Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

İnsan dile dökse de, kalbinde saklasa da, üzerinde tefekkür etse de, hiç farkında olmasa da mutlaka kendisine dair bir kanaat sahibidir bence. Bu kanaat insana ya iyilerden olduğunu düşündürür ya da kötülerden. İnsanın kendisine ait bu kanaatlerinden iki farklı sonuç doğuyor: ‘İyilerdenim’ diyen kişi kendisini kötülerden olmanın eşiğine götürürken, ‘kötülerdenim’ itirafı ise iyilerden olmanın kapısını açıyor. Her tarafından tevazu akan ve her hâlinden “hiçliğini” haykıran pişenlerin külleri bile, ‘ben hamım’ diye tozarken; hamların, ateşin adını duyunca dahi ‘piştim’ diye haykırmaları bundandır belki de. Peki “ben iyilerdenim” demek, insan için iyi bir durum mudur? Bence hayır! Çünkü iyiliğin ne olduğunu “gerçekten” bilenler, kendilerini iyilerden gör(e)mezler. “Ben iyilerdenim” zannına kapıldığımız anda, iyiliğin ne olduğunu ‘bilmediğimizi’ itiraf etmiş oluruz. Dahası iyiliğin de, iyilerin ‘kim ve ne olduğu’ hakkında bilgimiz olmadığının da ilanıdır bu. Yani âriflerin tanımıyla diyebiliriz ki; “ben tamamım hissi, kişiye noksan olarak yeter.” “Ben kötülerdenim” diyebilmek ise, (bence) iyilerden olduğumuzun ilk alâmeti. Çünkü yaptığı, kendisine nasip edilen “iyiliklerinin” yetmediğini fark edebilen insan ‘iyi yol’dadır. Bu “nasıl olur?” diyeceksiniz! “Allah, bir kulunu sevdi mi onun kalbine yaptığım iyilikler yetersiz, yeterince iyi olamadım, güzel amel işleyemedim; öyle ise ben kötülerdenim hissini verir” derdi eskiler. Buradaki ölçü “nefsinin kusurlarını görmek”çünkü. Bu yüzden olsa gerek ki; “Allah’ım iyiliklerim senin katında çok bile olsa onları benim gözümde az eyle, kötülüklerim senin nazarında az bile olsa onları benim gözümde çok eyle” diye dua ediyor irfan ehli. Ne muhteşem değil mi? “İyiliğimi bana az göster” ki çoğaltmak için gayret edeyim, “hatalarımı bana çok göster” ki azaltabilmek için çabam artsın. Peki bu kanaat nasıl oluşur? Yani bir insan kendisiyle kalabalık kaldığı anda kendi kendine “ben kötüyüm, kötülerdenim” diyebilir mi? Bu olgunluğa nasıl ulaşacak? Sanırım bu noktada “kimlerle beraber olduğu” önemli. Çünkü, kendimizden güzellerle birlikte oldukça, kendi çirkinliğimizi fark ederiz; kendimizden çirkinlerle beraber oldukça kendi güzelliğimizin sarhoşu oluruz. Çirkinliğimizi fark etmek bizi güzelleşmenin yollarını aramaya sevk ederken, güzel olduğumuzu zannetmek bize ‘ben oldum’ hissi vererek günden güne çirkinleşmemize sebep olur.Kitabullah’ta iman edenlere, takvanın hemen ardından sadıklarla beraber olmalarının emredilişindeki hikmet de burda sanırım. İmanın muhafaza ve takvanın muhafazasının şartı sadıklarla birliktelikte saklı demek ki. “Kalp, sahibini yansıtan bir aynadır” diyor ârifler eski kaynaklarda. Allah ise, o aynanın yegane sahibi. İşlenen her günah, o aynanın üzerine düşen bir leke olduğu için, küçük günahlarla lekelenen ayna, zamanla büyük günahları da küçük göstermeye başlıyor. Peki büyük günah, küçük günah ne? “Kolaylıkla işleyebilmeye başladığın günah, senin büyük günahındır.” diyor İlmin kapısı Hz Ali(ra) ta çağlar ötesinden zamanımızın kalbine fısıldayarak. Yani günahlar çoğaldıkça, ayna hepten kirlenip paslanıyor; ne sahibinden ne de kendisini taşıyandan haber verebiliyor. ‘Günahı bilmek için aynaya gerek yok ki, zaten insan günah işlediğini bilir’ diyebilirsiniz. Ben de buna “bedenin günahları için evet, ama kalbin günahları için hayır!” cevabını verebilirim. Bedenle işlenen günahtan nasibimiz varsa tövbe etmek (pişmanlık kalpte yeşerirse) kolaydır. Neye tövbe edeceğimizi biliyoruz çünkü. Peki kibir, hırs, riya, haset ne olacak? Varlığını fark edemediğiniz günaha nasıl tövbe edeceksiniz? Kendi kalbi insana en yakın olandır değil mi? Bu yakınlığına rağmen o ayna nasıl olur da göstermez? Bu sorunun cevabı zor değil bence zira çamurla sıvadığınız bir ayna parçasını elinize alıp yüzünüze yaklaştırsanız bile çamurdan başka bir şey göremezsiniz.Bizim günahlardan lekelerle kirletip, aynadan çok, bir leke gibi taşıdığımız kalbi; gönül ehli sadıklar güzel amelle, zikirle, tefekkürle tasfiye edip saf bir ayna haline getiriyorlar. Bizim aynamızda, biz kendimizi dahi seyredemezken; onların kalpleri, kendisiyle beraber olanlara kendi hâllerinden haber veriyor. Günah lekesinden simsiyah olmuş sözüm ona aynada kendisini seyreden; ‘ben iyilerdenim, güzelim, benim kalbim temiz’ diyorken, bir gönül ehlinin davranışlarında kendini görüp kusurunun farkına varan ‘eyvah’ diyor, ben ne kadar çirkin ne kadar da kötü bir insanım. Peki “kim bu sadıklar” deyip bitirelim? Neye nazargâh ve kime mekan olduğunun şuuruyla, içinde O’ndan ve onun rızası için olanlardan başka hiç bir şeyi barındırmayan kalp sahiplerinden; içtiği sudan bastığı toprağa, aldığı nefesten kokladığı çiçeğe kadar her zaman ve mekânda ‘aman incinmesin’ diyen gönül erlerinden, Dîvân-ı Hakk’ta sana nasıl muamele edileceğini bilmek istiyorsan, bugün O’nun (c.c) yarattıklarına nasıl muamele ettiğine bir bakıver diyen îrfan ehlinden söz ediyorum! Biliyoruz ki ne gönlümüz eşkiyalığa razı ne de nefsimiz evliyalığa! Ancak haşyet ve ümit arasında akleden kalpler bilir ki gönül sarayını inşa etmek isteyen herkese hikmet deryasından türlü nasipler vardır. Yeter ki insan, O’nunla arayıp O’ndan istesin ve nefsini araya katmasın. Ama “Hacer gönüllü” hayatların çabasını, “Abbas bilekli” yüreklerin cesaretini kendisine sermaye edinerek. Böylelikle hakikat habercisi olan kelimeler O’nun adıyla okundukça muhatabını ihya edecek; okunanlarla ahlaklandıkça da “sözün güzeli” hayatlarda can bulacak; bu canlılık her mahlûkata sevgi, şefkat, merhamet ve adalet olarak sirayet ettikçe de gönüller fethedilecek, herkesin kendi toprağında filizlenecek tohumlara su ve gıda olacaktır. Muhammed Rıdvan Sadıkoğlu
·
17 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.