Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

204 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
Mezarlıktan filozofların, kahramanların zihinlerine yolculuk
Ah, ah… nerede o eski tasavvuf düşüncesi, nerede hakikat yolculuğunda ömür süren cesur insanlar… Kısa bir hayıflanmanın ardından A’mâk-ı Hayal’e dönelim, bunun için de biraz yazarımızı tanımakla başlayalım: Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi, eğitimini Galatasaray Lisesi’nde tamamlamış olmakla birlikte tasavvuf büyük bir ilgi duymuştur. Aynı zamanda Vahdet-i vücud inancına da bağlılığını A’mâk-ı Hayal isimli kitabında da göstermiştir. Yeri geldiğinde istibdat dönemini, yeri geldiğinde de İttihat ve Terakki, masonları ve siyonizmi eleştirdiği için dergileri kapatılmış, sürgünler ve kaçışlarla dolu bir hayat yaşamıştır. Tabii bu süreç içinde Darülfunun’da felsefe hocalığı görevini de belirli bir süre sürdürmüştür. Yazarımız Vahdet-i vücud inancını A’mâk-ı Hayal’de manevi hikâyeler eşliğinde işlemiştir. Hattâ sadece manevi hikâyelerle kalmayıp, felsefe, din tarihi, siyaset, mitoloji ve tarih gibi alanlarla da epeyce kuvvetlenmiştir. Peygamberler, mitolojik kahramanlar, Sokrates, Eflatun, Aristo, Pisagor, Konfüçyüs, Hürmüz, Ehrimen gibi isimler havada uçuşmaktadır, yakalayın yakalayabildiğinizi!! Sadece Vahdet-i vücud inancıyla sınırlandırırsak büyük bir ayıp yapmış oluruz çünkü bu kitapta güncelliği hâlâ korunan varoluşsal sorular da oldukça yoğun bir şekilde işlenmektedir. Descartes’çı şüphecilikten tutun da nihilizme kadar geniş kapsamlı felsefeci düşüncelerine değinen sorgulama tarzına erişebiliyoruz. Ben kimdir? Var mıyız? Yaşamanın anlamı ne? Saadet nedir? Neden aşk var? Neden sefalet var? Neden zevk var? gibi gibi sorularla bizleri meşgul eder ve pek tabii cevapsız olarak kalmasıyla yeni satırlarda sürüklenmeye davet eder. Sorular, sorular… bir at sineği edasıyla sürekli bizi rahatsız eder, ama işlediği felsefe neticesiyle rahatsızlığını huzura kavuşturma adına cevaplar da aranmaya çalışılır. Bir nevi yaşamın nasıl yaşanması gerektiğinin kapılarını da bizlere açar. Tabii ki bu kapının ardındakiler yazarımızın zihninin parçacıklarından oluşmuştur. Araştıran, bilgi ve hakikat peşinde koşan insanların mutsuzlukla karşılaştığını, cehaletin mutluluk getirdiğini alttan alta işler. “Gaflet ve cehalet. İşte varlığın iki saadet imkânı.” (sf.124) Öğrenmenin, bilginin ve sorgulamanın sonucunda çevresine ayak basan insanlar, diğer insanlar tarafından delirmiş bir şekilde karşılanır ve bir nevi sorgulamanın delilik olduğu düşüncesi akıllarında yer eder. Yazarımız bu duruma karşı epey içlidir. Buyurun bu durumu kendi dizeleriyle görelim: “Körün unvanını arif koyarak Görenin ismine divane denildi Nice efsaneleri saydırmış ilim İlm ü irfanına efsane denildi” (sf.164) ve hemen ekleyelim: “Ne tuhaf! Akıllıya deli denilir âlemde / Akla cinnet derler. Bu ne saçma bir söz, bir kuruntu ve efsundur.” (sf.163) Yazarımız aynı zamanda sonsuzluk ve ölümsüzlük düşüncesi karşısında epey dehşete uğramış görünüyor. Ahmed Hilmi’ye göre yaşama anlamını veren ölümdür. Aynı zamanda yokluk ve varlığın bir olduğunu kitap boyunca bizlere anlatmaya çalışır. Sonsuzluk ile birlikte arzularımızın, zevklerimizin birer sıradanlık hâlini alacağını ve bu durumun içler acısı bir duruma dönüşeceğini düşünmektedir. Biraz da onun satırlarında gezerek durumu daha iyi kavrayalım: “-Âb-ı hayat aramaya gitmek mi istiyorsun? -Evet. -Çok şey! Dünyada belasını arayan adam da varmış! -Âb-ı hayat... -Tasavvuru mümkün olan belaların en büyüğü, akıl edebileceğimiz azapların en müthişi. -Ebediyen yaşamak ha! -Şüphe yok. Bu âlemin bütün zevki yokluk ümidiyle vardır.” (sf.112) “-Zevk sabit değildir ve geçicidir. -Şüphesiz. Ama sabit olmayışı, ölüm sebebiyledir. Bir kere ölüm kalksa, zevk de sabit ve daim olur. -Çok yanlış... Pek çok. Bilakis o vakit zevk dayanılmaz bir azap olur.” (sf.113) Aynı zamanda yazarımız hiçliğin bir cennet olabileceği düşüncesiyle uğraşıp durmaktadır. “Tanrım! Bir unutuş ânını lütfet / Bir hiçlik ânı, adsız sansız bir an.” (sf.116) Dostoyevski: “İnsana saygımı korumak için insanlardan uzak duruyorum,” diyor. Bakalım Filibeli Ahmed Hilmi ne demiş: “Ben insanlardan o kadar çok ihanet gördüm ki onlara fenalık etmemek şartıyla şu huzur veren şekilde ömrümü geçirmeyi daha uygun buldum.” (sf. 182) Anlatmaya çalıştığımdan çok daha yoğun bir eser olduğunu düşünüyorum, söylediklerime bir fazlasını ekleyerek yorumlamanız pek de lüzumsuz olmayacaktır diye düşünüyorum, keyifli okumalar diliyorum :)
A’mâk-ı Hayal
A’mâk-ı HayalFilibeli Ahmed Hilmi · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202116,7bin okunma
·
67 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.