Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

140 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
Sabahattin Ali'nin öykülerden oluşan, okuması oldukça kolay kitabı. Öyküleri okurken daha çok acıdım, zorlu aşkı ve saf sevgiyi hissettim, sefaleti çaresizliği hatırladım, gücü elinde bulunduranın zorbalığını okudum. En sevdiğim öyküler; Kırlangıçlar, Değirmen, Bir Gemici Hikayesi, Kanal, Candarma Bekir, Kazlar, Komik-i Şehir, Bir Firar oldu. Değirmen Kitaba adını veren öykü. Atmaca adında çingene bir delikanlı yakın köylerde çalgıcılık yapıyor. Yakışıklı ve birçok kadın, zengin güzel kendisine yaklaşmak istiyor. Atmaca hiç birini istemiyor. Değirmencinin kızı ise güzel kendi halinde bir kız, bir kolu yok. Kendisini sakatlığı nedeniyle birçok şeyden soyutluyor. Atmaca, kıza açıldığında “ben senden noksanım, bana sadaka mı veriyorsun? Atmaca, bir kalp bir koldan daha mı az değerlidir? Atmaca, “her sözümden her tavrımdan alınır, kızsam ona dokunur, sevsem ona acıyormuş gibi gelir, kucaklasam boş olan kolunun yerinde bir sızı duyar ve bunlar hep böyle sürüp gider.” En sonunda, Atmaca değirmene gidip kolunu değirmene kopartıyor. Kurtarılamayan Şaheser “Ve sevgilim benden daha iyi yazanları gösteremeyecek. Ancak herkesten yüksek şeyler yaratırsam beni seveceğini söylemişti.” Bir şairin sevgilisinin sevgisini kazanabilmek için zorlu çabasını anlatıyor. Genç şair altı ay memleketin bütün büyük filozoflarını, şairlerini dolaştı. Altı ay memleketin bütün şehirlerini dolaştı, gülenleri ağlayanları gördü. Tam bir buçuk sene sonra, altın bir kalemle altın ciltli bir deftere geçirdiği şiirleri sevgilisine yolladı. Olmadı, sevgilisi yine de yazdıklarını yeterli olgunlukta bulmadı. Genç şair iki sene hudutsuz kum çöllerinde dolaştı. Engin denizleri, buz sahralarını dolaştı. En sonunda bir kitap yazıyor, eşsiz güzellikte. “Yalnız bu kitap dehanı ve kudretini bana gösterdikten sonra aramızda lüzumsuz olmaya başlıyor. Şu halde büsbütün senin olmam için bu engelin ortadan kalkması gerekiyor.” Genç kız kitabı yakmaya çalışırken genç şair boğazından yakaladı, hareketsiz kalıncaya kadar sıktı. Bir kadının elinden kurtaramadığı şaheseriyle beraber cansız yıkılıverdi. Kırlangıçlar İki kırlangıçın bir ilkbahar ve yaz ayını birlikte geçirmesi, birbirine tam olarak açılamamasını anlatıyor. “Halbuki bütün kuşların en zavallısı bizmişiz gibi hiç durmadan didiniyoruz. Şu budala serçe bile üç günlük ömrünü keyifle geçiriyor da, biz, arasından uçtuğumuz ağaçları bile fark etmiyoruz.” “Yarın öldüğümüz zaman birisi bize sorsa ‘Dünyada neler gördünüz?’ dese heralde verecek bir cevap bulamayız. Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki…” “..Şu dünyayı adamakıllı görmeden, dünyanın ne olduğunu adamakıllı anlamadan buradan gidecek olduktan sonra ne diye buraya geldik sanki? Yaşadığımızın farkına varamayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz?” Viyolonsel Viyolonsel çalan bir genç kadın aşık olur ve evlenir. Adam, kendisine duyduğu sevginin daha yüce olmasını istediği için viyolonsel çalmayı bırakmasını ister. Aşk, sanata galip gelir. Ancak kadın hastalanır ve seyahate çıktıkları Afrika ormanlarında kadın kocasından son nefesinde ona Sonbahar şarkısını öğrenip çalmasını ister, notaları ise kendisinin sonunun yaklaştığına inandığı zaman vereceğini söyler. Adam notaları bir türlü isteyemez ve şarkıyı öğrenemeden, başucunda bunu çalamadan kadın ölür. Ormanın derinliklerinde adam bu şarkıyı viyolonsel ile çalar ve Afrika yerlileriyle tanışan seyyahlar ise bu acı hikayeyi böylece öğrenmiş olurlar. Birdenbire Sönen Kandilin Hikayesi Bir adam ıssız bir yerde dolaşırken ürkütücü bir evin içine giriyor. Orada bir adam kendisine birdenbire sönen kandilin hikayesini anlatıyor. Beraber odaya girdiklerinde bir kadın iskeletiyle karşılaşıyorlar. Kadını sönen kandile benzetiyor. Onun da zamanında canlı ve güzel olduğunu edebi bir biçimde anlatıyor. “…Eğil de bak…Bu dişler yok mu, bu muntazam dişler, onların arasından, şimdi bizim konuştuğumuz şeylere benzemeyen ne tatlı sözler çıkardı bilsen…. Düşünüyor musun ki, bakmaya tiksindiğin bu dişleri görebilmek için tebessüm etmesi nasıl sabırsızlıkla beklenirdi!... Tahmin edebilir misin ki, boğazına dolanarak seni boğacakmış gibi korktuğun bu saçların güneş altında ne hayat dolu parlayışları vardı.” Kendisini ve kadını beraber yanmak için yapılmış iki kandile benzetiyor. “Alevlerini, birleşmek istiyor gibi, birbirlerine eğerlerdi ve birisinin yetişemediği yeri öteki aydınlatırdı.” Adam, bunları anlatırken gözyaşlarını silerken orda birdenbire kararır ve kandil yavaşça söner. Adamın da bu kandille hayata gözlerini yumduğunu söyleyebiliriz. Bir Delikanlının Öyküsü Yalnız yaşayan ve kitaplara düşkün bir adamın kadınlara bakış açısını anlatarak başlıyor. “Ve ben, bilmiyorum neden, hiçbir kadından aşk iltifatı görmüş değilimdir. Kadınlar benden hoşlanıyorlar, fakat bei sevmiyorlar. Ben onlarda herhalde ya pek çocuk, ya pek ukala bir tesir yapıyorum. Gayet iyi bilirim ki, en münevver ve zeki kadın bile, mesela bir ‘Balzac romanlarının kıymeti’ bahsini ancak yirmi dakika dinleyebilir. Halbuki ben, en güzel bir kadını bile bir ‘Balzac romanlarının kıymeti’ muhasebesine feda edebilirim. Ve bende, onların asıl bayıldıkları gurur ve teenniden, ağırlıktan eser yoktur.” Ve birgün sokakta yürürken karşılaştığı genç kızı eve götürmesi, kızın adama direnmesi ve sonrasında kıza söylediklerinden hikaye oluşuyor. Bir Gemici Hikayesi Bir gemicinin kaptana baş kaldırmasını anlatıyor. Gemici kekeme ve genç yaşta babasını kaybediyor, annesi ve kızkardeşini geçindirmek için çalışıyor. Kaptan ise kendisi koyun yiyip tayfaya bakla dışında yemek vermeyen, mal sahiplerine yaranmaya çalışan biri. En sonunda gemide kaptanın üstüne gidip başkaldırıyorlar. Geminin ilk vardıkları yerde, kaptan tayfayı gemiden atıyor. Ama bunlar artık başkaldırmayı ve yöneticilerinin güzel olanı kendisine ayırdığını farketmişlerdir. “-O neden et yiyor, o sarhoş? -Çünkü o kaptan! -Fakat o, bir öküzden daha budaladır! -Beni de okutsalar ben de okurdum… -Ne yapalım, senin baban çabuk öldü, senin diline baktırılmadı ve sen okuyamadın…Tesadüfün cilvesi bu...!” O zaman birdenbire farkına vardı ki, kendisini ve arkadaşlarını, hatta bütün kendisine benzeyenleri bir hareketten, bir kabarıştan meneden bu “tesadüfe inanma”dır. Bir Orman Hikayesi Bir köyün ormanına devletin el koymasını ve buna karşı verdikleri mücadeleyi ve sonunda pes edişlerini anlatıyor. “Ta ne zamandan beri sesimizi çıkarmayıp içimize attığımız şeyler, hep birden uyandı; hepsinin acısını bşrden duyduk. Bu acı, gençleri, ihtiyarları, kadınları ve çocukları hep birden bir kurt sürüsü haline koymaya kafi geldi.” Kazlar Dudu’nun kocası Seyit, birisini vurmuş, hapistedir. Dudu, aldığı mektupta Seyit’in 2 kaz istediğini,baş gardiyanla müdüre verirse, biti az bir koğuşa geçireceklerini öğrenir. Elinde yalnızca bir kazı vardır. Onu da İlyas Efendi’ye bağlamış, hergün yumurtlarsa oğlu Hüsnü’ye içlik alacaktı. Seyit hapishanede hasta yatmakta hastalığının ne olduğunu bilmemektedir. Dudu, komşu kazlardan gizlice alıp gardiyana teslim eder, Seyit’le görüştürmezler. Biz kendisine veririz, sen git derler. Dudu, kaz çaldığı için 3 aya mahkum edilir. Hapiste, Seyit’in ölümünden de haberi olmaz. Bir Firar İmamköy Camii’ni ve köyü soyduğunu düşünen jandarmaların elinde İdris. İtiraf ettirdiler, ne çare dayak bu, yapmadığı halde.. Çaldıklarını koydukları yer sorulunca duraksar. İmamköyü’nü ben soydum demek kolay, fakat paralarla gümüş saatleri meydana çıkarmak zorç.. Ağzından kahveci Süleyman Ağa’da deyiverir, daha da dayağa katlanamadığı için.. Sonra jandarmaların hiçbirşeyden haberi olmayan Süleyman Ağa’yı insafsızca döveceklerini düşününce dayanamaz. Jandarmaların elinden kaçmaya çalışırken iki tok ses gelir, jandarmalar yanına koşar, gözlerini açar, Süleyman Ağa’nın birşeyden haberi yok, benim de… der.. Kanal Zağar Mehmet ve Dedemköylü Mehmet kapı komşusu beraber büyüyen iki arkadaştır. Zağar Mehmet evlenmiş, Dedemköylü Mehmet’in babası öldüğü için evlenmemiş, anası bacısı ve bir erkek kardeşiyle yaşamaktadır. Birgün tarlasını sularken Zağar Mehmet suyun kesildiğini ve Dedemköylü Mehmet’in suyu kendi tarlasına yönelttiğini görür. Altı yaşındaki oğlunu suyu kesmemesi için gönderir ama bir cevap alamaz. En sonunda Zağar Mehmet Dedemköylüyü ve kardeşini öldürür. “Cumra Kanalı’nın suları Beyşehir Gölü’nden çıkarken su rengindedir; Konya Ovası’ında kan renginde… Siz buna, ovanın kırmızı toprağının rengidir diyeceksiniz, ben, Dedemköylü Mehmet’le kardeşinin kanlarının rengidir diyeceğim. Konya Ovası’nın ufukları mavi değil, sarıdır, sapsarıdır…Siz bunun, rüzgarın kaldırdığı tozlardan böyle olduğunu söyleyeceksiniz; ben Konya hapishanesinde yatan Zağar Mehmet’in benzinin sarılığından diyeceğim.” “Bu ovadaki uyuz ağaçlı, kül yığınına benzeyen köylerde insanlar parça parça elleri, yanık derili yüzleri, kenarları çok kırışık gözleriyle çalışarak inatçı topraktan bir lokma ekmek söküp almaya uğraşırlar.” “Yaşayabilmek, şu çatlak tarladan bir avuç ekin çıkarabilmek için birbirleriyle ölüme kadar dövüşmeleri lazım geldiğini bilmekten doğan bir teessür.” “Dedemköy kanalının suları kıpkırmızıdır: Mehmet’le kardeşinin kanları gibi. Konya Ovası’nın ufukları sapsarıdır: Zağar Mehmet’in benzi gibi…” Candarma Bekir Bir tutuklunun ona eziyet çektiren bir candarmadan aldığı intikamını anlatır. Kelepçeyi arkadan vurup uzun yola sürmesi, Temmuz sıcağında yedi sekiz saat yol, köylülerin verip başına diktiği ayran bakracından bir yudum bile vermez, kendisine düşman köy ahalisini toplayıp herkesin önünde tekme tokat yerlerde dövmesi, soyuna sopuna küfretmesi, yüzü acıdan buruşunca herkesin katıla katıla gülmesi… Candarma atıyla onu sürerken ona bir sigara uzatır ve sigarayı yakmaya yeltendiğinde silahını alıp karşısında dikilir, Candarma Bekir yalvarsa da artık sonunun geldiğini anladığında düşer ve kurşun ona diriyken değil, korkudan bayıldığından isabet eder. Sarhoş Sarhoş Kanuni Kamil, Hanende Muhsine ile yevmiyesini alıp gazinodan ayrılır. Muhsineyle otele giderse otelde bekleyen karısının şirretine uğrayacağından çekinir. Gazinocu Muhsine’yi arabaya alıp Kamili iter. Otele döndüğünde karısı küfürler savurur, Muhsinenin peşinde olduğunu, geç geldiğini söyler, feryat koparır. Kamil ağlayan çocuğu eyler, kadın hala pencerededir artık konuşmuyordu. Yerde biriken kanları gördü, kırılan ve aşağı düşen camın farkına vardı. Bir Cinayetin Sebebi Komisyoncu Nuri Efendi’yi öldüren Muallim’in aslında bir aşk nedeniyle bu cinayeti işlediğini anlatıyor. Birgün arkadaşları liseden mezun olan bir kızın kendisiyle tanışmak istediğini önce alelade bir kız olduğunu kendisini sürekli arayıp sorduğunu söylüyor. Zamanla anlıyor ki bu kız, sandığından çok daha akıllı ve derin. “O çok zekiydi: İnsanın söyleyeceği şeyleri değil, söylemek isteyebileceği şeyleri bile hissediyordu. Bir gün dedim ki: İki kişi mücadele ederken birisi mağlubiyeti kabul ederek diğerine dehalet etmek istese ötekisi ne yapar?” Sonra kız aramalarına cevap vermez, ondan her defasında uzaklaşmaya başlar. “Nasıl anlatayım efendim, çorabının yırtığı, şapkasının kurdelesi kadar benimle alakadar olmyor, evlerindeki kedi kadar bile beni sevmiyordu.” Birgün arkadaşlarıyla adliyede bir katilin muhakemesine arkadaşlarıyla hep birlikte gittiklerinde katile olan hayranlıklarına şahit oldu ve onun ilgisini çekmek için bir cinayet işleme fikri aklından çıkmadı. En sonunda komisyoncu Nuri Efendiyi öldürdü, her duruşmada gözleri onu aradı … Bir Siyah Fanila İçin Bir ayakkabı boyacısının hikayesi. Boyacılık yaparken tanıdık bir kızla karşılaşır ve hikayesini anlatır. Kaymakamlıktan nasıl ayrıldığını anlatıyor. “İşte burada halk adi, alelade ve çürük ruhluydu. Anadolu’da işsizliğin doğurduğu yegane iş olan dedikodu, almış yürümüştü. Mektep muallimi hususi muhasebe memurunu, tapucu müddeiumumiyeyi, malmüdürü şube reisini çekiştirir, on dakika sonra da kahvede beraberce tavla oynayıp garson kızlara sarkıntılık etmekten sıkılmazdı.” “Düşünüyordum: Gidersem istikbalimi kaybedecektim, fakat durursam aklımı… Yalnız kaldığım günlerde yegane dostum olan aklımı… Herşeyden fazla sevip beğendiğim akılcağızımı!” “Kış gelmiş; kar, yerli tabirle, güdük devenin kuyruğuna çıkmıştı. İstanbul’unki onun yanında konfetidir.” “Bundan sonra aç kalmayı spor, Dayak yemeyi eğlence bilecek, kendinden kuvvetli olanlara aktör, kendinden zayıf olanlara hakim, enayilere karşı insafsız olacaksın…” Güzin, bir parça uzaklaştıktan sonra yavaşça mırıldandı: “Kaçık!” Komik-i Şehir Bir tiyatro kumpanyasında güzelliğiyle dikkat çeken bir Musevi kadın Viktor, sevgilisi Rahmi ve kaymakamın hikayesidir. Bir piyes sırasında ortalık karışır ve ileri gelenlerden Çömlekçizadeler Viktor’u kaçırır. Rahmi candarmadan kaymakamdan yardım ister kimse yardım etmez. Kendisi karda yollara düşer ve en sonunda atlılar onu görünce Viktor’u bırakır. Kaymakam Viktor’u görmek ister ve askıntılık yaptığında Viktor tokat atar. Bu tokatı ödetmek için Viktor’u önce hastane sonra geneleve göndermek ister, tiyatro kumpanyasını da kaza sınırları dışına. Yolda Rahmi atları ve candarmaları uçuruma sürükler kendisiyle birlikte. Bunu kaymakama tek kurtulan candarma anlatır ama kaymakam kimseye anlatmamasını tembih edip olayı kapatır. Kaymakamın kendi mevkii gücünü kullanarak ahlak dışı davranışlarını anlatıyor. “Öyle adamlar vardır ki, haysiyet, şeref gibi kayıtlara aşina olmadıkları halde, gurur ve nahvetlerine dokunulur, acizleri yüzlerine çarpılırsa kendilerini kaybedecek kadar hiddetlenirler.”
Değirmen
DeğirmenSabahattin Ali · Yapı Kredi Yayınları · 202144,6bin okunma
·
162 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.