Gönderi

Ma'lûmdur ki şiir ve şâiriyyetin iki menba'-i ilhâmı var: Din, kin. Biri aşk ve îman, ümid ve huzûr, sabr ü tehammül, bu toprakların altında bile bir penâh-ı refâha i'tikaddan mütevellid itmi'nân-ı mes'ûd terennüm ettirir. Dindar, cem'iyeti ve eşhâsı tenkìd ve hattâ şetm ü tel'în ederken de ağladığının... hem de mat'ûnunun hasta başını şâir kendi göğsüne dayamış, için için ağladığının farkında değildir. Bu tıynetten, Fransız ise Lamartin, Türk ise Meh- med Âkif doğar. Kindar, en hayır-hâh irşâd ve nasîhatlerinde bile anîf ve pür-çîn-i tehevvürdür. Sesinin ihtizâz-ı şefkatinden ziyâde dişlerinin gicırtisı işitilir. Yaşarmayı unutmuş, daha doğrusu yaşarmaya bir türlü alışamamış gözlerinde şerâre-i gazabdan başka bir şey görmezsiniz. Size uzanan ellerinden alabileceğiniz nasibe-i meded, yumruktur. Toprağın altında değil, üstünde de bir vakfe-gâh-i sükûn bulunduğuna onu bir türlü iknâ edemezsiniz. Bu mizâctan da, İngiliz ise Bayron, Türk ise hayatının son on senesindeki Tevfik Fikret, çehrelerinin en ince melâmihiyle, karşınıza çıkar.
Sayfa 47
·
6 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.