Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Uzak Ülkeden Yakın Dosta ABD’yle Hasbihal Türkiye düşünce hayatının geçmişten devraldığı birikim, II. Dünya Savaşı sonrasında yeni müttefik ABD’yle işbirliğinin memnuniyetle karşılanmasına zemin sağladı. ABD’yle ilgili ön kabuller ve bu ülkeyle kurulmuş bulunan sınırlı ilişki yoluyla edinilen deneyim de bu birikimin bir parçasıydı. Öncelikle ABD’ye ilişkin genel kanaatin Avrupalı güçlere ilişkin kanaatten farklı olduğu vurgulanmalıdır. Avrupa’daki çıkar çatışmalarından kendisini izole etmeye çalışan ABD, bu siyasetine yön veren Monroe Doktrini’ne II. Dünya Savaşı sonrasına kadar büyük oranda bağlı kaldı. ABD’nin “Avrupa işlerine karışmama” doktrinini daha önce I. Dünya Savaşı’na katılarak ve Wilson İlkeleri’ni ilan ederek kısmen deldiği öne sürülebilir. Yine de ABD’nin özellikle 19. yüzyıl boyunca yakın coğrafyasına yoğunlaşması, Türkiye’de ABD’nin diğer Batı devletlerinden farklı olarak “emperyalist” bir ülke olmadığı kanısı uyandırmıştı. Öte yandan, kapitalizmin ABD’ de ulaştığı ölçek, resmî kadro ve aydınlar arasında ABD sanayi ve ticaret gücüne hayranlık duyulmasını sağlamıştı. Türkiye-ABD ilişkilerinin tarihine bakılacak olursa iki ülke arasındaki ilk doğrudan temasın ticaret sahasında olduğu görülür. Güçlenen ABD kapitalizmi, özellikle 1700’lerin sonundan itibaren Akdeniz ticaretinin bir parçası olma çabası içerisine girmişti. Bağımsızlık sonrasında ABD’liler, İzmir’de bir konsolosluk açmak istemiş, Osmanlı’nın isteksizliği nedeniyle bu talep karşılıksız kalmıştı. İki ülke arasında 1830’da ABD’ye bazı ticari haklar tanıyan Ticaret ve Seyrisefain Anlaşması imzalandı. Böylece iki ülke arasındaki ticari faaliyetlerin hacmi artmaya başladı. ABD’nin, Osmanlı İmparatorluğu’yla düşük yoğunluklu siyasi ilişkisine rağmen 19. yüzyıl paylaşım mücadelelerine damgasını vuran “Doğu Sorunu”na kayıtsız kaldığı söylenemez. Özellikle içsavaşın ardından ABD kapitalizminin, hızla büyüyen pazar arayışlarının uyandırdığı yayılmacı güdü, ABD’yi bu paylaşım mücadelesiyle yakından ilgilenmeye sevk etti. Doğu Sorunu’nda ön planda yer almak yerine Avrupalı güçlerin birbirleriyle çekişme halinde oldukları sahnenin hemen gerisinde yer alan ABD; Boğazlardan Geçiş Sorunu, Girit Sorunu, Bulgaristan ve Makedonya olayları, Ermeni Sorunu, Arap milliyetçiliğinin yükselişi, Filistin’e Yahudi göçü gibi önemli gündem maddeleriyle yakından ilgilendi. Ancak hiçbirine Avrupalı güçlerin yaptığı şekilde doğrudan müdahil olmaya kalkışmadı. Özellikle 19. yüzyılın sonundan itibaren ABD’li misyonerlerin de yardımıyla imparatorluğu terk ederek bu ülkeye göç eden Hıristiyan nüfus, ABD’nin Doğu Sorunu’na ilgisini artırdı ve ABD’de Osmanlı aleyhtarı olarak nitelenebilecek bir kamuoyu oluşturdu. Bu kesimler arasında ABD’ye giden Ermenilerin, Ermeni Sorunu’na dikkat çekmeye dönük gayretleri önemliydi. ABD’nin Doğu Sorunu’na dolaylı da olsa müdahil olabilmesini sağlayan bu göçmen nüfus, sonraki yıllarda da ilişkilerin sürekli bir ögesi haline gelecektir. Neticede ABD, Osmanlı Imparatorluğu'na karşı ilkesel olarak barışçı bir tutum takınmamıştı; ancak imparatorluk 19. yüzyılda henüz ABD kapitalizminin yayılma alanınin dişında, Avrupalı güçlerin çatişma alanı dahilinde bulunmaktaydı.
·
7 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.