ne bilgisiz, ne görgüsüz ve ne de idraksizdirler. Onların bizim İstiklâl Marşı’mıza karşı gösterdikleri saygısızlık; fazla şımarık, küs­tah ve edepsiz, olduklarından, hakkımızda iyi niyet besleme­diklerinden ileri gelmektedir. Millî Marşı’mıza kasten hürmet­sizlik eden bu parazitleri derhal yakalarından tutup kanunun pençesine teslim etmek, onlara hadlerini bildirmek gerektir. Şimdiye kadar böyle bir şey yapıldığına şahit olmadık, fakat bundan sonra, bunu görmek istiyoruz. Çünkü, o saygısızlar başka türlü yola gelmeyeceklerdır. Bunu, gerçek yurt­severlik nâmına, ihmal etmeyelim. İstiklâl Marşına saygı göstermek demek, şanlı tarihimize, ölmez büyüklerimize, şehit ve gazilerimize, bir kelime ile ken­dimize saygı göstermemiz demektir. Türk’ün şerefli geçmişi, millî gelenek ve görenekleri, ruhî ve cibillî vasıfları, bütün İçtimaî müesseseleri, kısaca her şeyi bu düşüncelerimizin doğ­ruluğunu gösteriyor. Bu gerçeği göremeyecek kadar körleşenlere; yurt ve milletini seven gençlerimizin, bütün memleket aydınlarının rehberlik etmeleri, bir vicdan ve irfan borcudur. Başka milletler millî marşlarının üzerine titrer, onu tebcil ve takdis ederlerken, bizim bu derece kayıtsızlık gösterme­miz, bu derece kendimizden geçmemiz, neden mi ileri geliyor?. Millî ve İçtimaî terbiyemiz eksik de ondan. İtiraf edelim ki, bu tarafımız cidden eksik ve zayıftır. (Madde) denilen mel­un ve menfur nesne her şeyimize hâkim olduğu için mânevi değerlere, mukaddesatımıza önem vermiyor; başta aile terbi­yesi olmak üzere millî ve İçtimaî terbiye meselesini ihmal ediyoruz. En başta gelmesi icap eden bu işler, maalesef, ikinci, üçüncü derecede bir iş sayılıyor. Bunun içindir ki ecdâdımızın mâruf heybetini bütün cihana göstererek; ebedi­yen bizim olan bu mübârek ve bağımsız toprakları sarsa sarsa geçen askerlerimize; huduttan hududa, zaferden zafe­re koşan milyonlarca Türk şehidinin temiz ve asîl kanları ile boyanan şanlı sancağımıza; bizim bağımsızlığımızı teren­nüm eden İstiklâl Marşı’mıza; lâyık oldukları büyük alâka ve hürmeti gösteremiyoruz. Halbuki milliyetçiliğin, yurt severliğin, bir kelimeyle insanlığın ilk şartı; bu aziz ve kutlu var­lıklara derin bir saygı göstermek, bu aziz ve kutlu varlıkla­rı sonsuz bir aşk ve ihtirasla sevmek, bu aziz ve kutlu vatlıkları can ve gönülden selâmlamaktır. Yoksa, öyle kuru kuru, yarım ağızla: “Ben vatanımı seviyorum, ben bayrağım için canımı feda ederim, ben istiklâl Marşı’nın kav­ram ve anlamını çok iyi bilirim. İlâh...» demek yetişmez. Herkes bilir ki, fiil ve hareket halinde kendini göstermeyen bir bilginin hiç bir mâna ve değeri yoktur. Bilen, mut­laka yapar. İşte o kadar... Bundan ötesi, boş lâftır. Boş lâfa ise, bu iş ve eser çağında, ezelden karnımız toktur... — Peki, ne yapalım?.. Marş’a nasıl hürmet ettirelim?.. — Evvelâ, şunu, bilmeyenlerin kafasına sokmak lâzımdır: İstiklâl Marşı ister radyo veye gramofondan dinlenilsin, ister bir orkestra veya bandodan dinlenilsin, nereden dinlenirse dinlensin, bu memleketin havasını teneffüs eden herkes ona hürmet etmeye ve ettirmeye mecburdur. Ve biz bu işe, son derece, önem vermek zorundayız. Bu iş bütün medenî mem­leketlerde, şu şekilde halledilmiştir: Millî Marş dinlenirken ayağa kalkılır, şapka çıkartılır (As­ker ve subaylar şapkalarını çıkarmadan selâmlarlar); ceketin önü iliklenir, esas vaziyetine geçilir; konuşulmaz, gülünmez, cığara içilmez; şarkı mırıldanılmaz, marş bitmeden kımılda­nılmaz ve hiçbir lâübâli harekette bulunulmaz... Bu mutlak şartlara uymayanlara: Terbiyesiz derler, küs­tah derler, alçak derler, bozguncu derler. Son rütbeleri ise: (HÂİNLÎK) tir. Eğer bu saygısızlık kasten yapılmışsa, onu yapanlar ka­nun ve umumî efkâr tarafından şiddetle cezalandırılır. Gençler, öğretmenler, subaylar, aydınlar... istiklâl marşımıza hürmet etmesini bilmeyen ruh yoksul­larına, onun en büyük hürmete lâyık, mukaddes ve mübeccel bir millî hava olduğunu anlatınız; millî marşımıza hürmet ettiriniz!.. Bizim şeref ve nâmusumuzun, hürriyet ve istiklâli­mizin sembolü olan bu marşı sevgi ve saygı ile selâmlama­sını bilmeyen veya bildiği halde kasten bu vazifesini yapmayan kimselere "Efendi, kendine gel!.. Millî Marş çalıyor!.." demeyi, kendinize mukaddes bir vazife biliniz!.. Bu vazifeyi yaparken, resmî bir şahsiyet olmanıza hiç de lüzum yoktur. Çünkü, vazife ve meşguliyeti insana, yalnız devlet ve kanunlar yüklemez. Bizim, vatandaş olarak yapmaya mecbur olduğumuz, bir de millî ve vicdanî vazifemiz vardır. Onu, gerçek yurtsever olanlar, aslâ ihmal edemezler... Arkadaşlar!.. İstiklâl Savaşı’mızın eşşiz destanı, kuvvayı milliye ruhu­muzun tâ kendisi olan millî marşımıza hürmet etmeyi ve et­tirmeyi - bir Tanrı buyruğu gibi - boynumuza borç bilelim!.. Unutmıyalım ki, bu havayı bize dinletebilmek için: Çanakkalede, buzlu Kafkas dağlarında, bir cehennemden farkı olmayan Arabistan çöllerinde ve nihayet İnönü, Eskişehir, Afyon, Sakarya, Dumlupınar sırtlarında yüz binlerce Türk seve seve kanlarını akıttılar... O mübârek ve muazzez şehitlerin/bu vatanın ebedî bekçisi olan o kutsal varlıkların çocukları ol­duğumuzu hatırlayarak, onlara lâyık, kahraman ve kadirşinas birer insan olmaya çalışalım!.. Onlar inandılar, döğüştüler, öldüler.. Bize düşen vazife, bıraktıkları mukaddes emanetin ebedî birer bekçisi olmak, bunu ispat için de her İstiklâl Marşı çalındığı veya söylendiği zaman onların aziz ruhlarını şâd edecek şekilde davranmaktır . Eskişehir - 28 6-1950
·
110 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.