“Gündüzün koridorda ve merdivenlerde aralıksız bir gidiş geliş vardı. Paraşütçüler kuşkulu tutukluları önlerine katarak hiç acımadan sürüp götürürlerdi. Sonradan öğrendiğime göre her katta zindan hücrelerine çevirdikleri odalarda on beş yirmi kişi tutuyorlarmış. Tutuklular ya yerde yatıyor ya da üçü dördü bir yatağı paylaşıyordu. Karşıki evlerden görünmesin diye pencereler kalın perdelerle örtüldüğünden, içerisi daima zindan gibiydi. Günler, haftalar ve bazen aylarca ya sorguya çekilmelerini ya kampa, hapishaneye götürülmelerini ya da “kaçmaya teşebbüs halinde” sırtlarından vurulmalarını bekliyorlardı.
Günde iki defa, saat ikide ve sekizde –unutulmazlarsa– kuru peksimet, sabah ve akşam beşte de efendilerimizin artıklarından yapılma birkaç kaşık çorba veriyorlardı. Yemeğin içinden bir defa kurt çıktı, başka bir sefer de kâğıt etiket ve taş parçaları.”
(..)
“Fakat “Temizleme Merkezi” asıl geceleri canlanırdı. Harekât hazırlıklarını duyardım. Koridordan ayak sesleri, silah şakırtıları ve Ir–’ın verdiği emirler duyulurdu. Sonra pencereden başka sesler. Avluda cipler harekete geçerdi. Hareket sırasında yakaladıkları “kuşkulu”larla dolu araçlar dönene kadar her şey sessizdi. Görüş alanımdan geçerken yakalananları görürdüm. Çoğu delikanlıydı. Giyinmelerine bile meydan vermemişlerdi. Çoğu pijamalı ya da çıplak ayaktı. Aralarında bazen kadın da bulunurdu. Bunlar binanın sağ kanadında hapsedilirdi.”
“Bir gece üstümdeki odada birisine işkence ettiler. Sesinden anlaşıldığına göre ihtiyardı. Bir yandan acıyla haykırırken bir yandan da “Yaşasın Fransa!” diye bağırıyordu. Böylece işkencecilerini yatıştıracağını sanıyordu herhalde. Fakat onlar işkencelerine devam ettiler ve kahkahaları bütün binayı çınlattı. Ir harekâta çıkmadığı zamanlar, adamlarıyla birlikte daha önce yakalanan “kuşkulular” üzerinde çalışırdı. Gece yarısı ya da sabaha karşı hücrelerden birisinin kapısı birden açılır ve paraşütçülerden biri bağırırdı: “Haydi bakalım murdar herifler!” Bir, iki, üç isim sayardı. Çağrılanlar kendilerini neyin beklediğini bilirlerdi. Daima cevap gelmez ve paraşütçü, isimleri tekrarlamak zorunda kalırdı. “Demek gelmek istemiyorsunuz ha eşşoğlu eşşekler!” diye deli gibi ulurdu. Çağrılanlar ayağa kalkarlar ve ardından, inen yumrukların sesi gelirdi. Bir gece Ir– bütün odalara bir den saldırmaları için adamlarını salıvermişti. Ellerinde sopalar hücrelere daldılar. “Kalk ayağa!” Hücremin kapısı şiddetle açılarak arkasına çarptı ve böğrüme bir tekme indi. Koridordan geçen Ir– beni gördü ve “Hayır onu değil” diyerek hücremin kapısını kapadı. Çizme ve yumrukların çıkardıkları seslerle acı çığlıklar sabaha kadar sürdü.