Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

518 syf.
·
Puan vermedi
Freud'un Eril Söylemli Teorilerinin Eleştirisi Toplumsal olanın bölün(e)mez bütünlüğünü savunmak; bugün tüm ününe karşın pozitivizmi içermekle birlikte onu aşan sosyal teorinin görece açıklayıcı kabiliyetinin; kabulü manasına gelir. Türk eğitim sistemi ve özellikle gelişim psikolojisinde temel alınan Freud’un gelişim teorisini incelerken yaklaşımımız bu doğrultuda interdisiplinerdir. Makro anlamda interdisipliner yaklaşım sosyoloji yaparken de bizi Bourdieu’den mülhem 'ilişkisel sosyoloji' kavramına sürükler. İlişkisel sosyoloji makro alan – mikro alan ve salt bir teori ya da yaklaşımla yetinmeden olguyu çözümleme kabiliyetine göre söz gelimi manevralar içeren,yapı-fail dikotomisinde birini diğerine tercih etmeden ikisinin ilişkiselliği üzerine inşa olan bir yaklaşımı ifade eder. Bu anlamda eğitim sosyolojisi içerisinde işlevselci ya da çatışmacı yaklaşımları değil, Bourdieu’yu takiben psikoloji bilimi içerisinde toplumsal bir içerik arz eden bireyin cinsel temelli gelişiminin nasıl toplumsal kurumlardan bağımsız ele alınamayacağını ve aslında psikolojinin sosyolojinin karşısında değil, onunla ilişkisel bir boyut arz ettiğini Feminist teorinin antitezleriyle birlikte incelemeye çalışacağız. Tüm dünyada ve Türkiye’de pedagojik formasyon açısından gelişim psikolojisi nin temelini Freud’un gelişim kuramı oluşturur. Fakat Sosyal Bilimler alanında tüm zamanların en çok etki yapmış, hakkında binlerce çalışma yapılmış Sigmund Freud’un birey temelli yaklaşımları ve kişilik gelişim süreçlerinde kız çocuğunun ele alış biçimi; kadın, iğdiş edilme, bilinç dışı kastrasyon ve oidipus kompleksleri özellikle Feminist teori tarafından sert ve olgusal eleştirilere maruz kalmaktadır. Freud toplumsal cinsiyet kuramını tamamıyla biyolojik cinsiyet üzerinden temellendirmektedir. Bu temellendirmedeyse kız çocuğun gelişimini erkek çocuk üzerinden tanımlamaktadır. Esas olan ‘penisi olan’ erkektir. Kız çocuk ise penise sahip olmayan eksik bir varlık olarak görülmektedir. Bu doğrultuda Freud’un birey temelli yaklaşımı ‘yapı’dan bağımsız düşünülemez çünkü; Freud’un kuramında yaşamış olduğu dönemin de etkisiyle erkek çocuklarına ve erkeklere birincil kişiler gibi bakılmakta, kadınlar ise ikincil kişiler olarak algılanmaktadır. Oysa Freud’un teorileri; gerek pozitivist temelli nicel çalışmaları (özellikle Stoller’ın çalışmaları) gerekse sosyolojik temelli nitel çalışmaları kendine argüman edinen Feminist Teori tarafından derin ve olgusal eleştirilere maruz kalmıştır. Freud kuramını biyolojik ayrılıklara dayandırmıştır. Ona göre erkek ya da kız olmak cinsel organın farklı olmasına dayanır. Freud’a göre dört ya da beş yaşındaki bir erkek çocuğu babasının kendisinden beklediği disiplin ve özerklik nedeniyle onun cinsel organına zarar vermek istediğini düşünerek babasından korkar. Çocuk kısmi bilinçli olarak babasını, annesine duyduğu bağlanmaya karşı rakip olarak görür. Annesine duyduğu erotik duyguları bastıran ve babasını üstün bir varlık olarak gören çocuk kendisini babasıyla özdeşleştirir. Ve erkek kimliğinin farkına varır. Kız çocukların ise erkek çocukları cinsel organları nedeniyle kıskandıkları varsayılır. Freud’un kuramında -yaşamış olduğu dönemin de etkisiyle- erkek çocuklarına ve erkeklere birincil kişiler gibi bakılmakta kadınlar ise ikincil kişiler olarak algılanmaktadır. Görüldüğü üzere Freud toplumsal cinsiyet kuramını tamamıyla biyolojik cinsiyet üzerinden temellendirmektedir. Bu temellendirmedeyse kız çocuğun gelişimini erkek çocuk üzerinden tanımlamaktadır. Esas olan ‘penisi olan’ erkektir. Kız çocuk ise penise sahip olmayan eksik bir varlık olarak görülmektedir. Bu nedenle “penis” kavramı Freud’un kuramında cinsel kimlik kazanmada belirgin biyolojik özellik konumundadır. Yani Freud diyor ki: “Kadın tamamlanmamış erkektir.” Ve şöyle devam ediyor: Erkek çocuk, doğru cinsel objeyi seçerek normal bir erkek olur. Kız çocuğun eksiklik hissinden kurtulması zordur. İlerde çocuk sahibi olarak tatminsizliğini gidermeye çalışsa da kadını kadın yapan şey penise duyulan arzudur. Esas olan penisi olandır, yani erkektir ve kadın penis arzusu yoluyla var olur. Bu esasında bir var olma sorunudur, zira kadın hiçbir zaman tam manada var olamaz. Çocuk sahibi olmak bile bu durumu değiştiremez, kadın eksiktir ve bu eksikliğini ömür boyu taşır. Freud sadece ataerkil toplumları inceledi ve böyle bir kanıya vardı… Acaba kadın gerçekten tamamlanmamış erkek midir? Ya da her zaman bu penis arzusu içinde olup kendini tam olarak gerçekleştiremeyecek midir? Selim Doğan’a göre, Oedipus kompleksi anlamını, egemenlik düzeninde bulur. Ataerkil düzenin çağdaş çekirdek ailesinin normal bireylerinde bu kompleks görülmektedir. Ataerkil düzenin aile yapısı ise, eşitsizliğin meşrulaştırılarak sürdürüldüğü bir düzendir. Bu düzende erkek evin geçimini sağlar; evin diğer üyeleri, babaya ekonomik olarak bağımlıdır. Kadın, ev için kazanılan paranın karşılığını; evin hizmetleri, çocuk doğurma ve cinsel ilişki olarak öder. Çocuklar ise babanın kütüğünde onun himayesindedir. Görevleri babanın mülkünü ve adını yaşatmaktır. Toplumsal olarak çocuğun şekillenmesinden baba sorumludur. Babanın etkisi çocuklar büyüyünceye kadar devam eder. Babanın cenderesinden kurtulan çocuk için işlem tamamlanmış demektir. Freud böylece ataerkil ailedeki babanın konumunu pekiştirerek süreklileştirmiş olur. Yine aynı yazısında Selim Doğan ‘Şimdi Freud yaşasaydı şunları ona saygıyla sormak isterdim’ diyerek şu soruları yöneltiyor: “Iraqular’da ve diğer bazı anaerkil- yerel kabilelerde; çadır ve müştemilatın mülkiyeti tümüyle kadınlara ait olduğundan, bir anlaşmazlık halinde kadınlar, kocalarını kapıya koyabiliyorlardı. O dönemde kadın daha güçlü ve erkeği kapıya koyabiliyorken, hala “kadın tamamlanmamış erkektir” deyip genelleme yapar mıydın? 2. Ateşi bulan kadındı ve doğurganlık doğaya yakın sayıldığı için kadın onlar için “Ana tanrıçaydı.” Eee! O dönem için de Oidipus’ tan bahsedilebilir mi?” Freud’un kadınları susturmak için yaptığı ünlü konuşmasında kadında oepidus kompleksi, süperego ve bir gizlilik ilkesi görülür. “Buna aynı zamanda fallik örgütlenme ve iğdiş edilme kompleksini de ekleyebilir miyiz? Cevap olumludur. Ancak bu süreçler erkeklerde olduğu gibi işlemez. Bu noktada feministlerin eşitlik talebi bizi pek ileriye götürmeyecektir. Çünkü, morfolojik ayrımın açıklaması ruhsal gelişimdeki farklılıklarda gizlidir. Napolyon’un bir sözüyle örneklemek gerekirse ‘anatomi kader(mi)dir.” Görüldüğü üzere Freud feminist eleştirilerin farkındadır fakat kendi tezinin üstünlüğünden taviz vermemektedir. Aynı zamanda salt eril bir söylemin ötesinde kaderci bir yaklaşımla tezini deterministik bir boyuta taşımaktadır. Anatomi gerçekten yazgı mı? Bu soru, kız çocuğunun cinsiyetinin oluşmasında, anatominin ve buna paralel olarak, kız çocuğunun biyolojik yapısının ne kadar belirleyici olduğunu sorgulamaktadır. Freudcu kurama göre, kız çocuğunun bir penise sahip olmadığının ve penisin yerine onun yetersiz bir ikamesi olan klitorise sahip olduğunun farkına varması, cinsiyetinin oluşmasında belirleyicidir. Oysa, Robert Stoller’ın cinsiyet algısının gelişimi üzerine yaptığı araştırmalar, Freud’un görüşlerini olumsuzlayan bulgular sunmaktadır. Stoller, erkeklik ve dişilik duygusunun nasıl oluştuğunu ortaya çıkarmak amacıyla, biyolojik cinsiyeti (sex) ve toplumsal cinsiyeti (gender) çatışan kişiler üzerinde çalışmıştır. Stoller’ın, iç cinsel organları açısından karşı cinse ait olduğu halde, toplumsal cinsiyet açısından farklı bir cins olarak yetiştirilmiş kişiler üzerinde yapmış olduğu araştırmalar, bize çok ilginç bulgular sunmaktadır. Stoller Freud’un eril söylemli teorileri karşısında feminist teorinin antitezlerini destekleyici ve pratikte hayat bulmuş, deneysel çalışmalar yapmıştır. Stoller, bu araştırmaları süresince; 1. Diğer açılardan biyolojik olarak normal olduğu halde, vajinasız doğan kız çocukları. 2. İç üreme organları nötr olduğu halde, dış cinsel organları dişi olan kız çocukları. 3. Vajinaya sahip biyolojik olarak dişi ama dış cinsel organları erkeksi olduğu için erkek olarak yetiştirilmiş çocuklar ile çalışmıştır. Stoller, bu ilk gruptaki kişilerin ebeveynleri tarafından bir kız çocuğu olarak büyütüldükleri ve ebeveynleri tarafından cinsiyetlerine karşı bir şüphe taşınmadığı takdirde, sağlıklı kız çocukları olarak büyüdüklerini göstermektedir. Bu kadınlar, ameliyatla vücutlarına yerleştirilen yapay vajina ile vajinal bir cinsellik yaşayabilmekte ve orgazma ulaşabilmektedirler. Bu kadınlar eğer rahimleri varsa, çocuk sahibi olabilmekte ve annelik rollerini yürütebilmektedir. Stoller’a göre, bu kadınlar vajinaları olmadıklarını öğrendiklerinde cinsiyet kimlikleriyle ilgili bir karmaşa yaşamamaktadırlar. Bu durumda yaşadıkları en temel duygu yeterince iyi bir kadın olamamakla ilgili yaşanan kaygılardır. Stoller yukarda belirtilen ikinci kategoride incelediği bir vakasını ise şöyle anlatır; “Bu kızı 18 yaşında gözlemlediğimizde davranışı, giyinişi, sosyal ve cinsel arzuları ve fantezileri ile çevresindeki kızlardan ayırt edilemeyecek ve belirgin bir biçimde kadınsıydı.Dış cinsel organı normal bir kadınınki gibi göründüğü halde vajinası yoktu, klitorisi küçüktü. Rahmi, yumurtalıkları, üreme kanalları yoktu. Kız kardeşinin deyişiyle çocukken güzeldi, elbiselere, oyuncak bebeklere ve bir yetişkin gibi makyaj yapmaya meraklıydı.” Stoller’ın incelediği bu kategoride biyolojik olarak hiçbir cinse ait olmadığı halde, doğumda dış cinsel organları bir kız çocuğu olarak algılandığı için, kız çocuğu olarak yetiştirilen bir kişiyle karşı karşıya kalmaktayız. Biyolojinin bütün belirsizliğine rağmen, toplumsal cinsiyet bu kişiyi bütün tavır, davranış ve fantezileri ile bir kız çocuğu ve bir kadın olarak şekillendirmiştir. Stoller’ın incelediği üçüncü kategorideki bireyler, en az ikinci kategorideki kişiler kadar ilginç birer örnek oluştururlar. Bu kategoride iç cinsel organları dişi olduğu halde, dış cinsel organları erkeksi olduğu için doğumda erkek olarak teşhis edilen ve bir erkek gibi yetiştirilen kişilerle karşılaşmaktayız. Stoller, bu kişilerin ileriki yaşlarda iç cinsel organlarının dişi olduğu tespit edilse bile, cinsiyetlerini değiştirmenin olanaksız olduğunu dile getirir. Bu olanaksızlıkla paralel olarak hormon tedavisi ile kişinin biyolojik bir erkeğe olabildiğince yakın olması sağlanır. Stoller’ın çığır açıcı araştırmalarının ve gözlemlerinin en temel bulgusu biyolojinin toplumsal cinsiyetin oluşması sürecinde yazgı olmadığını göstermesidir. Toplumsal cinsiyetin oluşmasını belirleyen en temel olgu ebeveynlerin, çocuklarına atfettikleri toplumsal cinsiyet çerçevesindeki yetiştirme biçimleridir. Stoller’ın bu sonucunu destekleyecek biçimde, Money de 76 hermafrodit ile yaptığı bir araştırma sonucunda, çocukların hepsinin kendilerine atfedilen cinsiyeti benimsediklerini göstermiştir. Money, Stoller’a paralel olarak, her iki cinsin de psikoseksüel bir tarafsızlık ile doğduğunu ve toplumsal cinsiyet ayrışmasına şekil verecek olan olgunun ise çevresel faktörler olduğunu dile getirmektedir. Person’un aktardığı biçimiyle Stoller, bu yetiştirme biçiminin önemi çerçevesinde, bir çocuğun cinsiyetinin oluşmasında genital farkların ayırdında olmanın önemli olmadığını savunmaktadır: Psikoseksüel gelişme ve toplumsal cinsiyet farklılaşmasının en temel adımı bir çocuğun kendini kız ya da erkek olarak tasarlamasıdır. Bu kendini tasarlama ebeveynlerin çocuğun cinsiyeti ile ilgili tasarımları ile -yani, çocuğun kız mı, erkek mi olarak teşhis edildiği ile- uyum içinde hayatın ilk yıllarında ortaya çıkar. Stoller, bu benlik-tasarımına (self-designation) çekirdek cinsiyet kimliği (core gender identity) adını verir. Yapılan araştırmalar, bu çekirdek cinsiyet kimliğinin 18. aya kadar oluştuğunu ve 3 yaştan sonra da değiştirilemez olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, toplumsal cinsiyeti oluşturan olgular genital farkların ayırdında olma ve bu çerçevede geliştirilen penis kıskançlığı ve Oedipus kompleksi değildir. Kız çocukları kendi cinsiyetlerini Oedipus kompleksi aracılığıyla oluşturmazlar, Oedipus kompleksine kendi cinslerinin ayırdında olarak girerler. Freud’un tanımladığı bu olgular kız çocuğu için cinsiyetinin ayırdına vardığı süreçten sonra gelişir. Bu çerçevede penis kıskançlığı, kız çocuğunun cinsiyetinin oluşmasını sağlayan birincil bir olgu değil, cinsiyetinin farkına vardıktan sonra ortaya çıkan ikincil bir olgudur. Stoller’ın bize sunduğu modelde, cinsiyetin oluşma süreci kız çocukları için çatışma dolu bir süreç ya da bir vazgeçiş süreci değildir. Kız çocuğu, ebeveynleri bir kız çocuğu olduğuna inandığı takdirde, iç genital organlarına rağmen, hiç bir şüphe geliştirmeden bir kız çocuğu olarak yetişmektedir. Bu çerçevede, Stoller’a göre “anatomi yazgı değildir; yazgı kişilerin anatomiden yola çıkarak kurdukları şeydir.” Freud’un gerçek anlamda feminist eleştirisini Türkiye’de akademik çalışmalarıyla yapan Mahan Doğrusöz’ ün eleştirilerini dört başlık altında toplayabiliriz. 1. Kız Çocuğunun Oedipus Öncesi Cinselliği Eril mi? Kadınlığa Geçiş Erillikten Vazgeçiş mi? 2. Kız Çocuğu Oedipus Öncesi Dönemde Vajinasının Farkında mı? 3. Klitoris Eril mi? Vajina Edilgen mi? 4. Kadınlığa Geçiş Erillikten Vazgeçiş mi? 1. Kız Çocuğunun Oedipus Öncesi Cinselliği Eril mi? Kadınlığa Geçiş Erillikten Vazgeçiş mi? Freud, penis kıskançlığı tezine paralel olarak “kız çocuğunun” Oedipus öncesi dönemde küçük bir erkek çocuğu olduğunu, Oedipus dönemiyle de beraber iğdiş edilmişliğinin farkına vararak bir kız çocuğuna evrildiğini savunur. Bu çerçevede, penis kıskançlığı olgusu ekseninde Freud, kız çocuğunun dişil cinselliğe geçişini, eril cinselliğinden bir vazgeçiş olarak nitelendirir. Freud, “…kız çocuklarının cinselliğinin tamamen erkeksi bir yapıda olduğu” görüşünü “Dişilik” makalesine dek değiştirmez. Freud, kadınlığa geçiş sürecinin klitoral, aktif ve erkeksi cinsellikten vazgeçiş ve vajinal, pasif ve kadınsı cinselliğe geçiş ile mümkün olabileceğini dile getirir. Freud, “Cinslerarası Anatomik Farkın Bazı Ruhsal Sonuçları” adlı makalesinde kız çocuğunun Oedipus öncesi dönemde klitorisi ile kurduğu ilişkinin erkek çocuğunun penisi ile kurduğu ilişkiye benzer olduğunu savunur. Ama morfolojik / anatomik farkın kaçınılmaz sonucu olarak, kız çocuğu kadınlık rolüne eril cinselliğinden vazgeçerek ulaşır. Freud, Oedipus öncesi eril cinsellikten vazgeçişin kız çocuğu için zorlu gelişimsel bir süreç olduğunu iddia eder. Kız çocuğu bu dönemde tamamen bir cinsiyet değiştirir. Bu süreçte kız çocuğu hem erkekliğinden ve bununla paralel olarak klitoral ve aktif cinselliğinden; hem de ilk sevgi ve arzu nesnesi olan anneden vazgeçer. Freud’a göre, kız çocuğu annesini, kendisini dünyaya yetersiz bir donanımla getirdiği için sorumlu tutarak, ona sırt çevirir. Daha sonra ise, babaya annenin kendisine veremediği penisi vermesi arzusu ile yönelir. Bunun imkansızlığı karşısında ise, babadan kendisine penise denk bir bebek vermesini arzular. Bu süreç ise kız çocuğunun iğdiş edilmişliği karşısında geliştireceği tepkilerle şekillenen üç gelişimsel süreçten sadece biridir. Kız çocuğu bu kadınsı gelişim modelini seçmeyerek, erkeklik kompleksine saplanarak tamamen erkeksi nesne seçimleri yapabilir, ya da iğdiş edilmiş cinselliğinden tamamen vazgeçebilir. Freud, bu gelişimsel süreç içinde dört temel olgunun altını çizer. Bunlardan ilki, kız çocuğunun anatomik / morfolojik farkının kaçınılmaz olarak kendini ruhsal sonuçlarda ifade edeceğidir. Bundan kastedilen kız çocuğunun erkek çocuğundan anatomik farkının, onun cinsiyetinin oluşmasında belirleyici bir unsuru oluşturduğudur. Kız çocuğunun anatomik farkı, kendi cinsiyetinin oluşmasında belirleyici olduğu gibi, kadınsı özellikler geliştirmesi açısından da kaçınılmaz bir önem taşır. İkincisi, kız çocuğunun Oedipus dönemi öncesinde vajinasının farkında olmadığıdır. Üçüncü ise kız çocuğunun klitorisinin tamamen erkeksi bir organ olduğu ve kadınlığa geçişle de işlevini yitirerek, kadın cinselliğinin vajinanın denetimi altına girdiğidir. Bu görüş vajinayı pasif bir organ olarak kuramlaştırır. Dördüncü görüş ise, kız çocuğunun cinsiyetinin oluşma sürecinin erkek çocuğuna oranla daha zorlu olduğudur. Freud’un kız çocuğunun Oedipus öncesi cinselliğini ve kadınlığa evrimini kuramlaştıran modeli tamamen erkek merkezlidir. Oedipus öncesi dönemde bir cins olarak kız çocuğunun varlığını ve buna paralel olarak vajinanın farkındalığını reddeder. Klitorisi etken olduğu için eril kabul eder. Birincil cinsi erkek cinsi olarak kabul ederek, kız çocuğunun oluşmasını kendi erkekliğini reddi ve zorlu gelişimsel süreçlerini tamamlayarak -klitorisinden ve anneden vazgeçerek- kadınlığa evrilmesi olarak yorumlar. 2. Kız Çocuğu Oedipus Öncesi Dönemde Vajinasının Farkında mı? Stoller’ın çekirdek cinsiyet kimliğinin oluşmasında genital farkındalığın önemli olmadığını göstermesine rağmen, kuramsal açıdan kız çocuklarının Oedipus öncesi dönemde vajinalarının farkında olup olmadıklarını sorgulamak önemlidir. Freud’un, Oedipus öncesi dönemde kız ve erkek çocuklarının vajinanın farkında olmadığını savunması, Oedipus öncesi cinselliği tamamen eril olarak kurmasına imkan tanıyan kuramsal bir önem taşır. Fakat, kız çocukları Oedipus öncesi dönemde kendi vajinalarıyla ilgili duyum yaşarlar mı? Karen Horney ve Melanie Klein, Freud’un kadın gelişimi üzerine makaleler kaleme aldığı dönemde, klinik gözlemlerinden yola çıkarak Freud’un Oedipus öncesi cinsellik ile ilgili görüşlerine aykırı görüşler ortaya atarlar. Horney ve Klein kız çocuğunun Oedipus öncesi dönemde vajinasının farkında olduğunu ve vajinasını içeren fantazilere sahip olduğunu dile getirir. Horney, kız çocuğunun vajinasının ayırdında olduğunu göstermek için iki veriden yararlanır. Bunlardan ilki, kız çocuğunun Oedipus öncesi dönemdeki vajinal mastürbasyonu, diğeri ise vajinasının farkında olduğunu gösteren fantezileridir: “Çocukluğun ilk yıllarında vajinal mastürbasyonunun, en azından klitorisle mastürbasyon kadar yaygın olduğudur. Bu izlenimlere yol açan çeşitli veriler şöyledir: Kızartı ve akıntı gibi vajinal rahatsızlıklarının belirtilerinin sık sık gözlenmesi, oldukça sık görülen yabancı cisimlerin vajinaya sokulması olayı ve son olarak, annelerin çocuklarının parmaklarını vajinaya soktukları yolundaki yaygın şikayetleri.” 3. Klitoris Eril mi? Vajina Edilgen mi? Freud’un genital öncesi dönemle ilgili en belirgin iddialarından bir diğeri de klitorisin etken ve bu çerçevede de eril bir organ olduğudur. Bu noktada tekrar erkek merkezli bir çarpıtma ile karşı karşıya kalmaktayız. Chodorow’a göre “klitoris, Freud’a göre kadınsı değil, erkeksidir çünkü etken bir cinselliği vardır ve penis girişi olmadan haz yaratabilir. Oysa Freud, dişiliği vajinal ve edilgen bir cinsellik olarak tanımlamıştır.” Freud, kadın gelişimi üzerine metinlerinde kadınsılık ve edilgenliği; erkeklik ve etkenliği özdeşleşmeyi reddetmesine rağmen, özellikle Oedipus öncesi cinsellikle ilgili etken ve bu çerçevede de eril tanımlamasında bulunur. Freud, klitorisi erkeğin penisine denk ama ondan daha az gelişmiş ve o çerçevede de körleşmiş bir penis olarak tanımlar. Freud, klitorisin Oedipus öncesi cinsellikten Oedipusa ait ve bu çerçevede de yetişkin cinselliğe geçişle beraber terkedildiğini, kadınsı cinselliğin edilgen vajinanın hakimiyetine girdiğini iddia eder. Oysa, Masters ve Johnson’ın yaptığı araştırmalar Freud’un bu görüşlerinden hiç birini desteklememektedir. Masters ve Johnson şöyle der: “Klitoris, insan anatomisinin bütünü içinde bir benzeri daha bulunmayan bir organdır. Asıl amacı, verilen duyusal uyarıyı algılamak ve iletmektir. Dolayısıyla kadın, fizyolojik işlevi cinsel gerilimi başlatmak ve aktarmakla sınırlı olan bir organ sistemine sahiptir. Böylesi bir organ erkeğin anatomik sisteminde yoktur.” Kadının cinsel tepkisi içinde klitorisin rolüyle ilgili düşünceler, biyolojik gerçeklerle desteklenmeyen ve davranışla ilgili kavramlara dayanan karışık bir literatür oluşturmaktadır. Yıllar boyunca içine düşülen ‘cinsel organ yanılgıları’, klitorisin cinsel uyarı karşısında tepkisini araştıran çalışmaları destekleyecek yerde bunlara engel olmuştur. Ne yazık ki, klitorisin kadındaki cinsel tepkide üstlendiği role ilişkin belirlemeler erkeklerin ‘nesnel’ düşüncelerine göre ve kadınların öznel açıklamalarından etkilenmeksizin, hatta bunlardan habersiz biçimde oluşturulmuştur. Geçmişte klitorisin disseksiyonu, mikroskobik incelemesi ve kesilerek alınması sonucu elde edilen bilgiler, organın erkekteki penisin karşılığı olduğu düşüncesini doğurmuştur. Masters ve Johnson’un klitorisin kendine has, benzersiz ve bu çerçevede de kadının bedenine ait kadınsı bir organ olduğunu göstermelerinin yanında, embriyoloji alanındaki çalışmalar da klitorisin körleşmiş bir penis olduğu görüşünü sorgulamaktadır. 4. Kadınlığa Geçiş Erillikten Vazgeçiş mi? Freud, Oedipus öncesi dönemden Oedipusa ait döneme geçişi kız çocuğu için eril cinsellikten vazgeçiş ve kadınsılığa geçiş olarak nitelendirerek önemli erkek merkezli bir çarpıtmada bulunmuştur. Bu çerçevede, Freud’un biseksüel temellerde tanımladığı ‘insan’, dişil olmaktan çok erildir. Freud, ortaya atmış olduğu bu gelişim modelinde erkek olarak doğulduğunu, ama kadınlığa evrilindiğini iddia etmektedir. Freud’un bu bakışı dişi cinsine ontolojik bir özerklik tanımayacak bir biçimde erkeği birincil cins olarak görerek, dişiliği ondan türetmektedir. Oysa, Stoller bize kız çocuğunun doğumdan itibaren özdeşleştiği annesi aracılığıyla kurduğu çekirdek cinsiyet kimliğini, yani dişiliğini hiçbir çatışma yaşamadan ve Oedipus dönemi ve sonrasında da bir devamlılık içinde geliştirdiğini göstermektedir. SONUÇ YERİNE Kate Millett , kültürel belirleyicilerin göz ardı edilmesini hayret verici bulur. Millett’a göre; psikanaliz kuramı kadını ve kadınlığı okurken bu kültürel belirleyicilerin etkisi dışına çıkamamış ve hatta bu belirleyicilere onaylama sağlamıştır. “Cinselliğin Diyalektiği” adlı eserinde Firestone (1970) psişik sorunların sosyal ve kültürel köklerini ciddiye almamasını psikanalizin büyük bir hatası olarak değerlendirir. Ona göre bir feminist “...baskının geliştiği toplumsal çerçevenin...değişmez olduğunu kabul edemez”. Feminist eleştiriye göre, psikanaliz kadın ve erkek libidoları arasında niceliksel bir fark görmektedir ve bu da erkeğin saldırgan özelliklerinin kabulü anlamına gelir. Erkek cinselliği sadist, kadın cinselliği mazoşist karakterde görülür. Millett’a göre bu erkeğin tecavüzkarlığını onaylamaktan başka bir şey değildir. Aynı eleştirel yön psikanalizin, tacizi düşündüren olguları, gerçeklikten ziyade fantezi ürünleri olarak değerlendirmesini de, kadının olup bitenlerden sorumlu tutulması anlamında ciddi bir taraflılık olarak görüp, aile içindeki taciz olgusu hakkında bilinçlenme ile ilgili olarak onlarca yıl geç kalınmasına sebep olduğunu ileri sürer. Feminist eleştiriye göre, psikanaliz kadının temel cinsiyet özelliklerini penissiz olma gerçeğinden anlamaya çalışmaktadır. Bu olguya göre, kız çocuk penissiz bir erkek çocuk gibidir. Kendi cinselliği ve cinsiyetini erkekliğin olumsuzlanmasından kurmaya mahkumdur. Feminist söylem ise karşı atağa kalkarak, yaşamın başlangıcında anneyle kurulan kuvvetli bağ ve özdeşleşmeye gönderme yaparak, her iki cinsteki çocukta da dişil özdeşleşmeyi vurgular. alihsan
Psikanalize Giriş Dersleri
Psikanalize Giriş DersleriSigmund Freud · Öteki Yayınları · 2006182 okunma
··
505 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.