Gönderi

Kapıdan geçtiğimizde bizi geniş bir alan karşılar. İçinde savaşı anlatan ahşap anıtların bulunduğu bir meydan. Tamamı ahşaptan oyulmuş bu savaş anıtları son derece etkileyicidir. Toz toprak içinde sürüklenen ve kişnemekte olan atlar, düşmemek için mücadele eden sancaklar, tuğlar, etrafta uçuşan mızrak ve oklar. Bu anıtların içerisinde özellikle iki tanesi dikkatimizi çekiyor. Bunlardan bir tanesi savaşta ölen Macar Kralı II. Layoş'a ait. Gayet usturuplu, başı, gövdesi, eli yüzü düzgün bir anıt. Her Avrupalı turist buraya geldiğinde bu ahşap heykelin ayakları dibine bir gül bırakıyor. Hemen birkaç metre yanındaysa ikinci bir ahşap heykel yer alıyor. Biçimsiz bir sarığın altında kulakları küpeli bir adam. Vücudu yapılmamış, üslupsuz ve çirkin. Sanki bir değneğin ucunda duruyor gibi başı. Daha çok bir korsanı andıran bu heykelin boynuna bir file asılmış. İçinde ise dört tane kesik baş duruyor. Yani güya Kanuni Sultan Süleyman. Bu manzara bizi hiç şaşırtmıyor. Çünkü Avrupalıların yüzyıllardır ağızlarında çiğnedikleri sakız bu. Osmanlı'yı hep barbar, asan kesen, ganimet toplayan gürûh olarak görmek istediler. Halbuki asıl barbarlığı hep kendileri yaptılar. . . . Peşte ve Budin arasında, boğaz gibi akan bir Tuna Nehri. Kanuni, barbar bir insan olsaydı bu güzelim şehri Mohaç sonrası ele geçirişinda ilhak ederdi. Etti mi? Tabi ki hayır. Yeni bir Macar kralı seçtirdi: Zapolya. Macar topraklarını ve başkentini kendisine iade etti. Ondan bir tek şey istedi. Ülkene Karl'ı ve Ferdinand'ı sokmayacaksın.
Sayfa 162
·
12 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.