Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

235 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
Açlık
2020 #SonİftarıBeklerken size biraz Açlık’tan bahsedeyim. Öncelikle henüz bu kitabı okumamış olan varsa mutlaka okumasını tavsiye ederek, yine bu paylaşımımda spoiler olabileceği uyarısında bulunmuş olayım. Bu kitaptan önce Martin Eden’i okumuş olmam da ayrı bir tevafuk. Zira hikâyeler birbirine çok benzer. Dahası Andreas hikâyenin sonunda bulunduğu yeri gemiyle terk ediyor ama sonu Martin Eden gibi olmuyor neyse ki. Evet, kahramanımız adı, Andreas Tangen. Bu ismi kendisi uyduruyor, gerçek adı değil ve kitapta da gerçek adı geçmiyor. Kitap, “Yumruğunu yemedikçe kimsenin bırakıp gitmediği o garip şehir, Kristiania'da, karnı aç, başıboş dolaştığım zamanlardı…” diye başlıyor ve devam ediyor. Açlık… Öyle bir açlık ki günlerce yemek yiyemeyen bir adamın hikâyesi. Böylesi bir açlığa karşı yaşam mücadelesine devam eden, tıpkı Martin Eden gibi tüm umudunu kelimelerine, yazdığı hikâyelerine bağlayan gururlu bir adamdan bahsediyorum. Andreas, kiralamış olduğu bir odada aç ve sefil hayatına devam etmektedir. Birkaç gazeteye gönderdiği yazılardan gelecek paraya umut bağlamıştır. Para bulduğunda pansiyonda kalır, bulamadığında sokaklarda, parklardaki banklarda sabahlar. Yazılarını çoğu zaman parklarda, sokaklarda yazmaktadır veya başını sokabileceği herhangi bir dört duvar arasında. Andreas’ın da hayali Martin Eden gibi yazmış olduğu kitabı bastırmak ve yayımlatmaktır. Andreas, çok aç kaldığı zaman üstündeki eski püskü giysilerini satarak karnını doyurmaya çalışmaktadır. Hayal gücü oldukça geniştir. Açlığı hangi seviyede olursa olsun asla yazmaktan, yazarlıktan asla vazgeçmez. Yazma tutkusu ona inanılmaz şeyler yaptırır. Sürekli zihnindeki kurgularla gerçeği birbirine karıştırır. Andreas, iş bulmak için başvurduğu her yerden reddedilir. Açlığı ilerlemeye devam eder. Kiralık olarak kaldığı odanın ücretini ödeyemez ve çok gururlu olduğu için utanır bu durumdan. Bu sırada bir gazeteden yayımlanmış olan bir yazısı için 10 kron(Norveç para birimi) gelir. Andreas, mutlu bir şekilde ilk olarak kirasını öder ve biraz rahatlar. Tabi bu uzun süremeyecektir. Yine parasızlık, yine açlık… Açlık bu sefer dayanılmayacak hâle gelmiştir. Battaniyesini görülmeyecek şekilde –onu battaniyesiyle sokakta kalmış zannetmesinler diye- paketler ve odayı ter eder. Açlık dayanılmayacak hâle gelmiştir. Sokaklar soğuktur ve bazen yağmura tutulur. Soğuk ve açlığın etkisiyle zihni bulanır, hayaller görür. Bu sefer çözüm olarak gözlüğünü rehineye vermeye çalışır fakat rehinci kabul etmez. Gururundan dolayı hiçbir yardımı da kabul etmez. Açlıktan ne yapacağını şaşırmış durumdadır. Artık yerde bulduğu bir portakal kabuğunu kemirmek zorunda kalır. Dilinin altına bir taş koyarak açlığını bastırmaya çalışır. Açlık ileri seviyelere varınca gururunu bir kenara bırakıp dilenmeye kalkışır; fakat bir şey elde edemez. Açlıktan mecali kalmamıştır. Rehineye gidip ceketinin dört düğmesini vermeye çalışır. Adam, bunu da kabul etmez. Oradan ayrılırken bir dostu ile karşılaşır. Arkadaşı da fakir biridir. Fakat ona acır ve bir miktar para verir. Andreas, bir hafta tok gezer. Andreas'in gazeteye verdiği yazılar da üslubu ağır gerekçesiyle yayımlanmaz ve akabinde yine açlık günleri başlar. Sefaletin pençesine düşmüştür. Açlık dayanılmaz boyutlara gelince parmağını ısırır ve kanını emerek yaşamaya çalışır. Her şeye rağmen yazmaktan asla vazgeçmemektedir. Andreas, sokaklarda yaşadığı sürece bir sürü olaya şahit olur, bazen kendini olayların içinde bulur. Tanıştığı insanlara dair kafasında hikâyeler kurgular, bu kurguları yazıya geçirir. Hayal edip yazmayı çok sevmektedir. Kafasında kimi zaman hayal ile hakikat birbirine karışmaktadır. Yazı yazarken mumu biter. Bakkaldan ödünç mum istemeye gider. Orada bir kadınla karşılaşır. Bakkal, kadının verdiği parayı Andreas verdi zannederek paranın üstünü Andreas'in avucuna bırakır. Andreas, aç olduğu için almaya mecbur kalır ve ilk hırsızlığını yapar. Parayı kaptığı gibi bir lokantaya gider ve karnını doyurur. Fakat midesi uzun zamandır açlığa alıştığı için yemeklerin hepsini yolda çıkarır. Yolda bakkalda gördüğü kızla karşılaşır ve onunla uzunca sohbet eder. Kıza âşık olmuştur. Yalnız kızın hayal mi gerçek mi olduğundan emin olamaz. Yolda bir ekmekçi arabasının ona çarpmasıyla küçük bir kaza geçirir ve ayakları biraz ezilir. Andreas, artık açlıktan ne yapacağını bilemez. En sonunda bir kasaba gider ve köpekleri için kemik ister. Kasaptan aldığı kemikleri kemirerek açlığını gidermeye çalışır. Yollarda onun perişanlığına acıyan bir komutan ona para verir. Böylece açlıktan ölmekten kurtulur. Bir süre karnını bu parayla doyurur. Sonra yine parasızlık ve açlık… Andreas'in, artık açlıktan yazmaya mecali kalmamıştır. Pansiyon sahibi de artık parayı ödemediği için onu çıkarmak istemektedir. Bir akşam, kendini kapıda bulur. Artık dayanacak gücü kalmamıştır. Rıhtıma gider ve İngiltere'ye gitmek üzere bir gemiye tayfa olarak yazılır. Hayallerinden ayrılarak İngiltere'ye doğru yol alacak gemiye biner. Geminin güvertesinde yorgun ve bitkin bir halde şehre son bir defa bakarak Kristiyanya’ya veda eder… Evet, hikâye özetle böyle. Başta dediğim gibi eğer okumuşsanız Andreas’ın hikâyesinin Martin Eden’in hikâyesine ne kadar benzediğini göreceksiniz. Kitap açlık ve gururun mücadelesini anlatıyor. Açlık ve gurur… Bu kitabın elime nereden geçtiğini hatırlamıyorum. Fakat kitabı elime ilk aldığımda üniversitedeydim. Bir ağabey; kitabı hissetmek, anlamak istiyorsan onu açken okumamı tavsiye ederim, demişti. Haklıydı. Ben de kitabı ilkin Ramazan’da iftarı beklerken okumaya başlamıştım. Kitabı okuyunca anlamıştım ki aslında benim oruçlu halimdeki açlık kitaptaki kahramanın açlığının yanında fazlasıyla tok kalıyordu. Zira benim açlığım bir tokluğun habercisiydi. Belli bir süreydi yani. Birkaç saat sonra yemek yiyeceğimin bilincinde olmanın verdiği bir açlık... Andreas’ın açlığı ile kıyaslanamazdı tabi. İtiraf etmek gerekirse kitabı okurken ara ara buzdolabını açıp şöyle bi etraflıca süzdüm. Sonra dönüp kitaba devam ettim. Galiba kitap etkisini az da olsa bu şekilde gösterdi. Bana göre kitabın en can alıcı cümlesi; “Bütün ömrüm bir mercimek çorbasına fedadır.” Andreas’ın, açlığın ete kemiğe bürünmüş halini, yaşamış olduğu açlık ve sefaleti özetleyen bir cümle. Yine birçok kitapta olduğu gibi bu kitabı okurken kafamdan farklı yazar ve şairlerin sözleri gidip geliyordu. Andreas bir bankta aç bir şekilde uyurken bir polis memuru onu uyandırıp “Burada uyumak yasaktır.” deyince Andreas’ın adına “Burada oyun oynamıyoruz, acı çekiyoruz.” diye haykırdım Oğuz Atay’dan. Açken bile özgürce bir köşede uyuyamıyorsun. Cioran’ın “Özgürlük afiyette olanların safsatasıdır.” sözünü hatırladım sonra. Kitabın yazarı Knut Hamsun bir Nazi taraftarıymış. Denilene göre bu Nazileri destekleyip hatta ülkesinin Nazilere direnmemesini söylüyormuş. Naziler ülkesini işgal ederken de desteklemeye devam etmiş. Hatta almış olduğu Nobel Ödülü’nü bile Hitler’e hediye etmek ister. Knut’un ilerleyen yaşlarında şöyle bir şey olur; "Bir sabah, genç bir Norveçli, elindeki Hamsun kitabını yazarın evinin önüne bırakıp sessizce uzaklaşır. Bir süre sonra biri daha kitap bırakır aynı yere. Sonra biri daha, biri daha, biri daha... Oslolular ellerindeki Hamsun kitaplarını yığarlar yazarın kapısının önüne. Ne bir arbede yaşanır, ne de kötü bir laf edilir. Kırgın Norveçliler kitapları sessizce bırakıp dağılırlar. Adeta kendi kitaplarından bir dağ oluşur Hamsun'un bahçesinde. Bu zarif tepki, doksan küsur yaşındaki yazara ömrünün en acı dersini verir. Pişman, mutsuz ve utanç içinde yumar hayata gözlerini…" Öyle işte. Şöhrete kavuşmak her ne kadar çileli, dikenli olsa da onu kaybetmek bilakis çok daha kolay olabiliyor. Knut’un Açlık kitabından ne kadar çok etkilendiysem de Osluların bu zarif tepkisine selam ediyorum.
Açlık
AçlıkKnut Hamsun · Varlık Yayınları · 196827,8bin okunma
··
33 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.