Gönderi

Watson o çözüme hiç ulaşamayabilir de. Böyle bir durumda, muhtemelen biz ondan evvel, başarısızlığa mahkum olduğunu anlarız . O, bilmeceyi çözmeye çalışırken, doğru yolda gidip gitmediğini anlamamız için bizim iki bölgedeki sinirsel aktiviteye bakmamız yeter: Sözcüksel ve anlamsal bilgiyi işlemekten sorumlu olan sol ve sağ temporal loblar ve dikkat yönetimiyle tutarsız, rakip aktivitenin saptanmasından sorumlu olan anterior singulat ve orta-frontal korteks . Hele bu son söylediğim aktivite epey ilgi çekici olacaktır çünkü bu aktivitenin bize işaret ettiği işlem, hayli esrarengiz bir problemle ilgili fikir sahibi olmamızı sağlar: Anterior singulat kuvvetle muhtemel bizim farkında olmadan gönderdiğimiz en zayıf sinyaller de dahil olmak üzere beyinden gelen farklı sinyalleri algılamayı bekliyor ve olası çözümü bulabilmek için dikkatini bu sinyallere yönlendiriyordur. Diğer bir deyişle, halihazırda var olan ama genel bir bütün olarak entegre edilip işlenmesi için azıcık dürtülmesi gereken bilgiyi güçlendiriyordur. Watson'ın beyninde çok fazla bir aksiyon göremeyeceğimiz kesin. Ama Holmes'un beyni bize tamamen farklı bir hikaye anlatacaktır. Hatta direkt Holmes'un beyniyle Watson' ınkini karşılaştırsak, zihninin kilitlenebileceği bir hedefin yokluğunda dahi Holmes 'un bu tarz içgörülere meyilli olduğunu -ve Watson'ın da bu özellikten yoksun olduğunu- ortaya koyan birtakım belirtiler görürdük . Özellikle de dedektifin, sözcüksel ve anlamsal işlemlerle ilgili sağ beyin yarısındaki aktivitenin Watson'ın beynine oranla daha fazla olduğunu ve görsel sistemdeki daha yaygın bir aktivasyonu ortaya koyduğunu görürdük. Peki bu farklılıkların anlamı nedir? Beynin sağ yarımküresi daha çok içgörü sırasında bir araya gelen dağınık ve uzak çağrışımları işlemekle görevlidir. Sol yarımküre ise genelde daha sıkı, daha aleni olan bağlantılara odaklanır. İçgörüye eşlik eden belli şablonlar, her an bir çağrışım yakalamak için tetikte bekleyen zihnimize, ilk bakışta hiç de çağrışım gibi durmayan sinyaller gönderir. Diğer bir deyişle zihin, geniş fikir ve izlenim ağına erişebilen, görünürde bağlantısız gibi duran her şeyde bir bağlantı kurabilir. Hatta en silik ilişkiyi bile tespit edip, bunu pekiştirerek ortaya çok daha geniş bir anlam çıkarabilir. Tabii gerçekten çıkarılacak bir anlam varsa. İçgörü yoktan var olmuş hissi verebilir ama aslında kaynağı son derece spesifiktir: Beyninizin çatı katı başka işlerle meşgul olurken arka planda devam eden işlemler. Pipo, keman, yürüyüş, konser, duş ... Az önce hepsini mesafe koymak için potansiyel birer aday olarak gösterdik ama aslında başka bir ortak özellikleri daha var. Bu aktiviteler zihninizin rahatlamasına izin verirler. Baskıyı kaldırırlar. Özetle, demin saydığımız bütün özellikler -konuyla alakasız, aşırı çaba gerektirmese bile yine de yeterince zor- bir araya gelerek sinirsel rahatlama için uygun ortamı oluştururlar. Eğer bir problem üstünde çalışmanız gerekiyorsa rahatlayamazsınız; kafanızı dağıtacak aktivenin alakasızlığı da buradan geliyor. Aynı şekilde, bulduğunuz meşgale fazla çaba gerektiren bir şeyse, o zaman da rahatlayamazsınız. Ya da aşırı kolaysa o zaman da bir şey yapma şevkinizi kaybedebilir, hatta gereğinden fazla rahatlayıp bu sefer de uyuyakalabilirsiniz. Sorundan uzaklaştığınız süre içinde herhangi bir sonuca varmasanız da, herhangi bir yeni fikir edinmeseniz de, büyük ihtimalle problemin başına zinde ve daha fazla çaba sarf etmeye hazır bir halde döneceksiniz. Gestalt psikoloğu Bluma Zeigarnik 1927'de enteresan bir şey keşfetmiş: Viyana'daki bir restoranın garsonları yalnızca hazırlanması devam eden siparişleri hatırlarında tutuyormuş. Sipariş mutfaktan çıkıp servis edildiği anda onu tamamen hafızalarından siliyorlarmış. Bunun ardından Zeigarnik her iyi psikoluğun yapacağını yapmış: Laboratuvarına dönmüş ve bir çalışma tasarlamış. On sekiz ila yirmi iki yaş arası genç ve yetişkinlerden oluşan bir gruba çeşitli görevler verilmiş (hamurdan figür yapmak ve bilmece çözmek gibi hem fiziksel hem de zihinsel görevler) ama bu görevlerin yarısı daha sona ermeden yarıda kesilmiş. Çalışmanın sonunda, denekler yarıda kesilen görevleri, tamamladıkları görevlerden daha iyi, hatta net söylersek iki kat daha iyi hatırlıyormuş. Zeigarnik testin sonucunu, arkası-yarın sonlarına benzeyen bir gerilim haline yormuş. İnsan zihni sırada ne olacağını bilmek ister. Sonuç ister. Çalışmaya devam etmek ister ve siz ona durmasını söyleseniz bile çalışmaya devam eder. Uğraştığı bütün diğer işler boyunca bilinçaltı hep asla tamamlanamayan işleri hatırlar. Daha önce bahsettiğimiz Kapanma İhtiyacı'yla aynı şey aslında. Belirsizliklere son vermek ve yarım kalan işleri tamamlamak zihinlerimizin bir arzusudur. Bu ihtiyaç bizi motive ederek daha fazla, daha iyi ve sonuca yönelik çalışmaya iter. Ve artık hepimizin çok iyi bildiği gibi motive beyin, açık ara farkla en güçlü beyindir. Gerçek Mesafe Yoluyla Mesafe Koymak Peki ya önünüzde bütün bu seçeneklerin hazır bulunmasına rağmen Watson gibi kafanızı başka bir konuya verdiğinizi hayal dahi edemiyorsanız? Şansınıza, mesafe dediğimiz şey aktiviteyle sınırlı değildir (gerçi aktivite, en kolay dikkat dağıtma yöntemlerinden biri ama olsun). Psikolojik mesafe için izlenecek diğer bir yol da, kelimenin gerçek anlamıyla mesafe koymak. Yani fiziksel olarak bir yerden başka bir yere geçmek. Watson için bu, yerinde oturup ev arkadaşını seyretmek yerine kalkıp Baker Sokağı'ndan dışarı çıkmak demek. Holmes zihinsel olarak mekan değiştiriyor olabilir ama gerçek bir fiziksel değişim, iradesi zayıf olanlar için daha faydalı bir seçenek olabilir. Hatta yaratıcı ilhamın pek işe yaramadığı zamanlarda usta dedektifin kendisi bile böyle bir seçenekten faydalanabilir. Holmes, Korku Vadisi'nde, bütün vaktini düşünmekle geçirdiği otel odasından gecenin bir yarısı çıkıp soruşturması devam eden suçun gerçekleştiği yere gitmeyi teklif eder. " Gecenin bir saati, tek başına!" diye hayret eder Watson. Şüphesiz bundan daha korkunç bir şey düşünülemez. Saçmalık, diye karşılık verir Holmes. Tam tersine çok aydınlatıcı olabilir. "Derhal oraya gitmeyi teklif ediyorum. Muhterem Ames'le her şeyi ayarladık . Ki bu arada kendisi Barker'dan hiç hazzetmiyor. O odada oturup, ortam bana ilham verecek mi diye bir bakacağım. Genius loci"ye inanırım ben. Sen daha gül, dostum Watson . Eh, göreceğiz bakalım." Ve bunun ardından Holmes çalışmaya koyulur. Peki aradığı ilhamı bulur mu? Bulur. Ertesi sabah uyandığında esrarın çözümü çoktan kafasında hazırdır. Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir peki? Genius loci hakikaten de Holmes'un umduğu ilhamı ona getirmiş olabilir mi? Pekala olabilir. Mekan, düşünceyi mümkün olan en direkt yolla etkiler -üzerimizde fiziksel bir etkisi vardır. Her şey, psikoloji tarihinin en ünlü deneylerinden biriyle başlıyor: Pavlov'un köpeği. lvan Pavlov, fiziksel bir işaretin ( bu vakadaki bir sesti ama görsel bir şey, bir koku ya da herhangi bir mekan da olabilir) eninde sonunda gerçek bir ödülle aynı tepkiyi ortaya çıkarabileceğini göstermek istemişti. Böylece bir çan çalıp ardından köpeklerine mama verirdi. Mamayı gören köpekler de -doğal olarak- salya akıtmaya başlardı . Fakat çok geçmeden köpekler daha çanın ses ini duyar duymaz, ortada ne mama ne de kokusu varken salya akıtır oldu. Çan mama beklentisini tetikliyor ve bununla birlikte ortaya fiziksel bir tepki çıkıyordu. Artık, bu tipteki öğrenilmiş çağrışımın köpeklerle mamalardan ve çanlardan çok daha öteye gittiğini biliyoruz. İnsanlar yapıları gereği bu tarz şablonlar inşa etmeye meyillidirler. Bu yüzden de çan kadar masum bir şey bile beynimizdeki öngörülebilir tepkileri tetikler. Mesela bir doktor muayenehanesine girdiğinizde, içerideki koku bile tek başına karnınızdaki kelebekleri uçuşturmaya yeter. Olay, orada başınıza can yakıcı bir şeyin geleceğini bilmeniz değil (sonuçta bir form bırakmaya da gitmiş olabilirsiniz), o ortamı doktor ziyareti korkusuyla ilişkilendirmeyi öğrenmiş olmanızdır. Öğrenilmiş çağırışımların gücü her an her yerde karşımıza çıkabilir. Örneğin, bildiğimiz şeyleri, onları ilk öğrendiğimiz yerde daha iyi hatırlarız. Ders aldıkları sınıflarda sınava giren öğrenciler, yeni bir mekanda girdikleri sınavlara kıyasla daha iyi notlar alırlar. Bu durum için tam tersini söylemek de doğru: Eğer belli bir mekan üzüntü, sıkıntı ya da dikkat dağıtıcı bir şeyle ilişkilendirilmişse, ders çalışmak için pek de iyi bir tercih olmaz. İster fiziksel ister sinirsel düzeyde olsun, mekanlar anılarla birleştirilir. Bazı yerler orada nasıl bir aktivite gerçekleşiyorsa direkt onunla ilişkilendirilir ve bu şablonu kırmak epey zordur. Örneğin yatakta televizyon seyretmek , uykuya dalmayı zorlaştıra ilir (tabii televizyon seyrederken uyuyakalıyorsanız başka ) . Bütün gün aynı masada oturup çalışıyorsanız ve kafanız bir konuya takıldıysa o masadan kalkmadan meseleye taze bir bakış getirmeniz hayli güç olacaktır. Birçok insanın evden çalışamayışının ve iş için ayrı bir ofise gitme ihtiyacı duymasının nedenini bize, mekan ve düşünce arasındaki bağ açıklar. Evdeyken çalışmaya alışkın olmadıkları için normalde evdeyken yapacakları şeyler yüzünden dikkatleri dağılır. Bu tarz sinirsel çağrışımlar halletmeniz gereken işleri -yani mesleki olanları- bitirmeniz için size faydalı olan çağrışımlar değildir. Hafızanızdaki izler o mekanda bulunmadığı gibi orada bulunan izler de sizin aktive etmek istedikleriniz değildir. Bu aynı zamanda yürüyüşün neden bu kadar etkili olduğunu da bize gösteriyor aslında. Çünkü sürekli değişen bir ortamın içindeyken zarar verici herhangi bir düşünce şablonuna saplanıp kalmak çok daha zordur. Mekan düşünceyi etkiler. Tabiri caizse, mekan değişikliği bize farklı düşünmemiz gerektiğinin işaretini verir. Kökleşmiş çağırışımları konuyla alakasız kılar ve bu şekilde bizleri yeni çağrışımlar oluşturmak, daha önce aklımıza gelmeyen yeni düşünme yöntemlerini ve düşünce yollarını keşfetmek üzere özgür bırakır. Alışılageldik mekanlar hayal gücümüzün önüne bir set koyarken, onu öğrenilmiş kısıtlamalardan kurtardığımız anda önündeki bütün engeller bir anda kalkar. Devreye girdiği zaman bizi kısıtlayacak ne bir anı , ne de sinirsel bağ kalır. Ve işte hayal gücüyle fiziksel mesafe arasındaki gizli bağ da burada yatar. Fiziksel perspektifteki bir değişimin yapabileceği en önemli şey, zihinsel perspektifteki bir değişime ön ayak olmaktır. Watson'ın aksine, doğru düzgün bir zihinsel mesafeden faydalanmak için ille de elinden tutulup zorla Baker Sokağı'ndan çıkarılması gerekmeyen Holmes bile bu önemli ayrıntıdan yararlanmaktadır. Şimdi Holmes'un Korku Vadisi'ndeki enteresan talebine bir daha dönelim. Cinayetin işlendiği odada yalnız başına bir gece geçirmek istiyor. Mekan , hafıza ve yaratıcı mesafe arasındaki ilişkinin ışığında baktığımızda , dedektifin genius loci inancı aslında hiç de o kadar tuhaf gelmiyor. Holmes tabii ki cinayetin gerçekleştiği odada bulunarak bütün olayları yeni baştan canlandırabileceğini düşünmüyor. Tam tersine onun bel bağladığı şey, aynen demin bahsettiklerimizi yapmak. Bulunduğu mekanı değiştirerek, sahip olduğu perspektifte de bir değişime neden olmak istiyor. Zira bu vakadaki yeni mekan da, yeni perspektif de son derece spesifik. Çünkü her ikisi de çözmeye çalıştığı suçla ilgili olan insanlara ait . Holmes , bulunduğu mekanı değiştirerek , hayal gücü kendi kurduğu bağların, deneyimlerin ve anıların yolundan değil de olaylara karışan insanların yolundan gitsin diye onu özgür bırakıyor. Acaba oda o insanlarda ne gibi çağrışımlara yol açmıştı? Nasıl bir ilham yaratmıştı? Holmes , hem bu dramanın parçası olan aktörlerin beynine girmesi gerektiğinin hem de bu işin zorluğunun, herhangi bir noktada ters gidebilecek unsurların farkında. Ve dikkat dağıtıcı bütün bilgileri bir kenara atıp , gerçek aktörleri hatırlamaya yarayacak şekilde , en temel detaylara odaklanmak için suçun işlendiği odada yalnız bir gece geçirmeyi talep etmekten daha iyi bir yol olabilir mi? Elbette Holmes'un , oraya gittiğinde de bütün gözlemci ve yaratıcı yeteneklerine ihtiyacı olacak ama orada hem genel tabloya hem de suç mahaline girip çıkan herkese kendini gösteren unsurların tümüne erişebilecek durumda olduğu için daha sağlam bir zeminde ilerleyebilecek. Hatta tek başına duran dambılı ilk orada fark ediyor ve hemen kaybolan tekinin de bir şekilde gelişen olaylarla ilgisi olduğu sonucuna varıyor ve yine o odada yaptığı çıkarımla kayıp tekin olabileceği yeri tahmin ediyor: Kimseye zarar vermeden sokağa atılabilecek yegane pencerenin dışında. Çalışma odasından çıktığındaysa, zihni olayların gerçek gidişatına uygun bir şekilde önceki varsayımlarından uzaklaşmış oluyor. Holmes, o odada bulunduğu sürece, söz konusu aktörlerin zihniyetini çok daha iyi biçimde tetkik edebilmiş ve bunun sonucunda da öncesinde gölgede kalan birtakım unsurları gün ışığına çıkarmıştı . Ve bu yönden baktığımızda Sherlock Holmes, az önce üstünde durduğumuz bağlamsal hafıza prensibine başvurup , bu bağlamı kullanarak bakış açısı kazanma ve hayal gücünü devreye sokuyor. Bu odada, günün bu saatinde, söz konu suçu işlemekte olan ya da yeni işlemiş birinin yapacağı ya da düşüneceği şey ne olabilir?
105 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.