Eczahanesinde "Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı " levhasını asan ve yalısının bahçesinde çiçek ve meyve yetiştiren bir osmanlı zarifinin, Abdülhak Molla'nın torunu Abdülhak Hamid artık alafranga bir zarif, bir "monşer" di.
Osmanlının Avrupayla dramatik karşılaşması ve aşk-nefret ilişkisi Hamid'in şahsında tecessüm etmiş gibiydi. Kılığı kıyafeti, hali ve tavrıyla Ingiliz aristokratlarına benzeyen Şair-i Azam, ne kadar uğraşsa da içinde dedesinin diliyle konuşan rindi söküp atamamıştı. Aslında ondan derin bir istekle kurtulmak istediğini sanmıyoruz. Şöyle de söylenebilir: Rind, Hamid'de bohem kılığına girmişti. Bir insan, şahsiyetinin bir parçasını yapan alemi istediği gibi kolayca kesip atabilir mi? Hamid'in çağdaşlarının yaşadığı dram budur. Yahya Kemal, Ithaf şiirinde:
O yerlerden gelen son yolcu Hâmid
Haberdar olmaz olmuş maverâdan
derken, belki de bu dramı anlatıyordu. Bir medeniyete, bir iklime bir duyuş tarzına adeta veda niyetiyle yazılmış bir şiir olan Ithaf'ta Yahya Kemal, 'o yerler' le, hiç şüphesiz, Hamid'in icin de hâlâ konuşan dedesinin temsil ettiği dünyaya ve bu dünyaya asıl rengini veren 'ledünnî' kaynaklara işaret ediyordu.