Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

- " (…) Rahmetli Sülbiye Gider teyze… Karşımızda, en büyük oğlu rahmetli Faik Gider amca ve Hüsniye Gider yenge ile oturuyor… Bu tek katlı şirin evin arka bahçesinde de bir ev var; orada da en küçük oğlu Bedri ağabey ve Zehra yenge… Yanlarında, baştan kerpiç ve iki katlı, sonradan üç katlı inşâ edilen beton binada da, rahmetli Memduh amca ve Kadriye yenge ile, Kadri amca ve Mukadder yenge… Yani, rahmetli Rıfat Gider dede ile Sülbiye Hanım, 4 oğlan çocukları ve gelinleri ile birarada… Ve dokuz tane de torun!.. Geniş aile, bütün unsurlarıyla Rıfat dede ve Sülbiye teyzenin etrafında döner… Hali vakti yerinde, mahallede ve şehirde çevresi olan, eşraftan bir aile tipi!.. Sülbiye Hanım teyze, mahallenin "kaymakamı"… Kadın çevresinde, geliş gidişi kontrol edere benzer otoriter bir havası vardır!.. Rıfat dede ile Sülbiye Hanım’ın tanışmaları, daha doğrusu Sülbiye teyzenin onu tanıması şöyle olmuş: Genç kızken, bir kadına herkes bahtını baktırırken, o da baktırmış ve o zaman hiç tanımadığı Rıfat dedeyi tastaki suda görmüş!.. Rıfat dede, çarşıdan bir şeyler yüklenmiş, yolda yürürken!.. Gel zaman git zaman, çeşitli vesileler ağı çerçevesinde evlerinin kapısı çalınıyor, görücüler geliyor; ve suyun içinde seyrettiği adamın canlısını karşısında görüyor!.. Dehşet bir vakıa!.. Ben İstiklâl mahallesindeki sokağımıza geldiğimizde, 5-6 yaşlarındaydım… Bir sene sonra kendi yaş grubumun ve küçüklerin önünde çete başı… Mahallenin bizden bıkkın büyüklerinin başında da, Fikri amca var… Bizi sokak sokak kovalar… Bu kovalamaca 12 yaşına kadar sürdü… Bir gün, her zaman olduğu gibi, "kavga var!" diye evden çağrıldım… Sokağa fırlayınca ne göreyim?… Sağ kolum Erkan, kafasından kan sızan Fikri amcanın kafasına sopayla mütemadiyen vuruyor; ve öyle kudurmuş ki, ne ablası, ne orada bulunan birkaç kadın, ne de çocuklar onu zapt edemiyorlar!.. Derhal müdahale ettim ve benle kapışmayı göze almamasından istifade, elinden sopayı aldım; sonra da "Fikri amca büyüklük sende kalsın!" diye, Fikri amcayı onore ediyorum! O kadar içli ve çaresiz insanın minnettarlığıyla dolu bir sesle bana "peki evladım, peki evlâdım!" dedi ki, şu ân bile içim titriyor!.. Ne tuhaf… Eğer bir daha bizi kovalarsa onu dövmeyi kararlaştıran benim; sonra da bu hâlim!.. Fikri amca, o zamanlar 50 yaşlarında… Sol ayağında belli belirsiz bir aksaklık, yürürken yalpalaya yalpalaya gelen bir görüntü çiziyor… Bir zaman sonra bu amca, mizacımın, kuvvetli saldırgan tarafına değil de, yufka ve içli tarafına hitab edebilme sırrını sezdi… Tatlı sesli ve sözlü, şefkatli tavırlarıyla, benim son derece muhabbet ve hürmetimi kazandı; aslında kendisi de buydu, konu komşu yardımına koşmayı sever, cenazeye ve hastaya yetişir, kendini ibadete vereli beri de o yolda güzel örnekler sergilerdi… Bir gün kapı önünde otururken, bana nasihat etti ve sordu: - "Oturma yavrum taşlara, oturma; sonra çok çekersin!.. Sen niye tek başınasın?" - "Arkadaşlar camiye gitti Fikri amca!" - "Aaa!.. Sen niye gitmedin?" - "Benim kitabım yok!" Onbeş dakika sonra ben yine aynı noktadayım… "Bi koşu" kitap alıp gelmiş Fikri amca, onu bana uzattı: - "Artık kitabın var, bundan sonra sen de git emi!" Ruhuma büyük temel çivisi çaktı ve delikanlılığa doğru serpilirken, bana hep takdirkâr ve hayranlık gözüyle baktı… Beni çok severdi; kalb kalbe karşıdır ya!.. Delikanlılık çağımın genel geçerli efeliği içinde, yaşlılara karşı çok hürmetkârdım… "İzzet, mahalleye eziyet!" tekerlemesinin sahibi olan bir dede de dahil, o yaşlarda beni çok severlerdi… Elden ayaktan düşmüş Rıfat dede, bir gün evdekileri bana şikâyet edeceğini söyleyerek tehdit, ediyor… Onun vefatından bir sene sonra da, Sülbiye Hanım yatakta… Günden güne eriyor… Ben her gün onu ziyaret ediyorum, elini öpüyorum, hatır soruyorum; Sülbiye Hanım teyze, benim mahalledeki havama nazaran hâlâ itibarda bulunduğunun memnuniyetini yaşıyor… Birgün: - "Oğlum, kestir şu saçlarını be!" Bir-iki saat sonra, uzun saçlarım kesilmiş olarak ona uğradım: - "Sülbiye Hanım teyze, bak hiç kimseyi dinlemedim, yalnız senin sözünü dinledim!" Kadıncağız, vefat ettiği bir ay sonraya kadar her kendisini ziyaret edene beni anlatıyor ve övünüyor: – «Hiç kimseyi dinlemez!.. Ben söyledim diye koşup kestirmiş, elimi öptü!.. Bir tek beni dinledi!.." Rahmet!.."
Sayfa 139 - 142 İBDA YayınlarıKitabı okudu
·
31 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.