Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

108 syf.
4/10 puan verdi
İki Şiir Arası bir Öykü Kitabı
Radyo ve şiir alanında başarılı olan yazarın okuduğum ilk öykü kitabı, elbette onun şiirsel üslubunu ve uzaklara varan hayal gücünün uzantılarını içeriyor. Daha kapak resminde bizi ilginç hikayelerin beklediğini tahmin edebiliyoruz. Yazarın şiirsel üslubunun ilk izleri, kitabın başlangıcında bulunuyor. Bir şiir parçası karşılıyor bizi ve benzer şekilde kitabın bitiminde de şiirin diğer bir parçası uğurluyor. Yani iki şiir arası bir öykü kitabı diyebilirim. Kitap 2018 yılında basılmış. İçerisinde toplamda 19 öykü bulunmakta. Öyküler ortalama 4-5 sayfa civarı. Kitaba ismini veren öyküyü ise sona saklamış yazar. Bu yüzden ben de sondan başlamak istiyorum. Ünlü Amerikalı şair Sylvia Plath’in son anlarını kendi perspektifinden değerlendirip aynı sona ulaşan bir öykü. Karakterlerin, gerçek hayattakilerle örtüşüyor olması ve Sylvia’nın bir şiirinden alıntı ile anlatımın pekiştirilmesi bu kanıya varmama sebep oldu. Onun ölüme giden yolunu kendi kalemi ile çizmiş yazar. Neler hissettiğini, hissedebileceğini tasavvur etmiş. “İçimde sürekli konuşan birinin varlığını duyumsadığımdan yazdım. İnsan yazarken kendini, eksiğini de tamamlamaya çalışıyor.” diyerek belki de kendi yazma sebeplerinden birini onun ağzından dile getiriyor. Sylvia’nın ölmekten ziyade fark edilmeyi istemesini ve bunu bekleyişini anlatıyor yazar. Sonu ise malum, çocuklarına süt ve bisküvi hazırlayıp bu dünyadan göçüyor. Yazarımız aynı zamanda bir şair olduğu için, onunla kendi arasında güçlü bir bağ kurmuş gibi. Diğer bahsetmek istediğim “Bu da senin hikayen” adlı öykü, en çok not aldığım öykü oldu. Bazı cümlelerdeki fazlalıklar, onları okurken birer çelme gibi takılıyor. Örneğin, “Dünya başka bir yere gitmiş de benim haberim yokmuş gibi geldi o sırada kartı alırken.” Öykünün asıl sorunu ise ortada belirgin bir kurgunun olmaması. Aslında bu diğer öykülerde görülüyor. Yazar, ya ne anlatmak istediğini bilemiyor yada bize aktarımda yetersiz kalıyor. Çünkü yazarın bu duygu yoğunluğunu hissedebiliyoruz ama onun aklından geçenleri veya kurmak istedikleri, aktarmadaki sorunlardan dolayı tökezliyor ve çoğu öykü okuru yakalayamıyor. “Eee sonra?” sorusuna bir yanıt alamıyoruz. Öyküden ziyade bir anlatı havasında. Bu yüzden bu yazıların bazılarını öykü çerçevesinde değerlendirmek pek doğru bir yaklaşım olarak gelmiyor bana. Kitabın genelinde yazılanlar, anlatılanlar muhakkak bir yerlere temas ediyor ama biz bunları bilemiyoruz. Yazar ortaya ipuçları bırakıyor ama izleri çok belirsiz. Bu durum ise okuru sarmak hususunda kitabın elini zayıflatan bir şey. Çünkü anlatımda cimrilikler var. Bazı öykülerde ise bu cimriliği apaçık bize bildiriyor. Örneğin sondan ikinci öyküsü olan “Bukra ve Sangal”da anlatıcının kullandığı cümle gibi; “Kendini fark ettiği ilk zamanlardan beri taşların sırrını öğrenmeye çalıştığını söylememe gerek var mı bilemiyorum”. Burada anlatıcı, bunu söylemezse biz nereden bilebiliriz? Anlatıcının bizden bunu esirgemenin yanında bir de azar işitiyoruz. Benzer şekilde aynı öykünün ilerleyen kısmında geçen aşağıdaki cümle de okuru öyküden uzaklaştırıyor; “Balıkçılarla konuşmayı sevmezdi. Zaten genel olarak konuşmayı sevmediğini anlamış olmalısınız.” Burada okura seslenip (ikinci şahsa geçip) tekrar üçüncü şahıs anlatıcıya geçişi, cesurca bir hareket ama bana kalırsa boşa yapılmış bir hamle. Zira bu şekilde belirtmek yerine, karakter içine girip, onun iç dünyasını verse, bizi monologlar veya bilinç akışı ile baş başa bırakıp, bu itici cümle yerine kahramanın konuşmayı sevmediğini gösterme yoluyla vermiş olsa şahane olurdu. Evet öykülerin genelinde eksik olan bir diğer husus ise göstermeler ile şahane olabilecek öykülerin bu gibi kullanımlarla boğulması. Eğer bu öyküler İshak’ın gözünden geçmiş olsaydı oldukça yapıcı ve eleştirel bir geri bildirim alıp çok daha üst seviyelere çıkabilirlerdi. Bazı öykülerinde açıkta kalan kısımları ilerleyen sayfalarda benzer isimlerle görüyoruz. Bukra ve Sangal, Dört yüz on altı gibi. Bunları ilk okuduğumuzda bazı şeyler havada kalıyor ve daha sonra yazar bu havadakileri toplamaya çalışıyor. Ama bu bulmaca halini aldığı için açıkçası okuru yoruyor. Hatta ilk kısımdaki öyküler ile olan bağını, kitabın son kısmına geldiğimde kaybettiğimi söyleyebilirim. İnceleme yazarken bu bağı farkettim. Diğer öyküler için de düşüncelerim benzer şekilde. Yer yer altı çizilecek cümleler olması veya şiirsel bir havada kaleme alınmış olması, bu kitabı kotaramamış. Genel olarak gördüğüm eksikleri ise aşağıdaki gibi grupladım: 1) Kelime fazlalıkları; Lunapark adlı öyküde geçen aşağıdaki satırlar: “ Önceki akşamın aksine kafamda düşünceler geziniyordu. Şu haber yüzünden… Bir karı-koca, üç çocuğuyla. Kış günü, deniyordu haberlerde.”. Zaten ilk kısımda buranın bir haber olduğu belirtilmiş, tekrar neden belirtme ihtiyacı duyulmuş?Anlatılan şeyin, gerçekte olmadığını bildiğimiz halde öyle sandığımız anlamına gelen “sanki” kelimesi, bir öykücü için oldukça risklidir. Örneğin “İki kara leke” öyküsündeki “Saçlarımın arasında dolaşan parmakları bir cennet vaadi taşıyordu sanki” kullanımı, cümleyi boğmuştur. Çünkü o parmakların cenneti vadetmediğini biliyoruz ama öyle sanıyoruz. Sanki kullanımı buradaki büyüyü kaçırıp okuru metinden koparmaktadır. 2)Kitaptaki en büyük fiyasko, oldukça başarısız ve üstünkörü yapılmış olan düzenleme. Açıkçası editör yeterli özeni göstermemiş. Çok basit noktalama hataları bile gözden kaçmış. Örneğin “Yaşamı Yormak” adlı öyküde geçen “Ağzındaki acı bildiklerine benziyor.” cümlesindeki özne belirsizliğini ortadan kaldıracak olan virgül burada unutulmuş. Bu durum pek çok yerde göze çarpıyor. 3)Karakter analizleri zayıftı. Öyküdeki en önemli unsur karakterdir aslında. Roman pek çok unsur ile durumu kotarabilir ama öykünün elinde ne vardır ki? Bir öykü karakter analizi, iç dünya tasviri, gösterme veya post-modern ögeler vs kullanmazsa, onu başka ne kurtarabilir? Hiçbir şey. Okuru nakavt edemeyen öykü başka türlü nasıl kazanır? Bizi akışa dahil etmek, karakterin duygu yoğunluğunu, iç çatışmasını, korkularını, sevinçlerini, acılarını bizimle paylaşmak, öyküye artı puan kazandırır. Bunlardan uzaklaşmak ise öykünün hanesine eksi puan olarak yazılır. Öykü yazmak sadece hikaye anlatmak değildir neticede. Öykü, kelime tasarrufudur. Çünkü cümleler uzadıkça ve fazlalık kelimeler çoğaldıkça, öykünün okuyucuyu sarma ve vurma yetisi azalır. Öykünün nakavttan başka şansı yoktur. İsrafı ve falsoyu affetmez öykü :) Etkileyici bir metin ve okur arasında yaşanan bu mücadeleyi roman hep sayıyla kazanır, oysa öykünün bu maçı nakavtla alması gerekir. Julio Cortazár
Uyurgezer Bir Gölge
Uyurgezer Bir GölgeSerkan Türk · Yitik Ülke Yayınları · 2018114 okunma
·1 alıntı·
95 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.