Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

(I) Necip Fazıl Kısakürek'in "Visal" İsimli Şiirine Dâir Bir Tahlil... "Edebiyat Otağı; Sayı 6, 2005 / Orhan GÜDEK" (Arzu edenlerle beraber evvela şiire bir kulak verelim: youtube.com/watch?v=MObLcdl...) VİSAL Beni zaman kuşatmış, mekan kelepçelemiş; Ne sanattır ki, her şey, her şeyi peçelemiş... Perde perde veralar, ışık başka, nur başka; Bir anlık visal başka, kesiksiz huzur başka. Renk, koku, ses ve şekil, ötelerden haberci; Hayat mı bu sürdüğün, kabuğundan, ezberci? Yoksa göz, görüyorum sanmanın öksesi mi? Fezada dipsiz sükut, duyulmazın sesi mi? Rabbim, Rabbim, Yüce Rab, alemlerin Rabbi, sen! Sana yönelsin diye icad eden kalbi, sen! Senden uzaklık ateş, sana yakınlık ateş! Azap var mı alemde fikir çilesine eş? Yaşamak zor, ölmek zor, erişmekse zor mu zor? Çilesiz suratlara tüküresim geliyor! Evet, ben, bir kapalı hududu aşıyorum; Ölen ölüyor, bense ölümü yaşıyorum! Sonsuzu nasıl bulsun, pösteki sayan deli? Kendini kaybetmek mi, visalin son bedeli? Mahrem çizgilerine baktıkça örtünen sır; Belki de benliğinden kaçabilene hazır. Hatıra küpü, devril, sen de ey hayal, gömül! Sonu gelmez visalin gayrından vazgeç, gönül! O visal, can sendeyken canını etmek feda; Elveda toprak, güneş, anne ve yar elveda! ‘’(...)Sevgilinin cana canlar katan yüzü her zerreyi perde etmiş, her perdenin altında gizli olan o yüz! Sen âlem diye ancak bir sözdür duydun... Fakat hele bir gel de âlemden ne gördün, onu söyle! Sûretten ne gördün, mânâdan ne anladın? Âhiret nedir? Dünya nasıl bir âlemdir? Söyle bakalım, Simurg nedir, Kafdağı ne? Cennet, Cehennem, A’raf ne demek? O görünmeyen, o bir günü bir yıl olan âlem, hangi âlem? Âlem, bu gördüğün âlemden ibaret değil ya... Âyette ‘’görmediğin şeyler’’ denmekte; işitmedin mi?(...)’’ NECİP FAZIL KISAKÜREK’İN ‘’VİSAL’’ADLI ŞİİRİ Necip Fazıl’ın ‘’Visal’’ adlı şiiri, yoğun bir biçimde tasavvufi ve felsefi derinlikler arz ettiğinden dolayıdır ki, girişte Şebüsteri’nin Gülşen-i Râz’ından bir bölümü iktibas etmek ve Paul Eluard’ın şiir hususundaki mezkur sözünü hatırlayıp zikretmek gereğini duyduk. ‘’Visal’’ adlı şiirin akıcılığı ve kolay okunurluğu, Necip Fazıl’ın şiirinin umumisine şamil olan bir özellik olmasıyla birlikte, mana ve fikirdeki derinlik, herkesçe idrakine varılamayan bir husus olarak karşımızda durmaktadır. Şairin, siyasi ve aksiyoner kimliğinden dolayıdır ki ‘’anlaşılmadan benimsenmiş olmak ile tanınmadan dışlanmış olmak’’ arasında sıkışıp kalması, onu, geniş kitleler tarafından taassupla sevilen, fakat yine geniş kitleler tarafından acımasızca nefret edilen biri haline getirmiştir. Yunus Emre misali herkesçe kolaylıkla okunup ancak herkesçe kolaylıkla anlaşılamayan şairin, hayat ‘’Çile’’si içindeki şiirlerinden bir şiir olan ‘’Visal’’de de aynı hususiyetin bir tezahürünü görmekteyiz. Şiirin, biçimsel olarak tek bir kıt’a gibi gözükmesine rağmen, ikişer mısralar halinde kafiyelenmiş olması, bizi onun beyitler halinde tanzim edildiği düşüncesine götürmektedir. Nitekim şiir okunduğunda da her bir ikişerli mısranın kendi arasında bir anlamsal bütünlük oluşturduğu görülmektedir. Yine de her bir beyitin kendi içerisindeki tekil anlamsal derinliği, beyitlerin, mana itibariyle ‘’visal’’ sözcüğü çerçevesindeki bir bütünde birleştikleri gerçeğini değiştirmemektedir. Şiirin biçimsel özellikleriyle semantik ilişkileri üzerinde, mısralardaki anlam özellikleri belirlendikten sonra durulacaktır. Şimdi şiirin anlam yönü üzerinde duracağız: ‘’Beni zaman kuşatmış, mekan kelepçelemiş; Ne sanattır ki, her şey, her şeyi peçelemiş...’’ Şair, ‘’beni zaman kuşatmış, mekan kelepçelemiş’’ ifadesiyle insanoğlunun mevcut varlık içerisinde, zaman ve mekan mefhumları dışına çıkamayışını, bu kavramlar içerisinde adeta mahpus oluşunu belirtmektedir. Zaman tarafından kuşatılmış ve mekan tarafından kelepçelenmiş olan ‘’insan’’, mevcut şartlar içerisinde, ne zamanın dışına çıkabilme ne de mekanın kelepçesinden kurtulabilme gibi bir imkana sahiptir. Şiirdeki ifade, daha çok felsefi ve tasavvufi bir gerçeğin tesbiti niteliğindedir. Bu fiziksel gerçek karşısında ne ‘’dün’’den geriye, ne de ‘’yarın’’dan öteye gidemeyip ‘’bugün’’ içerisinde sıkışan insan için, yaratıcı denen büyük sanatkara hayran olmaktan başka yapılabilecek hiçbir şey yoktur. Nitekim Maarri’nin ‘’Lüzumiyyat’’ adlı divanının ‘’eb’adın tenahisi’’ adlı bölümünde buyurduğu gibi: ‘’Cebrail, şimşek hızındaki kanatlarıyla bütün ömrü boyunca uçsaydı Yine de ‘Dehr’in (zamanın) dışına çıkamazdı.’’ ‘’Zaman ve mekan’’ insan aklının hadiseleri ve eşyayı kavrayabilmesi için elzem olan iki unsurdur. İnsan aklı, zaman ve mekan şuuru olmadan düşünemez. O yüzdendir ki rüyalarda da eğer bu kavramlar mevcut olsaydı, insanoğlu onu da gerçek olarak algılayabilirdi. Rüyaların gerçek olarak algılanmayışının sebebi, onda ‘’zaman, mekan ve nedensellik ilkeleri’’nin bulunmayışıdır. Aşağıdaki alıntı M.Ö. 4. yüzyıla ait bir metindir. ‘’Günün birinde Çuang Tzu, bir kelebek olduğunu, neşeli, hayattan memnun bir kelebek olduğunu rüyasında görmüş. Bu kelebeğin Çuang Tzu’dan haberi bile yokmuş. Birdenbire uyanmış, bir de görmüş ki, gerçekten Çuang Tzu imiş. Şimdi artık, Çuang Tzu rüyasında bir kelebek mi olmuştu, yoksa bir kelebek rüyasında kendini Çuang Tzu olarak mı görüyor, bunu bilemiyormuş. ‘’ Rüyaların bir gerçek mi, yoksa gerçeğin bir rüya mı olduğu sorusu bize Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ‘’İnsanlar uykudadır; ancak öldükleri zaman uyanırlar’’ mealindeki Hadis-i Şerif’ini hatırlatmaktadır. Gerçeğin, varlıkla perdelenmiş olması, bizim ‘’gerçek’’ diye tasavvur ettiğimiz ‘’şey’’lerin aslında, ‘’mutlak gerçeği’’ örtücü nitelik taşıyor olması, şairin ‘’Ne sanattır ki her şey, her şeyi peçelemiş...’’ mısrasının karşılığı niteliğindedir. Çünkü birinci kullandığı ‘’her şey’’ kelimesi görünen varlığı, ikinci kullandığı ‘’her şey’’ kelimesi ise görünmeyen varlığı ifade emektedir. Dolayısıyla, görünmeyenin, görünenle görünmez kılınması gibi bir tesbit yapılmakta ve insanın gerçeklik algısının geçerliliği sorgulanmaktadır. ‘’Gerçek’’ sanısıyla algılanan varlıklar, aslında birer ‘’peçe’’ veya hakikatin birer remizi’dir. ‘’Her şeyin, her şeyi peçelemesi’’ bize ayrıca insanoğlunun nefsani varlıklarla meşguliyetten ruhani varlıkların farkına varamıyor olmasını, masivaya kapılan insanın maveradan bihaber yaşıyor olmasını da düşündürmektedir. Ancak mısralarda insanlara ‘’fani olan baki olanı perdeliyor görmüyor musunuz!’’ gibi bir nasihat ve uyarı kaygısından ziyade felsefi anlamda ulvi bir gerçeğe işaret etmek ciheti daha ağır basmaktadır. Şairin kendi fikri macerası içerisindeki düşünsel buhranlarından biri olan bu konuyu dile getirişinde ‘’ben’’ sözcüğünü (‘’Beni zaman kuşatmış...) kullanıyor olması, kendi şahsında sembolize edilen konunun -farkında olsalar da olmasalar da- aslında tüm insanlığa şamil bir mesele olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. (...)
·
37 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.