Evet, ciğerimiz kalmamıştır diyerek başlamayı tercih ettim, zira bitirince o tavana uzun uzun bakıp yüreğinizdeki hüznü belki bu şekilde açıklayabilirsiniz.
Nazım, Gorki için: "Gorki, insanlar yaşadıkça yaşayacaktır. Çünkü yeryüzünün en büyük şairidir."demiştir. Aslına bakılırsa Gorki'yi tanımak için otobiyografik yapısı olan 3 eseri yani Çocukluğum, Ekmeğimi Kazanırken ve Benim Üniversitelilerim romanlarını okumaya karar verdim. Ardından "Çocukluğum" adlı romanını okumaya başladım.
5 yaşında bir çocuğun hikayesi anlatılmaya başlamışken ister istemez koltuğa yaslanıp okumanın ötesinde dikkat kesilmek gerekirdi. Fakat sayfaları çevirdikçe bu dikkat yerini ürpertiye bıraktı. Gorki'nin neden acı anlamına gelen Maksim adını aldığını her paragrafta tekrar anlıyorsunuz.
O dönem ki Rusya'da kadın yaşamının ne denli hiçe sayıldığı bunun yanında kadınların bu durumu kanıksayıp "erkektir yapar" mantığına büründüğünü görmek dahası üzerinden on yıllar yüzyıllar geçse de bazı şeylerin canlılığını korumasının ne denli felaket olduğunu görüyorsunuz.
Yazarın, çocukluğuna dair bunca anıyı zihninde tutması - ve bunu yazarlık becerisiyle yoğurup sunması- öyle sanıyorum ki o zorlu çocukluk yıllarının bilinçaltında bıraktığı enkazı ortaya koyuyor.
Bunca yoksulluk, sefalet, parasızlık belki de Maksim Gorki'nin neden yıllarca "emek" diye bağırmasını, sesini duyurmaya çalışmasını anlatıyordur.
Başlayınca bırakamayacağınız ve "dünyayı çocukları verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi" çığlığını yüreğinizde hissedeceğiniz bir esere merhaba deyin. İyi okumalar...