Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

208 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
17 saatte okudu
Biraz uzun oldu, idare ediniz. (:
Kitabımız 1940-60 Türkiye' sindeki eğitim sisteminin sorunlarını ve buna karşı nasıl mücadele edileceği; belli bir metodoliji ve programla, düzenleme yapılarak, ancak ve ancak muassır medeniyetler seviyesine ulaşılacağını anlatıyor. Kitabımız eğitim politikasına karşı bir manifestodur. Tenkit ile gelişim olacağını öne sürüyor. Ve bunu toplumsal bir mesele olarak görüyor. Her şeyden önce eğitimin millî olması gerektiğini, millî kelimesinin altına sığınan Batı taklitçiliğini, maddeciliği merkeze alan eğitimi, toplumsal ahlâkın çökertilmesi ile millî bir şuurdan ziyade daha çok özenti ve içi boşaltılmış bir zihin gelişeceği düşünülüyor. Kitabımız 1940-60 Türkiye' sindeki eğitim sisteminin sorunlarını ve buna karşı nasıl mücadele edileceği; belli bir metodoliji ve programla düzenleme yapılarak ancak ve ancak muassır medeniyetler seviyesine ulaşılacağını anlatıyor. Kitabımız eğitim politikasına karşı bir manifestodur. Tenkit ile gelişim olacağını öne sürüyor. Ve bunu toplumsal bir mesele olarak görüyor. Her şeyden önce eğitimin millî olması gerektiğini, millî kelimesinin altına sığınan Batı taklitçiliğini, maddeciliği merkeze alan eğitimi, toplumsal ahlâkın çökertilmesi ile millî bir şuurdan ziyade daha çok özenti ve içi boşaltılmış bir zihin gelişeceği düşünülüyor. Hakikate ulaşmanın temel yolunun dinî bir ahlak eğitiminden geçtiğini resmederken diğer yandan dinî alimleri, Kur'an' ı kendilerine referans almadıkları hususunda tenkit ediyor. <<Ancak, cemiyeti her tarafından kavrayacak, ilimde, sanatta, iktisatta üstad, ahlâkta önder din adamları zümresi yetişerek cemaatin kalbine ha­kikat aşkının mukaddes tohumlarını serptikten sonra millî mekte­bin kapıları açılacaktır. Hareket kuvvetini Kur’ûn’dan alacak olan böyle bir zümrenin yetiştirilmesiyle onun, cemaatin ruhuna serpe­ceği tohumların filizlenip hayat bulması ve cemaatin içinde hakikat aşkına kendini veren kafilelerin harekete geçebilmesi için, herşeyden evvel böyle bir sistemin esaslarını hazırlayacak felsefî görüşün doğması lâzımdır.>> İslam felsefesi konusunda eksiklerin olduğunu, felsefî öğretilerin ezberden verildiğini, aslolanın felsefe yapmayı öğretmek olduğunu, pedagojik bir düzenlemeye ihtiyaç olduğu savunuluyor. <<Her büyük millet, kendi hayatının evrim sırrını ve ebedîliğe yönelen hayat yolculuğunun büyük kudretini felsefî sistemden çıkarır. Bugüne kadar İslâm’ın ve Kur’ân’m felsefesi ya­pılmamış olduğu düşünülürse ne kadar gerilerde olduğumuz kolay­ca anlaşılacaktır. Felsefî kültür, mektebin temel taşıdır>> 1960 anayasasının eleştirisi de yapılmış, özgürlüğün yanlış kullanıldığı düşünülmüş. Diğer yandan nesli uçuruma götüren nedenleri 6 başlık altında sıralamış. 1. İlk işaretle harekete geçerken yaptıkları ahlâk yeminini az zamanda unutup siyaset ve tedbir yolunu tuttular. 2. Yaratıcılığın yerini taklitçiliğin tutmuş olması, bu hatalı yol, son üç asırlık devrimlerimizin verimsizliği ile nihayetlenmiştir. 3. Daha evvelki nesillerin yersiz ve kolay harcayıp tükettiği iman ve ümidi bırakarak kendi zaaflarını kabul ettiler. 4. Kendi iradesini kendi elile çürüten nesillerde kurtarıcı bir şef ihtiyacı kendini göstermiştir. 5. Çeşitli tarihi sebeplerle iradesi yıpratılan ve kendine güven gücünü kaybeden son nesiller, bir mesuliyetle karşılaştıkları anda determinizme sığınmaktan çekinmiyorlar ve böylelikle kendilerini kurtardıklarını zannediyorlar. 6. Vazifeye karşı koyulan hürriyet tepkisi, asrımızın hoyratlı­ğıdır. Hür oluşları bahanesile yer yer mecburiyetleri inkâr eden genç zümreler, kutsal ödevleri birer birer çiğnediler. Bütün ödevlerin başında gelen itaat ödevi, eski bir put gibi tekme ile devrildi. Dildeki değişimin (harf inkılabı) manevî kültürü değersiz kıldığını, teknikleşme çatısı altında ABD' nin pragmatisliğinin saf çıkarcı bir neslin yetiştirileceği savunulmuş. Batılı dilin yabancı kelimeleri dilimize yerleştiğini ve bunun için acil önlemler alınması gerektiği tezi öne sürülmüş. ABD li eğitim bilimci Jhon Dewey' in uygulama ile ya da deneyimleyerek öğrenmesini gerçek öğrenme olduğunu düşünüyor Topçu. <<Nasıl öğrenilir? Öğrenme, herşeyden evvel bir çıraklıktır. Mektep çırak­lık yeridir, diyebiliriz ki bir tezgâhtır. O tezgâhta usta yapar, çırak­lar tekrarlar. Usta verir, çırak alır. Alınmamış, benimsenmemiş, benliğe mal edilmemiş bir ders, iyi bir ders sayılmaz. Mektepte alı­nan ders, ya bir tasavvurdur, hayale mal edilir; ya bir hünerdir, elle mal edilir; ya bir iradedir, iktidarımıza ilâve edilir; ya da bir aşktır, kalbe doldurulur. Bunlardan biri halinde benliğimize, girmeyip sa­de hâfızada, şuurun dışına asılı bir küfe yük halinde duran bilgiler verici öğretim, faydasız ve mânasızdır. İyi üstad, dışımızda yaşananı içimiz­de hayat yapabilen muallimdir. En iyi muallim, en büyük üstad, şüphesiz ki hayattır.>> Diğer yandan özel okulların ticari kaygıları olduğu için esnaf mantığıyla hareket edildiği tenkit edilmiş. Yabancı okulların ise birer misyoner yuvaları oldukları düşünülmüş. Öğretmenlik mesleğini toplumdaki en büyük müessese olarak görür Topçu. <<Âdemoğlunu, beşikten alarak mezara kadar götürüp teslim eden, dünyanın en büyük mesuliyetine sahip insan muallimdir. >> <<Devletleri ve medeniyetleri yapan da, yı­kan da muallimlerdir. Muallime değer verildiği, muallimin hörmet gördüğü ülkede insanlar mesut ve faziletlidir. Muallimin alçaltıldığı, mesleğinin hor görüldüğü milletler düşmüştür, alçalmıştır ve şüphe yok ki bedbahttır. “Babam beni gökten yere indirdi. Hocam beni yerden göğe yükseltti” diyen İskender muallimi anlamıştır. Muallim, sade zekâların değil, beşaretlerimizin, ibadetlerimizin müjdecisidir. >> <<Hakikatte muallimin sahip olması lâzım gelen vazife ve me­suliyet, bu derecede basit ve ruh yapısı bakımından böyle değersiz ve iptidaî bir fonksiyondan ibaret değildir. Muallimin mesuliyetle­ri çoktur ve cemiyet hayatının her sahasına uzanmaktadır. Bir memlekette ticaret ve alışveriş tarzı bozuksa bundan muallim me­suldür. Siyaset, millî tarihin çizdiği yoldan ayrılmış, milletinin ta­rihî karakterini kaybetmişse, bundan mesul olan yine muallimdir. Gençlik âvâre ve dâvasız, aileler otoritesizse bundan da muallim mesul olacaktır. Memurlar rüşvetçi, mesul makamlar iltimasçı ise­ler muallimin utanması icap eder. Din hayatı bir riya veya taklit merasimi haline gelerek vicdanlar sahipsiz ve sultansız kalmışsa bunun da mesulü muallimlerdir. Yüreklerin merhametsizliğinden, hislerin bayağılığından ve iradelerin gevşekliğinden bir mesul ara­nırsa; o da muallimdir. Yalnız kaldığımız yerde yalnızlığımızın mesulü o, imanların zayıfladığı devirlerde bu gevşemenin mesulü yine onlardır.>> Eğitimin toplumun ihtiyaçları değişeceği için sürekli kendisini güncellemesi gerektiğini, öğretmenlerin de seminerler alarak bu gelişmelere dönük eğitim almaları gerektiğini savunur. Mektepte öğretmenlerin nöbet tutmalarını istemez Topçu. Bir takım idarî vazifelerle öğretmenlerin yıpratıldığını düşünür. Yine geleceğe dair bir öngörüde de bulunmuş Topçu. <<Lise öğretiminin, böyle bir ihtisasa doğru gitmesi zamanı gel­miştir. Bunu kabul etmezsek, yetiştireceğimiz nesiller, iki gruba ay­rılacak: Üniversite mezunları, lise mezunları. Koca bir memleketin, bir ziraat memleketinin bütçesinin hemen yarısını kendilerine tah­sis edeceğimiz bu iki zümreden birinciler kuvvetli ve değerli tavsi­yelere yapışarak kalemlerin baş tarafındaki maroken koltuklara ku­rulacaklar, emredecek, şiddet kullanacaklar ve her kâğıdı imzalaya­caklar. İkinciler ise, çok sıkıntı ile açık buldukları bir kapıdan içeri uzanarak, kuru sandalyalarda ömür çürüteceklerdir. >> Kız ve erkek öğrencilerin ayrı ayrı okullarda eğitim alması gerektiğini düşünür. Kendisine katılmadığım nadir hususlardan. Türkiye ' yi İstanbul' dan ibaret olmadığını düşünecek olursak, Anadolu ' da o dönemlerde doğru olarak kabul edilebilir. Zira düşünceleri o dönem içerisinde değerlendirmek doğru olacaktır. Ve son olarak tüm eleştirilerine rağmen gelecekten umutludur Topçu. Asla gardını düşürmez, aksine tüm sıkıntıları çözecek olanın öğretmenler olduğuna inanır. <<nasılsın Bu nesle “okumayı sevmiyor” diyemeyiz. Herkes, yedisinden yetmişine kadar gazete tiryakisidir. Gazete okuma ihtiyacı, dağ başlarındaki köylere kadar yurdun her tarafını sarmıştır. “Bu nesiller, dinlemesini bilmiyor” diyemiyoruz. Vaazeden hocaların etrafında halkalanarak, bir takım hikâyeleri, hayali okşayan vaatleri veya ürpertici tehditleri, âhiretten emir alır gibi dikkatle dinleyişleri, hayret çekici bir manzaradır.>> Bir yazar ne büsbütün haklı olabilir ne de büsbütün haksız. Zira eleştiri dediğimiz şey hem olumlu hem olumsuz yapılan bir şeydir. Düşünceyi savunan kim olursa olsun, onun nerden geldiğine, hangi ideolojiye sahip olduğuna ya da nereli olduğuna bakmamak gerekir. Benden bu kadar. ~~Kitapla Kalın~~
Türkiye'nin Maarif Davası
Türkiye'nin Maarif DavasıNurettin Topçu · Dergah Yayınları · 20164,633 okunma
··
1.824 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.