Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

419 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
8 günde okudu
Onların Dostoyevski'si, Proust'u varsa bizim de Tanpınar'ımız var
Huzur kavramı bu coğrafyada adeta unutulmuştur. Bunun en büyük göstergesi, halk olarak hep geçmişe özlem duyuyor olmamızdır. Aslında biraz tarihi araştırmış bir insan çok iyi bilir ki geçmiş, bugünden daha huzurlu değildir. Hatta geçmiştekiler huzura daha çok hasrettirler. Buna rağmen geleceğe değil de geçmişe hasret duyulmasının nedeni, geleceğin her zaman puslu olmasından mütevellit, daha huzursuz ve korku verici bir imge olmasıdır. İkinci Dünya Savaşı’nın arefesindeki İstanbul’una konuk olduğumuz Tanpınar’ın Huzur’unda bizleri ya geçmişte ya da gelecekte olan ama bugününde olamayan bir tutunamayan, Mümtaz karşılamaktadır. Küçükken elem verici bir şekilde babasını kaybetmiş, annesiyle zor zamanlar geçirdikten kısa süre sonra onu da kaybederek hem yetim hem öksüz kalarak amcasının oğlu İhsan Bey’in yanında kendini bulmuştur. İhsan, Mümtaz’a hem baba hem de akıl hocası olarak onun hayatını derinden etkilemiştir. Romanda İhsan Bey hasta bir vaziyettedir. Mümtaz yengesiyle birlikte onunla ilgilenmektedir bir süredir, yengesinin ısrarıyla biraz hava alması için dışarı yollanır ve Mümtaz sokaklarda dolaşırken bizler de onun hayatını okumaya başlarız. 600 yıllık bir imparatorluğun görkemliliği uzakta kalmış köhne mirasını devralan Cumhuriyet, hızla yenilikler yaparak Tanpınar’ın en çok etkilendiği isim olan Yahya Kemal’in ismini verdiği Lale Devri’nde başlayan Batılılaşma hareketi, en hızlı halini almış ve Avrupa tarafından bu durum Türk Mucizesi olarak lanse edilmiştir. Lakin öte yandan ise Doğu ile Batı arasında bilhassa kültürel olarak arafta kalmış bir veya birkaç kuşak yaratmış hatta bunun etkileri az veya çok halen hissedilmeye devam etmektedir. Romanda bu durum kendisini en çok İhsan Bey’in bulunduğu bölümlerde kendisini hissettirse de romanın tamamında bunun varlığını her an hissederiz. İhsan Bey, medeniyet ile kültürün iç içe olduğunu düşünür. Bununla birlikte fertlerin yekvücut olduğu bir cemiyetin tertibinin insanı ölüm mefhumuna karşı koruyacak ve toplumu da kalkındıracak tek çare olarak görmektedir. Romanda ağır basan başka bir unsur olan ve insanların hayatına derinden etki edip onların sınırlarını belirleyen kader olgusuna karşı insanın fert olarak duramayacağını ancak cemiyet halinde kaderle barışık hale gelerek daha iyi bir dünya yaratabileceğini düşünür. Ayrıca Cumhuriyet’le birlikte henüz kalkınma hareketinin üretime dayandırılamadığını, memur kadrolarının doldurulma gayretine fazla odaklanılarak ileride bunun bir kriz oluşturabileceği öngörüsünde bulunur. Müziğin merkezde yer aldığı romanda, İhsan Bey vasıtasıyla Türk’ün romanının musiki olduğu ve musikinin de bizi biz yapan, ruhumuzun derinlerine nüfuz ederek medeniyetimizin kökü olarak bulunması gereken tarihe giden yolu teşkil ettiği belirtilir. Mahur Beste eserine de adını veren ve Mümtaz’ın aşık olduğu kadın olan Nuran’ın akrabalarından birinin bestesini yaptığı bestenin ailede kuşaklar boyu hüzün mirası olarak gezinir. Bir çocuk annesi olup kendisini yabancı bir kadınla aldatan kocasından ayrılmak üzere olan Nuran, Mümtaz ile tanışır ve kısa sürede ikili arasında aşk filizlenir. Filizlenen aşkın arka planında Mümtaz’ın hayatının anlamını bugünün bir maddesinde yani Nuran’ın güzel gözlerinde bularak geçmiş ile gelecek arasında ruhu uçurumun dibine götüren gelgitlerinden kurtulma arzusu yatmaktadır. Tanpınar’ın Yahya Kemal ile birlikte gezindiği İstanbul sokaklarında, romanda Mümtaz ile Nuran gezinir. Bu esnada edilen sohbetler, aşka soğuk insanın bile aşkla buzlarını eritecek derecede sıcak ve hoştur. Bununla birlikte şehrin tarihi dokusunun yıprandığı noktalar, onlara hafızalarında her geçen gün derinliklere gömülen maziyi anımsatır. İfade edilen eski musikilerden beytlerle gömüldüğü derinliklerden yine yüzeye çıkan mazi, bilhassa romanın kahramanlarının neredeyse tamamının bulunduğu ney musikisinin icra edildiği ev ortamında atmosferi kaplar ve her karaktere nüfuz ederek vecd halini alır. Bu esnada ortama sonradan dahil olan verem hastası, evli ama bir yandan da Nuran’a aşık olan ama özellikle varoluşsal konular üzerinde durmasıyla romanda yer eden Suat ile birlikte evde Tanrı, ölüm ile hayat, cemiyet ile fert, ahlak ve insanın hürriyeti üzerine sohbetler başlar. Bir ateist olan Suat ile İhsan Bey arasındaki münakaşada Suat’ın insanın hürriyetinin sağlanması için ölen tanrının yeterli olmadığına şahit olup buradan ferdin merkeze alındığını görürüz. Suat, ahlakın da insan ürünü olduğunu ve inançtan sıyrılan insanın önünde ahlak ve benzeri bir sınırın olamayacağını ifade eder. Eğer inanıyor olsa tanrıyla kavga edeceğini ve ona şunları söyleyeceğini belirterek kötülük sorunu ve hayat denilen muammadaki anlam arayışının insanı düşürdüğü vaziyetine parmak basar: “…Sen ki yaratıcısın, bilmemen kabil olmaz. Onun için herhangi birinin derisine gir. Ve kendi yalanını bir an bizimle beraber yaşa; bizim gibi yaşa. Yirmi dört saat bu bataklıkta küçük susuzlukların kurbağası ol!” Anlattığı ve ortamdaki insanlar için uç olan şeylere karşılık tepkilere verdiği “Kendimi duymak istiyorum da ondan! Uçuruma, her an varım, demek ihtiyacı.” Sözleri akla Nietzsche’nin “Uzun süre uçuruma bakarsan, uçurum da sana bakar” sözlerini getiriyor. Hayatının bir anında sınırlardan ve korkulardan sıyrılarak düşünen ve sorgulayan bir insanın uçuruma ben varım dememesinin veya uçuruma bakmamasının mümkünatı var mıdır? Baktığı yerde huzurun olmadığını görmemesinin ve biraz daha uzun baktığında ise insanın hürriyetinin nihai noktasını Suat’ın veya Nietzsche’nin veya İvan Karamazov’un gördüğü gibi görmemesinin imkanı var mıdır? Genel manada da hayatın kodlarında huzurun olmadığının… Çünkü romanda ifade edildiği üzere “Derin ve sağlam düşünce, bir tek noktaya bakardı: Ölüm! veya başıboş çılgınlık, yani hayat!”. Dostoyevski’nin İvan Karamazov’u ile Tanpınar’ın Suat’ı, benzer noktaya varırlar yani “Tanrı yoksa her şey mübahtır!”. Daha genel manada ise insanın üstünde onu koyduğu kurallarla düzenleyen ve sınırlayan bir güç mevcut değildir. O halde insan özgürdür ve kendini inşa etmelidir. Ancak kader karşısında ferdin tek başına puslu bir havada dağın başında kaybolmuş olduğu noktada İhsan Bey için cemiyetin tek çıkar yol olduğu ve böylelikle inşayı sağlayabileceği dile getirilir. Tanpınar’ın kendisi de şunları söyler: “Ebedi devam cemiyette vardır. Fert hayatının yerine, topluluk hayatını koyduğumuz an, ölüm bizim için hiçbir hoyrat tarafı kalmamış bir tecrübe olur”. İnsan mensubu olduğu zamanın dışına çıkmak ister ve bu isteği de onu huzurdan uzaklaştırır. Romanda zaman olgusunun huzura en yakın anlam ifade ettiği musikinin bulunduğu anlarda bile hüzün ve ıstırap gözlerini uzaktan da olsa insana dikmiş vaziyettedir. Kendisi Proust’tan etkilenmiş yazar olan Tanpınar’ın zamanı işleyişi olsun Mümtaz’ın Nuran’a aşkının barındırdığı özellikler olsun okurun aklına Proust’u getirir. Bununla birlikte Suat karakteri olsun genel manada karakterlerin işleniş biçimi ve ele alınan konular olsun okurun aklına Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşleri’ni getirir. Ama bunların yanında en önemlisi, Tanpınar’ın tarihsel köklerimiz ve romanımız olarak nitelediği musikiyi merkez yaparak inşa ettiği üslubudur. Tanpınar aynı zamanda çağdaş romancılarımızdan Orhan Pamuk’u çok etkilemiştir. Bu etkilerden gözüme en çok çarpanları; hüzün teması, İstanbul’un merkeze alınması ve anlatımları, nehir roman tekniğinin kullanımı, eski geleneklerin romanlarda önemli bir unsur olması. Bir ucunda İhsan Bey’in diğer ucunda Suat’ın bulunduğu sarkaçta salınan Mümtaz’ın tutunma çabalarının seyrini sizlere bırakarak incelememi bitiriyorum. İyi okumalar.
Huzur
HuzurAhmet Hamdi Tanpınar · Dergah Yayınları · 201416,4bin okunma
··
237 görüntüleme
Yeşim okurunun profil resmi
Ben hep Dostoyevski ile Orhan Pamuk'u benzetmişimdir. Zira ikisi de acıdan kıvranalım diye yazmışlar sanki. İncelemenin sonunda da Pamuk'un, Tanpınar'dan etkilendiğini belirtmişsin bu da benim cehaletim olsun. Öğrenmiş oldum. Yine çok güzel kalemin. Kısa da olunca tadından yenmiyor 😄🤭 Eline sağlık 🍀
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Yeşim. Begenmene sevindim.☺ "Acidan kivranalim" diye yazmışlar kısmına güldüm, bilhassa Dostoyevski böyle. :)
1 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.