Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

160 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
Sisifos'u Mutlu Olarak Mı Tasarlamak Gerekir?
Sene 1942, Sisifos Söyleni’nin basım yılı. Aynı zamanda II. Dünya Savaşı’nın gittikçe acımasızlaştığı yıllar… İnsanın değerinin sorgulandığı ve adeta bir hiçmiş gibi sokaklara fırlatıldığı yıllar… O gün yaşayanların bir ertesi gün yaşayacağının hiçbir garantisi yok. Silahlar evlerinin kapılarına kadar dayanmış... Bu inanılmaz buhranın yarattığı sonuçlar insanın değerini, yaşamdaki amacının ne olduğunu sorgulamaya itiyor. Varoluşçuluk akımı bu yıllarda zirveye ulaşıyor (Sakın Albert Camus’ya varoluşçu olduğunu söylemeyin, kızabilir). Varoluşçuluk akımının felsefi temellerinden ziyade içerdiği bunalım, intihar, yalnızlık, anlamsızlık gibi konularla birlikte Albert Camus istemese de ben de sizinleyim der gibi eserlerini bir bir sıralıyor. Ve bizlere kitabı açar açmaz çarpıcı bir soruyu soruyor: “Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, intihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir.” Sahiden de öyle değil midir? Eğer bu dünyada neden yaşıyor olduğumuz sorusunu yanıtlamadan yaşamın içinde dâhil olmuşsak veya olmaya çalışıyorsak temelimiz sarsıntılara gebe değil midir? Temeli sağlam olmayan bina –bilinçliyse şayet- yıkılmanın eşiğinde yazgısını bekleyip durur. Camus bu soruya yaşamın herhangi bir anlamının bulunmadığı fakat intihar etmenin de pek yerinde olmadığı cevabını veriyor. Bir kavram ortaya atıyor, bir sıfat, bir insan: “Uyumsuz”. Peki nedir bu Uyumsuz, kimdir? Uyumsuz, yaşamın amacının ve anlamının olmadığını kavramış kişidir. Dünyanın saçma olduğunu idrak etmiş ve bunu benimsemiş kişidir veya bir düşüncedir. O hâlde bütün bu felaket denilecek gerçekleri kavrayan kişi için yaşamak oldukça kötü bir şey olarak görülmez mi? Yaşamak umutsuzluktan başka bir şey olmaz mı? Albert Camus bu soruya öyle olmadığını bize gösteriyor: “Sisifos’u mutlu olarak tasarlamak gerekir.” (sf.141) Kimdir bu Sisifos, onu neden mutlu olarak tasarlayalım ki? Sisifos’a verilen ceza bir kayayı tepeye doğru sürüklemekti. Tam tepeye ulaştığında ise kaya aşağıya yuvarlanıyordu. Sisifos ise en başa dönmek zorunda kalıyordu. Bir döngünün içerisine girmişti, ondan kurtulamayacaktı ve sonsuza kadar kayayı tepeye doğru sürüklemekle cezalandırılmıştı. Buna rağmen Sisifos nasıl mutlu olabilir ey Camus Bey!!! Sisifos bunun bilincinde olduğu için, cezasını kavradığı için mutludur artık. Başarma umudu yoktur, umudu olmayınca da herhangi bir kedere de yer vermez. Gerçekten de bizi dehşetli acılara sürükleyen, dışarıdan oldukça saf görülen kavram umut değil de nedir? Umuda büyük bir içtenlikle bağlanırız ve o kırıldığında da darmadağın oluruz, tarifi imkânsız acılara savruluruz. Umut aynı zamanda gelecek ile de özdeşleştirilebilir. Camus’ya göre gelecek acıların kaynaklarındandır. Gelecek yoktur ve biz şu an’da sıkışmış durumdayız, böyle olması ve insanların bunu anlaması da oldukça verimli sonuçlar getirecektir. Sonuçta işin içinde ölüm var, der. Gelecek hayallerimiz gerçekleşmeden bu diyardan göçüp gidebiliriz ve bu göçüp gitmenin ardından ‘yaşadım’ diyebildiğimiz hiçbir anı, düşünce kalmaz. Gelecekte yaşamak istemişizdir hep, şimdiyi unutarak ve bu da pişmanlıkların kapılarını bizlere açar. Geleceği üzerinden atan ve uyumsuzu tanıyan kararlı bedenler pek tabii yaşamdan zevk alacaktır sonucunu çıkarabiliriz. Şu alıntıyı da bırakmadan geçmeyeyim: “Geleceğe dayanarak yaşarız: "yarın", "ileride", "iyi bir işim olunca", "yaşlandıkça anlarsın". Bu tutarsızlıklara hayran kalmamak elde değil, çünkü ne de olsa ölmek var işin içinde.” (sf.32) Camus: “Düşünmeye başlamak, için için yenmeye başlamaktır.” (sf.23) diyor. Ah ne kederlere düştüysek bunun sebebi düşünmek, anlamak olmadı mı baylar? Anlamak gerçek bir hastalık değil mi baylar, Dostoyevski’nin dediği gibiydi işte.. Aynı zamanda düşünmek ile anlamak yan yana yürürler bu çetin yolda. “Dekorların yıkıldığı olur. Yataktan kalkma, tramvay, dört saat çalışma, yemek, uyku ve aynı uyum içinde salı çarşamba perşembe cuma cumartesi, çoğu kez kolaylıkla izlenir bu yol. Yalnız bir gün "neden?" yükselir ve her şey bu şaşkınlık kokan bıkkınlık içinde başlar.” (sf.31) Tebrikler, gül gibi bir uyumsuz olma yolunda ilerliyorsunuz demektir… “Öyle ya, kim ve ne hakkında "Bunu biliyorum!" diyebilirim ki?” (sf.36) Sokrates’ten beri neyi biliyoruz ki? Neyi tam olarak kavrayabiliyoruz? Neye tam olarak bu benim diyebiliyoruz? Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir düsturu yapışmış yakamıza, hem de öyle bir yapışma ki her uzaklaşma çabası boğularak ölmemize sebebiyet verecek derecede bir yapışma! Kierkegaard ve Kafka’nın uyumsuzu bulduktan sonra bir yaratıcıya sığınmalarını kararlı bir davranış olarak görmez Camus, onları eleştiri topuna tutmaya devam eder: “Kierkegaard da sıçrar. Çocukluğunda o kadar ürktüğü Hristiyanlığın en sert yüzüne yönelir sonunda. Karşıtlık ile çelişki onun için de dinselin ölçütleri olur. Böylece, bir zamanlar bu yaşamın anlamından ve derinliğinden umudu kestiren şey ona gerçeğini ve aydınlığını verir.” (sf.53) –“ Doğru olanı aramak isteneni aramak değildir. O bunaltılı "Yaşam ne olurdu?" sorusundan kurtulmak için, eşek gibi düşsel güllerle beslenmek gerekse, uyumsuz düşünce, yalana boyun eğmektense, Kierkegaard'ın yanıtını göz kırpmadan benimsemeyi yeğ görür: "umutsuzluk". Ne olursa olsun, kararlı bir benlik bu duruma her zaman ayak uydurabilecektir.” (sf.56) Camus ahlâkçılardan bir hayli bıkmış olacak ki ona gelecek eleştirileri önceden görüp eserine yönelik açıklamayı şöyle yapıyor: “Bir kez daha söyleyeyim, birere ahlak önermiyor bu imgeler, birer yargı getirmiyor; birer çizgi bunlar. Bir yaşama yordamını gösteriyorlar yalnızca” (sf.107) Dostoyevski’nin Ecinniler romanının karakteri olan Kirilov üzerinden kendi felsefesini oldukça etkileyici bir şekilde anlatmayı başarmış Camus. Tam da karakteri tabii! Kirilov: “Ben mutsuzum, çünkü özgürlüğümü kesinlemek zorundayım,” der. (sf.125) Özgürlüğe mahkûm olmak… Bundan daha acı bir şey olamaz Kirilov için. Kirilov bir tanrının olmadığını ve olmayacağını bildiği hâlde olması gerektiğini defalarca hatırlatır. “Kirilov, bir an, ölen İsa’nın kendini cennette bulmadığını tasarlar. O zaman çektiği işkencenin boşuna olduğunu anlamıştır.” (sf.123) Ne kadar acı bir tasarı… “Kişi tanrılığını mutlulukla değişir.” (sf.127) der Camus. Mutlu olmak için, cennet ödülünden faydalanmak için mi bir tanrıya sığınıyoruz yoksa salt olarak ona sığınmanın kaçınılmaz olduğunu ve içimizde yükselen inanç ateşinin dindirilemez olduğunu keşfederek mi inanıyoruz? Tanrılığımızı teslim ettiğimiz zaman bunu bir çıkar uğruna mı yapıyoruz? Sorgulamak gerek. Üzerine cilt cilt kitaplar yazılacak bir kitaptı, daha da uzun olmaması için burada kesiyorum. Her satırı ayrı bir düşünceye sevk eden ve her satırda ayrı bir sorgulamak gerektiren kitaplar oldukça nadirdir. Sisifos Söyleni de işte böle bir kitaptır. Anlaması, okuması zor olsa da ince ince işlenip okunmalıdır. Üzerinde düşünülmeli ve tartışılmalıdır. Yaşamımıza katılmalıdır. İyi ki böyle bir kitabı okumuşum diyorum ve kesinlikle öneriyorum; zihninizi arındırdığınız vakit tabii ki :) Keyifli okumalar diliyorum :)
Sisifos Söyleni
Sisifos SöyleniAlbert Camus · Can Yayınları · 20158,3bin okunma
··
347 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
MERVE AYTAÇ okurunun profil resmi
Bi roman kesinlikle ancak bu kadar güzel bir şekilde incelenir ve açıklanır tebrik ediyorum 👏🏻 :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.