Gönderi

260 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
YEDİ PEÇELİ HİKÂYESİ
Yazmak istiyorum, güzel bir kitabın bıraktığı izler görünsün diye. En iyi ne zaman anlatılır bir kitap? Okuyup bitirince hemen mi, yoksa ateşin altı fazla açık kalmışsa biraz demlenmesi için beklemek mi lazım? Ben sıcağı sıcağına yazmak istedim. Kitabın verdiği hisleri aktarmak, yazarın dünyasına tanıklık etmek ve daha çok kişinin okumasını teşvik etmek için bir yerden başlamak gerekir mutlaka. Bu yöntemin nasıl olacağı bir tercih meselesi. Örneğin bir hikâyeyi öne çıkarabiliriz istersek, okuru da içine katmak için. Nazan Bekiroğlu gibi masalsı bir anlatımdan veya İskender Pala misali aşkın ön planda olduğu bir tarihi romandan bahsedebiliriz. Mademki iki farklı dönem anlatılıyor, bugüne ait dünya sızısıyla başlarız Ayfer Tunç gibi. Fakat sızıyı ondan ödünç almış diyemeyiz, çünkü Ayfer Tunç doğmadan önce yazılmış bir kitap bu. Yedi peçenin her birini kaldıracak cesaretiniz varsa daha derinlere götüreceğiz sizi. Hem bugünün dünya ağrısından bahsedeceğiz, hem de görkemli bir imparatorluğun serhatlerde talihinin ters döndüğü günlere gideceğiz. Sahi sizin peçe var mı yüzünüzde! Eminim maske vardır virüsten korunmak için. Ama bizim bahsettiğimiz o değil! Hani çok az arkadaşınızın bildiği, bazen onların da bilmediği, belki sizin bile bilmediğiniz maskeler. Her birinin çıkması için önemli dönüm noktaları olan. “İmtihan” dediğimiz, “meğer tanıyamamışım” dediğimiz anlardan bahsediyorum. Sizi bir an şaşırtan, sonra hayata başka türlü bakmanızı sağlayan, uyuduğunuz tatlı anları bölen sevimsiz zamanlar bunlar. Kendinizi fildişi kulelerde görmeyin hemen, sadece etrafınızda olan kötülükler değil bahsetmek istediğim, size getirmek istiyorum sözü! Aynaya baktığınızda yüzünüz görünüyor mu, uzaktan belli oluyor mu alnınızdaki çizgiler? Her bir peçeyi kaldırdığımızda ne çıkacağına dair rahat mı içiniz? Peçe demişsek hepsi aynı renk, aynı kumaştan değil. Bizim hikâyemizde “korkaklık peçesi”, “insafsızlık peçesi”, “cimrilik peçesi”, “gaflet peçesi” var. N95 maskesiyle karıştırmayınız lütfen, onlar daha ileri düzeyde tavsiye ediliyor. Hani sizin bazı davranışlarınızın altında yatan peçeler var ya, onları düşünecek cesaretiniz var mı, sahi kaç katlı onlar! Bu kadar da özel bir konu sizi ilgilendirmez diye bir peçe daha örtersiniz belki de. Benim tavsiyem; yediden fazla olmasın, üç katlı olanla bile zor nefes alınıyor, benden söylemesi :) Ah Sinan! Nasıl bir peçeyse bu, takılıp kaldım orda, daha bir sürü şey var söylememiz gereken. İki ayrı dönemden bahsetmemiz lazım öncelikle. Biri şimdiki zaman ki; Ayfer Tunç gibi dünya ağrısından gidebiliriz. Sadece bu şekilde anlatılsa da kuvvetli bir hikâye olurdu. Fakat benim daha çok ilgimi çeken yönü; hikâyemiz Viyana kapısı önlerine kadar gidince, tarihe olan ilgimle ayrı bir bütünlük kazanmış olması. Ben son dönem tarih okumalarımı daha çok Halil İnalcık-İlber Ortaylı ekseninde yaptım. Özellikle de
Halil İnalcık
Halil İnalcık
Hocanın 4 ciltlik Devlet-i Aliyye serisini yöntem olarak çok değerli buluyorum. Ama aklımın bir köşesinde, (her iki hocanın da Kırım asıllı olmasından dolayı) bütün buhran dönemlerinde “hep Kırımlılar mı bizi kurtarmış” diye bir soru işareti duruyordu. Burada Makedonya göçmeni bir yazar gözüyle; serhatlerde, kale ve palangalarda uzun süren var olma mücadelesinde hep bir Kırım hanının varlığına şahit olmak benim içim önemliydi. Viyana kuşatması başarılı olsa tarih bugün nasıl yazılırdı ve Merzifonlu Kara Mustafa Paşa bu tarihin neresinde olurdu, bu apayrı bir konudur. Ama kuşatma öncesi dönem ve buradaki mücadeleyi bu romanın içinde görmekten memnun olduğumu söyleyebilirim. Bunun dışında, anlatımdaki akıcılık ve ahenkle birlikte ritim konusuna dikkat çekmek isterim. Şöyle ki; Biraz önce bahsetmiş olduğum kahramanımızın yüzünden peçenin birer birer kalkması, Belli aralıklarla yapılan “Ağlama,uyu” vurgusu, Yine okuyucuyu sıkmayacak aralıklarla Kerem ile Aslı’ya yapılan vurgular, Ve anlatıma mola verilir gibi, kulağımıza gelen türküler, efsaneler vb. unsurlar anlatıma bir akıcılık katıyor ve her iki hikayenin de canlı kalmasını sağlıyor. Üzerinde durmak istediğim diğer bir konu ise, Doğu-Batı medeniyetlerinin karşılaştırılmasıdır. Peyami Safa kitaplarında sıkça rastladığımız, kısaca Doğu ve Batı şeklinde adlandırabileceğimiz iki farklı yoldan bahsediyorum. Peyami Safa’da ve Tanzimat yazarlarında karakterler bu iki yoldan birini seçer ve bu iki yoldan biri iyi, diğeri kötüdür. Burada ise bir deneme kitabı ağırlığında ve büyük bir hacimle anlatılabilecek bir orta yol üzerinde duruyor yazarımız. Şark ve Garbın kuvvetli ve zayıf yönlerinin olduğundan bahsederek bunlardan sadece birinin alınmasının medeniyet yönüyle kusurlu olacağını anlatıyor. Yunan medeniyetinde bu iki ayrı kaynağın iyi kullanıldığından ve bu iki kaynağa en kolay uyum sağlayabilecek bir Türk olgusundan bahsetmesini ayrıca dikkate değer buldum. Bu iki ayrı dönemin anlatıldığı zaman geçişlerinin, yazılmış farklı hikâyeler üzerinden yapılmasını akıcılığın bozulmaması ve geçişlerde kopukluk olmaması açısından başarılı buldum. Tarih ve medeniyetten bahsediliyor diye kitabın sıkıcı olduğunun zannedilmesini istemem kesinlikle. Son zamanlarda okuduklarım arasında okuma zevki yüksek, edebi yönü ve derinliği en dikkat çekici kitaplardan biri olduğunu vurgulamak istiyorum. Kitabın ana ekseni olan Ciğerdelen Palangasının Estargon kalesinin karşısında olduğunu hatırlattıktan sonra adının aşkı çağrıştırmasının kitaba ne kadar uygun düştüğünü söylemeye gerek var mı? Veremin aşkla beraber anıldığı bir dönemde Ciğerdelen Palangasının içindekilerle beraber yanması başka nasıl izah edilir ki! Hele gözlerin böyle anlatıldığı bir kitapta… “Bir çift can yakıcı ela göz kâinatla benim arama girdi” diyen bir kitapta… #71953907 Kubbealtı yayınlarından daha önce Samiha Ayverdi’nin kitaplarını okumuş, üslubunu, nezaketini ve kültürel birikimini dikkate değer bulmuştum. Kitap vesilesiyle arkadaş olduklarını öğrendim ve üsluplarının ne kadar birbirlerine yakın olduğunu görünce şaşırdım. Yazarla geç tanıştığım için olacak ondan bahsetmeyi de sona bırakmışız. Kitapta aşkı anlatırken erkeği yüceltip körü körüne peşine gittiği sanılmasın. Yazar, kadına ait sorunlar ve psikoloji ağırlıklı yazılarıyla ön plana çıkmaktadır. Avrupada felsefe üzerine doktora yapmış bir isim Safiye Erol. Bunu hikâyenin derinleştiği anlarda fark edebiliyorsunuz. Son olarak söylemek istediğim, kitapta her ne kadar tarih, medeniyet, savaş ve mücadele varsa da, aslolan aşktır. Bu aşk iki farklı dönemde farklı kaynaklardan beslense de, isim benzerlikleri gibi sizi aynı yola çıkaracaktır. Yazar kitabın son satırlarında orta kata çağırıyor bizi. Son paragrafta yine bir yürek sızısı, demek ki çok da değişmiyor dünya. Sızı hep duruyor olmalı aynı yerde. Takın maskelerinizi, içinize attıklarınız dışardan görünmesin…
Ciğerdelen
CiğerdelenSafiye Erol · Kubbealtı Neşriyatı · 20031,112 okunma
··
1 artı 1'leme
·
3.392 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
11 öğeden 11 ile 11 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.