Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

104 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
7 saatte okudu
Aristokrat bir aileden gelen orta yaşlı yazarımız Gustav Aschenbach üzerinden yapılan sanatçının dehası üzerine aforizmalarla başlıyor kitap. İlk iki bölüm bu konuyla ilgili, sanat ve sanatçı üzerine bir miktar felsefe içerdiği için yavaş okunabilir ama yavaş da okunmalı kanaatimce çünkü buradaki fikirler kitabın ilerleyen sahnelerinde karşımıza ete kemiğe bürünüp ortaya çıkıyorlar. (Makale yazarken önce teoriyi verip sonra olayı anlatmak gibi olmuştu biraz. Bu yüzden zayıf bir nokta olarak gördüm.) Gustav bir yazar ve yazdığı önemli bir karakterinden bahsederken şöyle diyor: "Bir iç oyuluşunu, biyolojik çöküntüyü herkesin gözünden son ana kadar saklayan zarif bir nefse hâkimiyet; için için yanan ateşi körükleyerek saf bir alev haline getirmeye, hatta yükselerek güzellik ülkesinde egemen olmaya gücü yeten o sarı, yaya kalmış çirkinlik; küstah bir kavmi haçın ayaklarına, kendi ayaklarına çöktürme gücünü ruhun tutuşmuş derinliklerinden alan o rengi uçuk dermansızlık; biçimin boş ve katı hizmetindeki o nazik tavır; o sahtekâr ve tehlikeli hayat; o doğuştan kalpazanın, sinirleri tez yıpratan özlemi ve ustalığı…" Burada resmen Gustav kendini anlatıyor gibiydi. Düşününce Thomas Mann, kendi yazdığı karakterinde kendini, yazdığı karakter Gustav da yazdığı karakterde kendini anlatmış. Kendini anlatan yazar inception’ı adeta. Kitap daha baştan neyin esas konu olduğuna dair sinyalleri veriyor. Gustav, mezarlık karşısında bir tren istasyonunda beklerken etrafta gördüğü her şey (kilise, cenaze levazımatçısı filan) ona altan alta ölümü düşündürürken, bir anda yabancı olduğunu düşündüğü bir adam görüp içinde yolculuk arzusu duyuyor. Gustav kaçmak istiyor, hem son zamanlarda ortaya çıkmış dahi bir sanatçı olarak yetersizliğinden, hem de artık hiç de genç olmadığı için ölümden. Gustav’ın en büyük sorunu yaşlanmak, ölmekten daha büyük bir sorun. O gencecik çocuğa duyduğu aşkın esas kaynağı da ondaki o muhteşem gençlik, enerji ve yaşama karşı ilgi değil miydi? Adeta kıskanıyor bu gençliği, onun hasta olup yakında ölebilme ihtimalini düşünmek Gustav’ı rahatlatıyor. Gerçi bu aklıma Lacan’ın sevmek yok etmek istemektir iddiasını getirdi ve ek olarak, kendimizdeki eksikliğe sahip olanı severiz iddiası da gelebilir. Venedik’e giderken yaşlı olup genç gibi davranan, makyaj yapmış saçını boyamış adamdan tiksinecek kadar rahatsız olması; ve en sonda kendisinin de gençleşme arzusuyla kendini berberin ellerine bırakıp o adam gibi olması fazla trajikti. Öte yandan, Gustav, koleranın yayıldığını bilmesine rağmen Tadzio’yu görmeye devam etmek için şehirde kalır. Bir de o eski idealist hayatının sıkıcı katılığına karşın, yeni kişiliğinin daha marjinal ve heyecanlı yaşamını bırakmak istemez. Nihayet, Venedik’teki ölüm yalnızca Gustav’ınki değildi, aynı zamanda kolerayla birlikte terkedilen ve bir çöplüğe dönüşen o güzelim masalsı Venedik’te öldü. “Varlığın ölümlülükle ruhlandırılışı insanda mükemmelliğe ulaşır. Bu onun yalnızca ruhu olması değildir. Her şeyin ruhu vardır. Ama onunki ‘var olma’ ve ‘ölümlülük’ kavramlarının dönüşebilirliliği ve zamanın büyük nimeti hakkındaki en uyanık ruhtur.” Kitaptaki diğer bir önemli bir tartışma da sanatçının ahlakiliği. Önemli çünkü uzun bir süre gencecik bir çocuğa duyduğu ilginin aşkın pek de etik olmadığının farkında olan Gustav, önce bunu reddetmeye çalıştı. Sonra anladığında ise elbette kendine bahaneler buldu. “...güzellik duygusunun ve eserlerine bundan böyle açık, hatta zoraki bir ustalık ve klasiklik damgası vuran o soylu duruluk, sadelik ve biçim verme oranının neredeyse aşırı derecede artışı, acaba bu “yeniden doğuş”un, bu yeni vakar ve erdemliliğin düşünsel bir sonucu muydu? Fakat bilmenin, insanı eriten ve engel olan bilginin ötesinde ahlak azmi, yine aynı şekilde bir sadeleştirme, dünyanın ve ruhun ahlakça basitleştirilmesi, buna göre kötülüğün, yasak olanın, ahlak bakımından yapılmaması gerekenin yapılmasını teşvik anlamına da gelmiyor muydu? Biçimin iki yönü yok muydu? Biçim hem ahlaki hem de ahlakdışı değil miydi? Biçimin iki yönü yok muydu? Biçim hem ahlaki hem de ahlakdışı değil miydi? Biçimin ahlakiliği, nefse hâkimiyetin ifade ve sonucu oluşu yüzünden, fakat doğası gereği de ahlaka karşı bir kayıtsızlık anlamını kapsadığı, hatta ahlakı mağrur ve mutlak egemenliği altına almaya çalıştığı için ahlakdışı, hatta büsbütün ahlaka aykırı değil miydi? (s.23) Evet Gustav farkındaydı, monologlarında görebiliriz bunu: “Fakat biçim ve masumluk, Phaidros, insanı sarhoşluğa ve ihtirasa götürür. Erdemli kişiyi, kanındaki soylu iffetinin alçakça bulduğu korkunç duygu cinayetlerine bile sevk eder, uçuruma, evet, bunlar da uçuruma sevk eder. Biz şairleri oraya götürürler, diyorum, çünkü kendimizi yüceltmek elimizde değil bizim, biz sadece azmasını biliriz.” Bu ahlak tartışması, filmde kitaptan daha açık ifade edilmişti diye düşünüyorum. En azından ben filmi izleyince daha net anladım Başta Gustav nasıl da bir erdemlilik iddiasındaydı ve sonrasında bundan nasıl vazgeçmek zorunda kaldı. Gustav'ın bu olayı yaşamadan önce ne kadar katı bir akılcı ve ahlakçı olduğunu hissettim ve Tadzio’dan sonra nasıl değiştiğini de, bu nokta kitapta da iyi verilmişti. Gustav’ın belki kendine en güvendiği nokta, en büyük zaafına dönüşüyor. Ve tabi ki Tadzio’nun tanrısal güzelliği de bir sanatçı için ayrıca çekim merkezi. Eski Yunan edebiyatında da aşkın nesnesi erkektir, güzelliğiyle ünlü Narcissus erkektir, aşk tanrısı olan Eros erkektir. "İki kişi yatıyordu: biri yaşlıca, öteki genç; biri çirkin, öteki güzel; sevimlinin yanında bilge! Nükteli iltifatlar, gönül çelen şakalar arasında Sokrates, Phaidros’a özlem ve erdem üzerine ders veriyordu." (Son not: Behçet Necatigil’e saygımız sonsuz ama çeviriyi pek beğenmedim. Bazı cümleler çok zorlama duruyordu.)
Venedik'te Ölüm
Venedik'te ÖlümThomas Mann · Can Yayınları · 20073,613 okunma
·
40 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.