Gönderi

"Üstad'ın son seneleri hep Kur'an tercümesiyle geçtiği için artık Kur'an onun bütün kalbini, bütün ruhunu, bütün mevcûdiyetini kaplamıştı. Kudret-i bedeniyesi müsâid olduğu zamana kadar her gün mutlaka bir parça Kur'an okurdu. Evvelce günde birkaç cüz okuyabilirken, sonraları takatsizliği hasebiyle birkaç sayfaya kadar indi. Hiç okuyamayacak kadar hastalanınca, Hafız Necati onu Kur'an'sız bırakmadı. Hemen her gün onun başı ucunda, sakin ve sessiz odasında, hazin hazin okudu. O da gözleri kapalı, hazin hazin dinledi. Üstad, Kur'an'ın her âyeti ile, her kelimesi ile hattâ harfleri ile günlerce, senelerce uğraştığı için, artık gönlünü oraya vermiş, bütün zevki o olmuştu. Bir pırlanta üzerinde işleyen san'atkâr gibi, o, Kur'an'ın muazzam âyetleri üzerinde senelerce çalışmış, onu anlamaya uğraşmıştı. Peygamberimizin devrinde olsaydı, o, bir Kâtib-i Vahy olurdu. Aradan on üç asır geçmiş olsa da Hazret-i Peygamber onu o pâyeye mazhar olanlar derecesine is'âd buyurmuş olsalar gerek. Kur'an'ı Türkçe'ye onun kadar güzel tercüme edebilecek yeryüzünde bir kişinin daha bulunmaması, elbette büyük bir mevhibe-i İlahiyedir. Hayatının son senelerini Kur'an'a hasretmesi, hiç şüphe yok ki, bir sâik-i manevînin taht-ı tesirindedir." (Eşref Edip Fergan Mehmed Âkif, Hayatı ve Eserleri ve 70 Muharririn Yazıları" c.1 s.116, 118)
Sayfa 303
·
3 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.