Annesinin ölümünden sonra Hegel'in aile yaşamı oldukça gergin geçmiş olsa gerek; bütün bulgular da ailesine karşı yoğun bir yabancılaşma duygusu yaşadığını gösteriyor. Annesinin onunla ilgili ideallerine sadık kalan Hegel öğretmenlerinin gözünde (babasının gözünde olmasa da) doymak bilmeden okuyan, on yaşından üniversiteye başlamak için kentini terk ettiği on sekiz yaşına kadar HEP SINIF BİRİNCİSİ OLMUŞ ÖRNEK ÖĞRENCİYDİ . O günün ve yaş grubunun erkek çocuklarının çoğunun yaptığı gibi, delikanlılık yıllarında günlük tutuyordu. GÜNLÜĞÜNE OKUDUĞU BİRÇOK KITAPTAN ALINTILAR YAZIYORDU; kitap sahibi olmanın hala lüks olduğu o dönemde bu da görülmemiş bir şey değildi.
Duyduğu bu yabancılaşma duygusunun bir göstergesi, çarşamba ve cumartesi günlerini bütünüyle, halka açık ve evine de çok yakın olan dukalık kütüphanesinde geçirme alışkanlığıydı. Evi kültürel kaynak açısından yoksul olmadığından -ailesi, etkili bir fikir dergisi olan All gemeine Deutsche Bibliothek'e (Kant felsefesi üstüne en erken tartışmalar şans eseri bu dergide çıkmıştı) aboneydi- evden uzakta bu kadar çok zaman geçirme kararı, Stuttgart'taki evinde kendini "evinde" gibi hissetmediğini daha da açık biçimde yansıtır. Bununla birlikte Hegel öğretmenleriyle olmayı severdi ve örnek öğrenci olarak onlarla yürüyüşlere çıkardı. Bu yürüyüşlerde konuşmalar, delikanlının son derece yoğun ilgi gösterdiği akademik konulara kayardı. Öğretmenlerinden Löffler ona sekiz yaşındayken Shakespeare'in yapıtlarının Eschenburg çevirisini hediye etmiş ve bunları şimdi olmasa da çok yakında anlamayı öğreneceği konusunda öğütte bulunmuştu. (Hegel yıllar sonra delikanlılık günlüğüne Löffler öldüğünde onunla ilgili övgü dolu bir anma yazısı yazdı.)