Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Genç ve zeki bir kadın, anne ve babasının muhalefetine bakmayarak evlenir. Anne ve babanın bu evlilikten duyduğu hoşnutsuzluk öylesine büyüktür ki, kızla ailesi arasındaki tüm bağlar kopar. Zamanla kız, anne ve babasının kendisine doğru davranmadığı kanısına varır. Gelgelelim, birçok kez yinelenen uzlaşma girişimleri iki tarafın gurur ve inadından ötürü sonuç vermez. Yaptığı evlilik, çok saygın bir aileden gelen kadını tam bir yoksulluğun içine sürükler. Ne var ki, dikkatle bakılmadı mı, mutsuz bir evliliğin hiçbir izine rastlanmaz ortada, kadının akıbetinden endişe edilmesini gerektirecek bir durum yoktur; ancak, kadında bir süredir pek tuhaf kimi belirtiler görülmeye başlanmıştır. Evliliğe kadar babasının gözbebeğidir kız. Babasıyla arasındaki ilişki öylesine candan bir nitelik taşımıştır ki, sonradan arada bir anlaşmazlığın patlak vermesi dikkati çekmeyecek gibi değildir. Evlenme konusunda baba, kıza karşı alabildiğine kötü davranmış, babayla kızın arası iyice açılmıştır. Hatta bir torunları dünyaya geldiğinde bile, anne ve baba yavruyu görmek istememiş ve kızlarıyla barışmaya bir türlü razı edilememiştir. Ruhunu büyük bir hırs bürüyen hastamız, anne ve babasının davranışını bir türlü hazmedememiş, anlaşılan haklı olduğu bir davada haksız duruma düşmek kendisini fena halde üzmüştür. Ruh durumunun, tamamen içindeki hırsın egemenliği altında bulunduğunu göz önünde tutmadan hastamızın davranışını anlamamız olanaksızdır. Ancak ilgili karakter özelliğidir ki, anne ve babasıyla bozuşmayı neden pek hazmedemediğini bize açıklamaktadır. Hastamızın annesi sert ve dürüst bir kadındı, kuşkusuz değerli özelliklere sahipti, ama kızına karşı hoşgörüsüz davranmıştı hep. Beri yandan, hiç değilse dışarıdan bakıldığında, kendi payesinden bir şey yitirmeksizin kocasının egemenliği altında yaşamasını becerebilen biriydi. Hatta söz konusu başarısını belirli bir gururla ikide bir vurguluyor, bununla övünüyordu. Derken ailede, ailenin saygın adının ileride varisi olacak bir erkek evladın sahneye çıkışı ve kendisine hastamızdan daha çok değer verilmesi, hastamızdaki hırsı özellikle kamçılayan bir etken rolünü oynamıştı. Yaptığı evlilikle o zamana kadar tanımadığı bir sıkıntının kucağına yuvarlanması, anne ve babasından gördüğü haksızlığa karşı hastamızın içindeki hıncın giderek büyümesine yol açmıştı. Bir gece henüz uyanık bir halde yatakta yatıyorken, şöyle bir sanrı görmüştü hastamız. Ansızın kapı açılmış, Meryem Ana yanına yaklaşıp demişti ki: “Seni çok sevdiğimden, aralık ayının ortasında öleceğini haber vermek için geldim; ona göre hazırla kendini.” Sanrı, hastamızı korkutmamış, ama yine de kocasını uyandırıp olayı kendisine anlatmıştı. Ertesi gün de hekime duyurulmuştu olup bitenler. Hastamız bir sanrı görmüştü. Ama Meryem Ana’yla gerçekten karşılaşıp, sesini işittiği üzerinde diretiyordu. Doğrusu ilk bakışta anlaşılır gibi olmadığı söylenebilir bu diretmenin. Ancak elimizdeki anahtara başvurduğumuz zaman, durumu aydınlatacak bazı bilgiler ele geçirebiliriz. Ortada anne ve babayla sürüp giden bir dargınlık vardır, hastamız sıkıntı içindedir, hırslı biridir ve araştırmalarımızın gösterdiğine göre, herkesten üstün olmak gibi bir eğilimi içinde barındırmaktadır. Bir kimsenin kendi sınırlarının dışına çıkabilmek için Meryem Ana’ya yaklaşmasının ve onunla söyleşide bulunmasının anlaşılmayacak yanı yoktur. Diyelim Meryem Ana, kendisine yakaranlarda görüldüğü gibi, salt bir hayal çerçevesi içinde kaldı, o zaman kimse durumda bir olağanüstülük bulmayacaktı. Dolayısıyla, bu kadarını hastamız yeterli saymakta, daha güçlü kanıtları gereksinmektedir. Ruh denilen şeyin bu tür oyunların üstesinden gelebileceğine akıl erdirebilirsek, durum tüm bilmecemsiliğini yitirecektir. Sonuçta düş gören herkes aynı durumda değil midir? Ortada bir ayrım varsa bu, hastamızın uyanıkken de düş görebilmesidir. Ayrıca göz önünde tutmamız gereken bir nokta da hastamızın o sırada onurunun ayaklar altına alındığı duygusunu alabildiğine büyük bir güçle içinde yaşatmakta oluşudur. Bu durumda gerçekten bir başka annenin hastamıza gelmesi dikkatimizi çekiyor; öyle bir anne ki, bütün annelerden daha iyi kalpli oluşu herkes tarafından benimsenmektedir. Her iki anne, birbiriyle bir karşıtlık içerisindedir. Gerçek annesi gelmediği için, Meryem Ana kalkıp hastamıza gelmiştir. Sanrı, asıl annenin sevgisindeki yetersizliğe işaret etmektedir. Hastamız, anne ve babasının haksızlığını en iyi biçimde kanıtlayabileceği bir yol aramaktadır besbelli. Aralığın ortası da pek önemsiz sayılacak bir tarih değildir. İnsanların yaşamında içten ilişkilerin kotarıldığı sıcaklık ve yakınlık duygusuna gönüllerde her zamankinden daha çok yer verildiği, herkesin birbirine armağanlar sunduğu bir zamandır. Bu tarihte uzlaşma ve barışmalar da çok daha kolay gerçekleşebilmektedir. Dolayısıyla, söz konusu tarihin hastanın yaşamsal bir sorunuyla ilişkili olduğunu anlayabilmekteyiz. Olayda yadırgatıcı görünen şey, Meryem Ana’nın sevgiyle hastamıza yaklaşmasına, yakında hastamızın öleceği gibi tatsız bir haberin eşlik etmesidir. Kadının, söz konusu haberi kocasına adeta sevinerek duyurmasının bir anlamı olması gerekir. İleriye yönelik bu haber hastamızın anne ve babasının kulağına da gitmiş, hemen ertesi gün hekimden olayı öğrenmişlerdir. Bu durumda, öz annenin kalkıp hastamıza gelmesini sağlamanın bir güçlüğü kalmamıştır. Ne var ki, birkaç gün sonra MeryemAna yine hastamıza görünür ve kendisine aynı sözleri söyler. Annesiyle karşılaşmasının nasıl geçtiği sorusuna hastamız, annesinin kendisine haksızlık ettiğini bir türlü kabullenmediği yanıtını vermiştir. Burada yine eski ‘light-motif’in ön plana çıktığını görmekteyiz; anne üzerinde sağlanmak istenen üstünlük amacına henüz ulaşılamamıştır. Derken hastanın anne ve babasına durum açıklanmaya çalışılmış, babayla kız arasında sağlanan bir buluşma parlak bir şekilde sonuçlanmış, dokunaklı bir sahne yaşanmıştır. Ama hastamız bu kadarını yeterli saymamakta, babasının davranışında teyatral bir hava estiğini ileri sürmektedir. Hem ne diye bu kadar zaman babası bekletmiştir kendisini! Başkalarını haksız görme, kendisine ise zafer kazanmış gözüyle bakma eğilimi hâlâ hastamızın içinde yaşamaktadır. Şimdiye kadar anlattıklarımıza dayanarak şöyle diyebiliriz: Sanrı, ruhsal gerilimin alabildiğine büyük boyutlara ulaştığı, insanın amacından itilip uzaklaştırılacağı korkusuna kapıldığı durumlarda ortaya çıkmaktadır. Sanrıların eskiden insanları önemli ölçüde etkilediği, hatta belki şimdi bile geri kalmış toplumlarda etkisini sürdürdüğü kuşkusuzdur. Gezginlerin yazılarından bilindiği üzere, kimi sanrılar çölde yolculuk edip açlık, susuzluk ve yorgunluktan bitkin düşmüş, yolunu izini kaybetmiş kimselerin gördüğü hayalleri içermektedir. Alabildiğine büyük bir sıkıntının yol açtığı gerilim, tasarım gücünü zorlayıp insanın o andaki zor durumdan çıkarak kesinlikle hoşnutluk verici bir duruma geçmesini sağlamaktadır. Bu durum, bocalamakta olan yorgun kişiyi canlandırmakta, ruhunda yeni birtakım güçleri harekete geçirmekte, onu daha güçlü ya da daha duyarsız duruma sokmakta, üzerinde tıpkı bir iksir, bir uyuşturucu etkisi yapmaktadır.
Pdf
·
39 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.