Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

SIFAT FARKLARI
Ondan sonra Hak Teâlâ, rahmetini bizim için, bizim açığa çıkışımız se bebiyle, kendi kendisi üzerine mecbûri kıldı. Ve bize de, hakîkatte, kendi sinin bizim hüviyyetimiz olduğunu bildirdi. Tâ ki biz, muhakkak rahmeti kendi kendisi üzerine ancak kendi kendinden dolayı mecbûri kıldığını bi lelim. Şimdi rahmet, Hak'tan hâriç olmadı. Bundan dolayı kimin üzerine bahşetti? Oysa vücûdda ondan başka bir şey yoktur. Ancak şu kadar vardır ki, hálkın ilimlerde farklılıkları gözüktüğü için, ayrıntılı bir anlatım lisânı gereklidir. Hattâ ayn’ın ahad ya’nî tek oluşuyla ile berâber, bu bundan daha bilgilidir, denilir. Ve onun ma'nâsı, ilim bağlantısından, irâde bağlantısının noksan oluşu ma'nâsıdır. Şimdi bu üstünlükler ilâhî sıfatlarda olmaktadır ve irâde bağlantısının kudret bağlantısı üzerine, tamlığı ve üstünlüğü ve fazlalığı ma'nâsıdır (10). Ya'nî Hak Teâlâ isimlerin sûretlerini bizim sâbit ayn’larımızın aynalarında peydâ etmek ve hârici vücûtlarımızda onların eserlerini ve hükümlerini açığa çıkarmak sûretiyle, o isimlere "bahşedilen rahmânî rahmet" ile rahmet ettikten sonra, bizim bize zâhir oluşumuz sebebiyle kendi kendisi üzerine “hakedilen rahîmsel rahmet”i mecbûri kıldı. Bundan dolayı her şey, bahşedilen rahmet ile rahmet edilmiş ise de, hakedilen rahmet ile rahmet edilmiş değildir. Çünkü herkesin kendi hakîkati, kendisine zahir olmaz. Ve herkes kendi hakîkatîni ârif değildir. Ve nefse ârif olmak ise, takvânın netîcesi ve hakîkatidir. Bundan do layı "hakedilen rahmet" ile rahmet edilen takvâ ehlidir. Ve bu rahmet ancak onlara mahsûstur. Fakat zannetme ki Hak, bu rahmeti kendi kendisinin dışında bir şeye tahsîs etti. Çünkü kendisi bizim "hüviyyet"imiz olduğunu “İşiten kulağı, gö ren gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum...” hadîsi kudsîsinde bize bildirdi. Ve Hakk'ın bize bunu bildirmesi, şunun içindir ki, Hakk’ın rahmetini ancak kendi nefsinden dolayı, kendi nefsi üzerine mecbûri kıldığını biz bilelim. Çünkü onun nefsi, bizim "hüviyyet"imizdir. Ve onun vücûdu, hakîkî vücûd ve bizim vücûdumuz ise, onun vücûduna bağlı olan bir i'tibârî vücûttur. Bundan dolayı o, bizim bâtınımızdır. Ve onun nefsi, bizim bâtınımızın ve hüviyyetimizin aynıdır. Böyle olunca rahmet, Hakk'ın vücûdundan hâriç ol madı. Şu halde, rahmet eden Hak olduğu gibi, rahmet edilen de Hak'tır. Ve mâdemki "râhim" ve "rahmet edilen" Hak'tır; bundan dolayı Hakk'ın bahşet mesi ve ihsânı kimin üzerine olur? Oysa vücûdda ondan başka bir şey yoktur. Ve bu gördüğümüz çokluk taayyünleri, O'nun mutlak vücûdunun taayyü nünden ve kayıtlanmasından başka bir şey değildir. Gerçi bu, böyledir. Fakat "hálk" dediğimiz izâfî vücûtlara baktığımız zaman, onların ilimlerde birdiğerinden farklı olduğunu görüyoruz. İşte bu farklılık gözüktüğü için, ayrıntılı bir anlatım lisânın hükmü vardır. Ve bu ayrıntılı anlatım lisânın hükmü gereğince, Hakk'ın ayn’ının ahad ya’nî tek oluşu ve bütün bağıntısal çoklukların o ahad ya’nî tek olan ayn’da görünmemesi ile berâber, bu bundan daha bilgilidir, denilir. Eğer ayrıntılı anlatım lisânının hükmü olmasa böyle denilmez idi. Çünkü ahadiyyet ayn’ından baş ka vücûdda bir şey yoktur ki, bu ve şu diye gösterilebilsin. Ve eğer zâtî bağın tıların bağıntıları olan “hálk” dediğimiz şey olmasa ayrıntılı anlatım lisânının hükmü bir hareket sahası bulmaz idi. Ve bu birbirinden üstün oluş yönüyledir, ya'nî sıfatların birbirinden üstün oluşu yönüyledir. Ve "aralarında üstünlük oluş"un ma'nâsı, Hakk'ın irâdesinin bir şeye bağlantısının, ilminin bağlantısından noksan olması ma'nâsınadır. Çünkü, bütün eşyâ her zaman Hakk'ın bilinenidir. Fakat bütün eşyâya, her zaman Hakk'ın irâdesi bağlanmaz. Ya'nî Hakk'ın bildiği şeye, irâdesi bağlan maz. Bundan dolayı ilmin bilinenlere bağlantısı, irâdenin bilinenlere bağlantı sından daha geneldir. Birisi tam, diğeri noksandır. Nitekim âyeti kerîmede buyrulur: “ve ennallâhe kad ehâta bi küllî şey'in ilmâ” ya’nî “ve Allah her şeyi ilmi ile ihâta edicidir” (Talâk, 65/12) Şu halde ilim her zamanda her şeye bağlantılıdır. Fakat “İnnemâ kavlünâ li şey’in izâ erednâhu en nekûle lehü kün fe yekûn” ya’nî “Bir şeyin (olmasını) istediğimiz zaman Bizim sözü müz, ona sadece: “Ol!” dememizdir. O, hemen olur” (Nahl, 16/40) âyeti kerîmesi gereğince Hakk'ın bir şeye olan irâdesinin bağlanması vakitlerden bir vakitte gerçekleşir. Ve ilim ile irâde ilâhî sıfatlardan olup aralarında tamlık ve noksanlık gözükmekle üstün oluş sâbit olmuş olur. Ve ilâhî sıfatlar arasında bu şekilde üstünlük sâbit olunca, onların görünme yerleri olan hálk edilmiş ayn’larda da bu üstünlüğün eseri ortaya çıkar. Ve aynı şekilde üstün oluşun ma'nâsı Hakk'ın irâdesinin bağlanmasının, kudretinin bağlanması üzerine tamlığı ve üstünlüğü ve fazlalığı ma'nâsıdır. Çünkü ilk olarak bir şeye irâde bağlanmayınca, ona kudret bağlanmaz. Bundan dolayı ilim, irâde üzerine ve irâde de kudret üzerine hâkimdir. İşte görülüyor ki, sıfatlar arasında üstünlük mevcûttur.
·
20 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.