Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Devlet merkeziyle kendilerini daha rahat özdeşleştiren Kemalist ya da Kemalist olarak nitelenemeyecek modernleşmeci çevreler, partiler üstü bir politika olarak gördükleri Soğuk Savaş siyasetini benimsemekte ciddi bir tereddüt göstermedi. Türkiye’deki yaygın ezberin aksine bu yıllarda ABD’nin artan etkinliğinin içselleştirilme hızı ve kolaylığına bakıldığında Kemalistlerin “bağımsızlık” hassasiyetleri nedeniyle Batılı güçlerle yakınlaşmaya alerji duyduklarını söylemek için bir gerekçe görünmüyor. Üstelik örneğin, Türkiye’nin NATO üyeliği ve üyelik düzenlemeleri kapsamında ordunun yeniden yapılandırılması gibi gelişmelerin de bu kesimleri rahatsız ettiğine ilişkin elimizde güçlü bir veri bulunmuyor. Bu kesimde ABD’ye karşı daha ikircikli ya da mesafeli bir tutuma ilişkin ilk belirtilerin ortaya çıkması, bu çalışmada açıklanmaya çalışılan bir dizi nedenle 1950’lerin ikinci yarısında Türkiye ekonomisinde yaşanmaya başlanan ciddi sorunlarla birlikte, ABD belirleyiciliğindeki uluslararası finans kuruluşlarının Türkiye’ye önerdikleri ekonomi politikalarının sonuçlarının gözlenmesiydi. Ancak bu çevreler bir süre daha iktisadi çöküşten ABD reçetelerini değil, bunları uygulamakla yükümlü hükümetin beceriksizliğini sorumlu tutacaktı. Bu nedenlere, başta Kıbrıs olmak üzere bazı dış politika başlığının da eklenmesiyle birlikte, 1960’larda antiamerikan tutumun Kemalist aydınlar arasında yaygınlaşmaya başladığı görülür. Dolayısıyla ABD’yle kurulan bağımlılık ilişkilerini şiddetli bir biçimde eleştiren bir aydın hareketi olarak Yön Hareketi’nin doğuşu ve Türkiye entelektüel hayatında yarattığı büyük etki, bir dizi tarihsel gelişmenin bir sonucu olarak okunmalıdır. Özellikle 1950’lerde Kemalist aydınların bağımlılık politikalarına ilişkin fikir ve tutumları, bu kesimin ideolojik yapısal nedenlerden ziyade tarihsel gelişmelerin bir sonucu olarak başlangıçta herhangi bir rezerv koymadıkları ABD’ye, bir süre sonra daha eleştirel bakmaya başladığını göstermektedir. Ancak ABD’ye bakıştaki bu değişimin Kemalistlerin Soğuk Savaş mücadelelerindeki ideolojik konumunu birebir etkilediğini öne sürmek de doğru değildir. Ötesinde, Kemalist-modernleşmeci kesim bu bakımdan homojen değildi. Sosyalist hareketin etkisinde kalan kesim dışında ABD’ye sempati sürmekteydi. Bu ideolojik konumu, Kemalizmin ve genel olarak Türkiye’deki modernleşmeci ideolojinin antikomünizmle ilişkisini ve Sovyetlere karşı tutumunu dikkate almadan tartışmak yanlış olur. İslamcılar başta olmak üzere muhafazakâr sağın tereddütsüz ABD yanlılığıysa Türkiye ideolojiler alanının dikkat çekici bir başka özelliğidir. Bu bağlamda İslamcı siyasal hareketlerin Soğuk Savaş’taki Batı yanlısı tutumunu anlatmak için başvurulan örneklerden biri, Sovyet coğrafyasının Türkiye’den Afganistan’a antikomünist ve Batı yanlısı İslamcıların kontrolü altındaki rejimler tarafından çevrelenmesini öngören “Yeşil Kuşak” projesidir. Bu proje siyasal İslamın Türkiye’deki yükselişinin nedenleri konusundaki tartışmalarda çok sık gündeme gelmektedir ancak İslamcılığın bu tür projelerde yer almayı mümkün kılan ideolojik örüntüsü hakkında derinliği olan analizler bulmak zordur. Oysaki her dönem bu kadar somut projelere dökülmese de Soğuk Savaş’ın başından itibaren İslamcı hareketin ABD etkisini kabullenmekte zorlanmadığı ve hatta bu sürece hızlı adapte olabildiği tarihsel bir vakadır. II. Dünya Savaşı sonrası yıllara ait İslamcı yayınlara bakıldığında modernleşme karşıtlığı olarak Batı medeniyeti eleştirisine sık rastlanmakla birlikte, Türkiye’nin sosyal kültürel hayatındaki ABD etkisinin eleştirilerden büyük ölçüde azade kılındığı görülür. Bu çalışmada İslamcıların yorum ve tartışmaları incelenerek İslamcı fikir çevrelerinin bu tutumu hangi gerekçelerle ve nasıl meşrulaştırdıkları açıklanmaya çalışılmaktadır. Bu bağlamda, Osmanlı modernleşme hareketleri içinden doğan bir fikir akımı olarak İslamcılığın, Batı dünyasına ve Batılılaşma tartışmasına ilişkin olarak Soğuk Savaş dönemine taşıdığı miras, bu dönemin İslamcılarını anlamaya yardımcı olduğu oranda çalışmada yer bulmuştur. Buna ek olarak döneme has iç ve dış gelişmeler, yeni fikirler ve tartışmalar çerçevesinde İslamcıların Soğuk Savaş politikalarına ve ABD etkisine bakış açıları çözümlenmeye çalışılmaktadır. Bu tutumun düşünsel düzeyde nasıl meşrulaştırıldığının sorgulanması, İslamcıların arkaik ve dar bir medeniyet anlayışına veya inanç temelli bir Batı karşıtlığına saplanıp kaldıkları şeklindeki varsayımların yanıltıcı olduğunu anlamak açısından önemlidir. Böyle bir çaba, İslamcılığın Türkiye’de ABD yanlısı bir sağcılığı ideolojik düzeyde nasıl beslediğini açıklayabilmek veya bağlantılı olarak, ABD protestolarına ya da antiemperyalist gösterilere karşı İslamcı milliyetçi sokak gücünün hangi ideolojik temalarla harekete geçirildiğini kavrayabilmek için gereklidir. Böylece örneğin, ABD Deniz Kuvvetleri’ne bağlı 6. Filo’nun ziyaretlerini protesto eden öğrencilere saldırırken namaz kılan grubun bunu nasıl meşrulaştırdığını açıklamaya yaklaşabiliriz. Benzer şekilde, tarihe Kanlı Pazar olarak geçen ve 6. Filo protestosuna katılan iki kişiyi sadece devlet müsaade ettiği için değil, imanı için de öldürenlerin nasıl bir siyasi ideolojik dünyayla çevrelendikleri biraz daha açığa kavuşabilir. Böylece o günün mirasını gurur vesilesi olarak gören bugünkü siyasal İslamı, sağcı muhafazakârlığı çözümlerken elimizde daha fazla tarihsel veri olur. Osmanlı-erken Cumhuriyet mirasını tartışarak başlayan bu kitap, II. Dünya Savaşı’nın bitişinden 1960’lara kadarki bir döneme yoğunlaşmıştır. 1960 sonrası, Türkiye’de yükselen ABD karşıtlığının aydın hareketine yansımaları ve toplumsal düzlemde Soğuk Savaş tartışmalarının tek yönlülükten çıkması nedeniyle yeni bir dönem olarak görülmelidir. Bu çalışma yöntemsel bakımdan bir fikir tarihi çalışması olarak “eylem”in analizinden ziyade “fikir”lerin analizine ağırlık vermektedir.
·
14 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.