Gönderi

Akif'in şiirlerinde dua, iki tezahürüyle görünür. Biri, gelenekten gelen, âdeta alışılmış, ritüel bir ibadetin zarurî bir parçası gibidir. Dışa dönüktür; kelimeler aslî manalarının dışına taşmamıştır. Süleymaniye ve Fatih kürsüsünde, vaizlerin duaları bu karakterdedir: Yâ ilâhî, bize tevfikini gönder... - Âmîn! Doğru yol hangisidir, millete göster.. - Âmîn! Bunlar şairimizin, İslâm birliği yahut İslâmın dünya nizamı ile ilgili duygularını aksettiren dualarıdır. Herhangi bir hususiyet göstermezler ve benzerlerini aynı düşünceye sahip başka şairlerin mısralarında görebilirsiniz. Duanın ikinci tezahürü mistik ve metafizik bir derinliği olan mısralarda görülür. Burada İslâm'ın dünya nizamı değil, belki kulun iç dünyasında Tanrının tecellisi bahis konusudur. Evvelkilerinin didaktik nazım parçaları karakteri taşımalarına mukabil,Âkif bu dualarda daha içten, daha samimî ve -bir şiir terimi ile söylersek- daha liriktir. Yine ilk Safahat'taki "Tevhid" şiiri bunun güzel örneklerindendir: Ey nûr-ı ulûhiyyetinin zılli avâlim, Zıllin bile esrâr-ı zuhûrun gibi muzlim! Kürsi-i celâlin -ki semâlarla zeminler Bir nokta kadar sahn-ı muhitinde tutar yer- İdrâkin eder gaye-i ûmmidini haybet... Ya Rab, o ne dehşettir, İlâhî, o ne heybet! (Ey ulûhiyet nurunun gölgesi bütün kâinat olan Rabbim! Senin gölgen bile tecellî edişinin sırrı gibi karanlık! Göklerin ve yerlerin, çevresinde bir nokta kadar yer tuttuğu büyüklüğünün kürsüsü, seni ídrâk etmek ümidini boşa çıkarır... Yarabbi, o ne dehșettir, İlâhî o ne heybettir!)
Sayfa 122Kitabı okudu
·
6 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.