Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

İçimizdeki Rumların Karın Ağrısı... "Kiliseyi câmii'ye çevirmek İslâmî mi? İnsanlığın ortak mirası olan bir yerin ilk haline, aslına döndürülmesi gerekmez mi? İstanbulda namaz kılacak birçok camiî var, onları dolduramıyorken, ne gerek vardı?" gibi abuk ve abes sorular/görüşler serdedenler, iki şeyi ortaya koyuyorlar; Birincisi; bu mesele hakkında siyasî, hukukî ve dinî açıdan tamamen bilgisiz, cahil olduklarını... İkincisi; bu konuda nerede durduklarını, saflarını, zihniyetlerini ortaya koymuş oluyorlar. "İfindim kilisiyi cimiye çivirmik şırtmiydi?"... Elbette şarttı ve gerekliydi!.. Bu sözü söyleyen yarım akıllı zevzekler, Konstantiniyye fethedilmeden önce, Haçlıların Konstantiniyye halkına ve şehre ne akıl almaz zulümler yaptığını bilmiyorlar ya da biliyorlar ama işlerine gelmiyor. Ecdâdımız Sultan Fâtih'in Ayasofya kilisesini Câmii yapması hem dine, hem de devletler arası hukuka uygundur ve doğrudur. Koskoca Doğu Roma İmparatorluğuna, Bizansa diz çöktürmüş, Doğu Roma'nın Fâtihi olmuş, Helen rüyâsını kabusa çevirmiş, yeni bir çağın başlamasına sebep olmuş, 17 kez kuşatılıp fethedilememiş olan Konstantiniyye'yi fethetmiş olan Fâtih'in, Edirnekapıda kurdela keserek açılış yapmasını mı bekliyordu acaba bu aklı yarım, gönlü rum cahiller!!! Ayasofya Doğu Roma imparatorluğunun en büyük mâbedi.. Sultan Fâtih de, Ayasofya'yı Câmiye çevirerek, yenilmez olan Doğu Roma İmparatorluğunun Fâtihi olduğunu tüm dünyaya alenen ilan etti. Lâkin, derdi kiliseleri camiî yapmak olsaydı, Konstantiniyye'deki tüm kiliseleri camii'ye çevirirdi ve bu en doğal hakkıydı. Ama bunu - hakkı olduğu halde- yapmadı. Ayrıca, Fâtih Sultan Mehmed Hân, Konstantiniyye'yi fethetmeden evvel, Konstantiniyye neredeyse 1200 yılında beri Haçlıların, Latinlerin zulümleriyle inim inim inleyen, yıkık harabe olmuş bir şehirdi. Şehirde -bırakın kadınları genç kızları- tecavüz edilmemiş çocuk bile bırakmamıştı Katolik Latinler. Bu sebeple Sultan Fâtih Konstantiniyyeyi fethetme hazırlıklarına başladığında, Doğu Roma (Konstantiniyye) halkı ve din adamları "Katolik/Latin külahı görmektense Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz." demişlerdir. İslâm devletler hukukunun hükümlerine göre, sulh yolu ile fethedilen ülkelerde mevcut olan Ehl-i kitâba ait ma'bedlere asla dokunulmaz; ancak yenilerinin inşasına da müsaade edilmez. Eskiden beri var olanlar tamir edilebilir. Savaş yoluyla fethedilen topraklarda ise, durum tam tersinedir. Yani İslâm hükümdarı, isterse, başka dinlere ait bütün ma'bedleri yok eder ve gayri müslimleri de sürgün edebilir. İşte İstanbul, tamamen savaş yoluyla feth olunmuştur. Ayasofya'nın ve benzeri bazı kiliselerin camiye çevrilişinin meşruiyet sebebi zikredilen hükümdür. Bu hüküm, İstanbul çapında tatbik edilseydi, İstanbul'daki bütün kilise ve havraların yıkılması gerekirdi. İstanbul'u Allah'ın yardımı ve kılıcının kuvvetiyle fetheden Fâtih Sultân Mehmed, Ayasofya'yı cami hâline getirdikten sonra, papaz ve hahamlardan oluşan bir heyeti huzurunda kabul etti. Papaz ve hahamlar heyeti, İstanbul'u savaşla fethettiğini, dilerse İstanbul'da hiçbir kilise ve havra bırakmayacağını bu durumun devletler hukukundan doğan bir hakkı olduğunu Fâtih'e ifade ederler; ancak kendisine, kendilerine ve ma'bedlerine karşı İstanbul'un sulh yol ile fethetmiş gibi kabul etmesini ve geç de olsa toplu halde huzuruna gelişlerini bu mânâya vesile saymasını ısrarla talep etmişlerdir. Çevresindeki din âlimlerine danışan Fâtih Sultân Mehmed, bu isteklerini geri çevirmemiş ve camiye çevrilenlerin dışında kalan kilise ve havralara, hakkı olduğu hâlde müdahale etmemiştir. Günümüze kadar yaşayan kilise ve havraların gerçek sırrının, Fâtih'in din ve vicdan hürriyeti anlayışı olduğunu, Osmanlı Devleti'nin şanlı Şeyhülislâmı Ebüssuud Efendi, verdiği bir fetvâda vuzuha kavuşturmaktadır. Bu fetvânın aslı aynen şöyledir: “Merhûm Sultân Muhammed Hân Hazretleri, Mahmiye-i İstanbul'u ve etrafındaki karyeleri unveten feth eylemiş midir? El-Cevab: Ma'ruf olan unveten (cebr ile) fetihdir. Amma kenais-i kadime (eski kiliseler) sulhen fethe delâlet eder. 945 tarihinde bu husus teftiş olunmuştur. 130 yaşında bir kimesne ve 110 yaşında bir kimesne bulunup Yehud ve Nasara tâifesi el altından Sultân Muhammed Hân ile ittifak edüb Tekfur'a nusret etmeyecek olub Sultân Muhammed dahi anları seby etmeyüb (esir almayub) halleri üzere mukarrer edecek olub bu vechile feth olundu, deyu şahadet edüb bu şahadet ile kenâsi-i kadîme hâli üzere kalmıştır. Ketebehu Ebüssuud.” Bu anlattıklarımızı, tarihçilerin verdiği bilgiler de doğrulamaktadır. Fâtih Sultân Mehmed, 23 Mayıs’da İsfendiyar oğlu Damad Kasım Bey’i elçi olarak Bizans’a göndermiş ve kendisine şu haberleri yollamıştır: "İlk umumî hücumda şehir düşecektir. Bu gerçeği tam bir asker olan İmparator da kabul etmelidir. Eğer sulh yolu ile teslim olurlarsa, İslâm Hukukunun kuralları gereği, can ve mala aslâ zarar verilmeyeceğini; cebr ile fethedilirse, hem kan döküleceğini ve hem de sorumluluk kabul etmeyeceğini bilmelidir." Bizans imparatoru bu habere rağmen sulhu kabul etmeyince cebr ile feth olunmuş ve buna rağmen yine de anlattığımız gibi muamele yapılmıştır. Ayasofya’daki mozaikleri tamamen tahrip etmemesi ve İstanbul surlarını yıkmaması, Fâtih’in bu konudaki tavrını ortaya koymaktadır. Fâtih Sultân Mehmed'in Sırbistan'da tatbik edeceğini va'd ettiği “Her caminin yanında birer kilise inşasına müsaade” durumu, İstanbul'da da tatbik olunmuştur. Fener'de Abdi Subaşı Mahallesindeki Caminin bitişiğinde Rum Patrikhanesi ile kilisenin mevcudiyeti, Osmanlı Devleti'nin gerçek mânâda din ve vicdan hürriyetini göstermiyor mu? Edirnekapı Caddesinin son kısmında yer alan Mihrimah Sultân Camii'nin hemen karşısında bir Rum kilisesinin inşasına müsaade etmek, bu hürriyetin maddî delillerinden değil midir? İstanbul’un harap edildiği iddiası tamamen safsata ve yalandan ibarettir. Buna ayrıntılı cevap vermek yerine, İstanbul’un fethini geçen bin yılın en önemli yüz olayı arasında zikreden CNN, Time ve benzeri kuruluşların yaptıkları tesbitden bir cümle nakledelim: "İstanbul, Fâtih tarafından fethedilmeden evvel, tam bir harâbe ve ölü şehir idi. Fetihden sonra, hem Avrupa’nın ve hem de Müslüman memleketlerin ticâret merkezi ve mamur bir dünya şehri haline geldi. Nitekim Rus tarihçi Ouspensky bile 'Türkler 1453’te, Haçlıların 1204’te yaptıklarından çok daha insanca ve hoşgörüyle davrandılar.' diyebilmektedir." (*) Meseleyi namaz kılmaktan ibaret sanan bazı yarım akıllı cahiller de "İstanbulda namaz kılacak birçok cami var, onları dolduramıyorken, ne gerek vardı?" diyorlar. Bence haklılar; eğer ben cahil bir gerizekalı olsaydım, ben de böyle bir soru sorardım doğal olarak... -------------------------------- (*) Molla Hüsrev, Dürer ve Gurer, I/282 vd.; Mevkufati, Mülteka Tercümesi, I/343; Damad, Mecma’ul-Enhür Şerhu Mülteka’l-Ebhur, I/643 vd.; Ebüssuud, Ma'ruzat, İst. Üniv. Kütp. Ty. nr. 1798, vrk. 130/a-b; İbn-i Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman, VII. Defter, sh. 62 vd.; Baştav, Şerif, “XIV. Asırda yazılmış Grekçe Anonim Osmanlı tarihine göre İstanbul’un muhasarası ve zabtı”, sh. 51-82; Cin-Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, c.1, sh. 448 vd.; Âli, Künh’ül-Ahbâr, c. V, 251-260; Solakzâde, 191-201; Âşıkpaşa-zâde, sh. 141-143; Clot, Fâtih, 60 vd.; Karşı görüş için bkz. Aydın, Erdoğan, Fâtih ve Fetih, Mitler ve Gerçekler, 66-67, 94-95, 127-128.; Akgündüz-Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, OSAV, İstanbul, 1999, sh. 106-108. Şükrü Yaşar
·
61 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.