Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

320 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
İnce Belli, Tek ve İki Şekerli Ölüm
Ben yazmaya hiç başlamadım. Henüz ne on dokuz yaşındayım, ne de yazarım. O yaştaki insanlara genellikle şiir yazarlar değil mi? Belki... Ama benim söyleyecek bir  ağız dolusu cümlem var. Büyüteceğim karakterler... "Çünkü beni ölümsüz kılmanızı istiyordum." Bazı şeyleri anlamak için kırkını devirmesi gerekiyor insanın. Boynundaki kıravatı azıcık gevşetmesi, ve yalnızlığını kabul edip sevmesi, her şeyin başladığı şehre her şeyi bitirmek için geri dönmesi, duvardaki bir çiviye bir posteri asar gibi, benliğini çıkarıp asması, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa' yı araması... Bu durumda kimsenin adı Mehmet değil. Tek kişi de değil, sarı olan çizme değil, hiçbir şey de sarı değil. Belki gök gürültüsü kadar korkutucu, belki patates yemeğindeki sefillik kadar gerçek, belki evi kadar eski... Üst komşudan haberi olmayacak kadar bihaber. Ve iyi bir adam olmaktansa, kötü bile olsa bir şair olmak isteyecek kadar hatalı... O ikizleri bulmalı. Bulsa hayatı bir anlam... Hayır kazanmayacak ama bulmalı.... Hep aynı şeyleri onları bulduktan sonra yine yapmalı. Sabah aynı satte kalkmalı. Yüzünü yıkamalı, mutfağa geçip, ocağa çay suyu koymalı, su kaynarken etrafı toplamalı, birkaç saat okumalı, dışarı çıkıp dolaşmalı, dönerken ekmek almalı, birkaç gün yetecek yemek yapmalı, uyumalı, ve uyanmalı... Ha bir ara da pijamalarını giymeli ve çıkarmalı... Gece yatarken pijama giymemek ev sahibine karşı ayıptır çünkü. Bir yerde okudu. Hatırlıyor... Kırkından sonra okumaya başladığı zaman okudu. Unutmuyor... Dostoyevski de okurdu. Ama Dostoyevski patatesin nasıl yenmesi gerektiği hakkında pek bir şey söylemiyordu kitaplarında  ama inceltiyordu ruhu. "Harun ne öğretti sana kitaplar?" "Öncelikle var olduğumu.... Ardından ise yalnız olduğumu..." Şu üç noktalara ne denli uzun suskunluklar sığarsa sığdırdık Harun... Ama bir şehre geç gelen bir yabancının , on yaşındaki bir çocuğun yüzüne kırk yaşındaki bir adamın, güzel biten bir masalın sonuna ölümü sığdıramadık. Bir ömür ve birkaç saat geç kalmıştı... Evde bulamadık. Aziz olasın evlat. Belki su gibi... Çalışkan da olasın. Soyadın gibi... Ya da en iyisi sen sen ol. Aynalarda bıraktığın ve yerinden bulamadığın suretin ol. Eski evine, genç yaşını ve yaşlı ruhunu doldur. Sonra teyzen anneni, baban enişteni, Hande Derya' yı, Macit' i, çocuk odası perdelerini, farkında olmadan birlikte baktığınız inşaatı,  tek sen ve üç romanı, çokça acıyı ve yazarlığını... Ve alt komşunu. Ve ikinizin de sevdiği yalnızlığınızı... Tıpkı caddelerin kustuğu insanlar gibi, senin evin tüm bunları kusuyor Aziz. Evin seni ve senden arta kalan her şeyi kusuyor. Yaşın genç henüz Aziz. Geçen gün ömürden, ama senin pek çok günün var önünde. Bir kenara atacak, bir kutuya koyup, kömürlüğe saklayacak, ince belli bir bardakta tek şekerle çay içecek, Kumral kızı takip edecek, takibi bırakacak, tramvayda karşılaşacak, evde o kanepede sen koltukta sohbet edecek, onu yolcu edecek, beklemediğini itiraf ederek bekleyecek, gelmeyince anlayacak, yine beklemezken bekleyecek, çalan kapıda ölüm haberinin durduğunu bilemeyecek kadar önünde uzun bir ömrün var. "Çünkü beni ölümsüz kılmanızı istiyorum." Harun ister miydi? Tanımıyorum Harun' u. Alt komşu... Sanırım evde yok. Bilmiyorum. Artık inşaat da yok. Nereye bakıyorduk peki biz? Parka.. Çocuklara... Hülya' ya. Çiçekli elbise. Biraz önce öldü... Haberiniz olmasın.. Belki birkaç gün sonra...
Kış Bahçesi
Kış BahçesiGüray Süngü · İz Yayıncılık · 2018650 okunma
··
120 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.