Dışarıda nakarat gibi bir yağmur, penceredeyse insanı itirafa zorlayan,
buyurgan bir loşluk var. Cama gecenin kumaşından dokunmuş bir perde gibi
asılmış bu belirsizliğin gerisinde, geçmişini yitirenlere özgü bir yalnızlığın
koynunda ürperiyor ve telefona kurtuluşa uzanan, ırmağın üzerindeki yıkılmamış
son köprüymüş gibi bakıyorum: Şu en gerideki, ödü kopmuş askerin, ölümünden
az önce baktığı gibi. Galiba arada mırıldanıyorum da. Aslında bunda garip bir
şey yok: Bir kez daha kendi kendimin sırdaşı olmaya hazırlanıyor olmalıyım.