Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Yazarlar tarafından en çok istismar edilen konulardan biri kader konusudur
Kur'an'ın konuya yaklaşımını doğru anlamak için öncelikle iki hususa dikkat etmek gerekir. Bunlardan ilki yukarıda kısa değindiğimiz meselenin özünün ve Kur'an'ın tarihi arka planın, iyi kavranmasıdır. Bütün düşünce tarihi boyunca olduğu gibi Kur'an'ın hitap ettiği insanlar için de asıl sorun, insan hayatın kendi irâdesi dışında gerçekleşen yaşlılık, ölüm, ecel ve musibetlerin kim tarafından belirlendiğidir. İslâm öncesi Arap şiiri, insani hayatının bu yönlerinin “dehr" (zaman) tarafından belirlendiğine ilişkin atıflarla doludur. Kur'an, cahiliyye Araplarının dehr kavramını ilahlaştıran bu inancını kesin olarak reddetmiş, onun yerine Allah'ın ilim, irâde ve kudretini koymuştur. Zira Kur'an; “Onlar hâla: 'Bu dünyadaki hayatımızdan başka bir şey yok' derler, 'Dünyaya geldiğimiz gibi ölürüz ve bizi an- cak zaman (dehr) yok eder...“ diyen müşriklere; “De ki: “Size hayat veren ve sonra sizi öldüren, Allah'tır; ve sonunda hepinizi kıyamet günü bir araya toplayacaktır" diye karşılık verir. Allah'a bir çok ortakların koşulduğu, uluhiyetin parçalandığı bir ortamda Allah'ın gücünün ve mutlak uluhiyetinin vurgulanması, her şeyin (bu arada insan fillerinin de) gerçek sahibinin Allah olduğunun söylenmesi anlaşılır bir durumdur. Kur'an'da özellikle Allah'ın belirleyiciliğini ön plana çıkaran âyetlerde problem doğrudan Allah'ın ilim irâde ve kudreti ile ilgili olarak ortaya konulmaktadır. Bu açıdan O'nun dışında bir varlığın O'nun mülkünde, O'nun ilim ve irâdesi dışında fiil yapmasını mümkün görmek, Kur'an'ın öngördüğü Allah inancı olan “tevhid” ile bağdaşmamaktadır. İkinci önemli nokta da şudur; 'Kur'an bütün dünya olaylarını (tabii, sosyal ekonomik) tasvir ederken hem tabii hem de dini terimler kullanmıştır, ancak bu iki tür terim arasında bir çelişki söz konusu olamaz. Aksine zaten dini terimler, tabii bir dili önceden varsaymakta olup, onun yerine geçme şöyle dursun, onu bizzat kendi içinde bulundurmaktadır: (Mesela) Rüzgar ve bulutlar yağmurun sebepleridir. Fakat yağmuru yağdıran ve bu tabii sebepler içerisinde kainatı idare eden yine Allah'tır. Birer açıklayıcı formül olarak tabii sebeplerin gerekliliği tatmin edici bir şekilde sunulduktan sonra dini terim, varılan en son açıklayıcı noktadır. Örneğin Kur'an âyetlerinin bir kısmında, gökleri ve yeri var edip idare edenin, gemileri yürütenin, dilediğine rızkı, hidâyeti, dalaleti, kötülüğü verenin Allah olduğu ifade edilir. Bu minvaldeki ayetler olayların dini ve son açıklamalardır. Diğer yandan Kur'an'da "insana uğrunda çaba gösterdiği dışında bir şey verilmeyeceğini" "Allah'ın hiçbir zaman kullarına haksızlık yapmayacağı" “Allahın, her şeyi belli bir ölçü” dahilinde yaratıp idare ettiği, Allah'ın, insanları“hangi yöne isterlerse o yöne çevirdiği", dileyenin iman dileyenin inkâr edebileceği kâfirlerin kendi davranışlarından kalplerinin mühürlediği; “yaptıkları fenâlıklar yüzünden" ve "O'na inanmadıklarından dolayı gönüllerini ve gözlerin ters çevirdiği", “bir millet durumunu değiştirmedikçe, Allah'ın onların durumu değiştirmeyeceği", “denizde ve karada işlenen her kötülüğün insanın kendi elleriyle işledikleri yüzünden” olduğu vb. ifade edilir. Bu âyetlerin bir kısmı konuyu Allah'ın kudret ve irâdesi bakımından, sonuç olarak, diğer kısmı da insanın hürriyeti ve sorumluluğu bakımından sebepleri bağlamında ele alır. Diğer bir deyişle "bir kısmı tekvini (ontolojik) dir, bir kısmı da teklifi (ehlâki) dir. İslâm'ın kader anlayışı konusundaki özgün mantığı, ancak söz konusu Kur'an ifadelerinin onun ana fikri ve Allah-insan-âlem ilişkisi çerçevesinde, vahyin kullandığı üslub göz önünde bulundurularak okunmasıyla doğru kavranabilir. Zira tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de bazı anlayış ve ekoller bu âyetlerin bir kısmını ön plana çıkararak İslâm'ın, ya “kaderciliği” veya “insanın kaderini kendisinin belirlemesini" öngördüğünü iddia ederler. Turan Dursun ve Erdoğan Aydın da birinci grup ayetleri bağlamından ve Kur'an'ın bütünlüğünden soyutlayarak Kur'an'ın katı kaderciliği savunduğu görüşünü ileri sürerler. “el-Kadr' veya 'el-kader' sözlükte bir şeyin sınırı, miktarı, ölçü- kıymeti demektir. Allah'ın fili olarak kader, Kur'an'da Allah'ın her şeyi bir ölçüye göre, sebep sonuç ilişkisi içinde, düzenli, sınırlı, muayyen ve kurallı yaratması anlamında kullanılır: Kur'an'dan anlaşıldığına göre, sınırsız ve düzenli sebepler sistemi ilahi orijinli olup, her şey Allah'ın ilmi ve kudreti dahilinde ama belli bir hikmete ve nizama (sünnetullah) istinaden cereyan etmektedir ki, “kader"den anlaşılması gereken de budur: “Allah her şey için bir ölçü (kader) koymuştur.” İnsan ancak Allah'ın izni ve irâdesi sonucu verilmiş bir güç ve hürriyete sahiptir. Allah yarattıkları arasında sadece insana hürriyet vermeyi, ona hürriyeti nispetinde sorumluluk yüklemeyi, hiç kimseyi gücünün yetmeyeceği şeyden sorumlu tutmamayı irâde ettiğini açıklamıştır. Böylece sebep-sonuç ilişkilerine bağlı olarak işleyen ölçüler (kaderler) çerçevesinde insan, seçimleri ve tavırlarıyla kendi konumunu belirler. Bu anlamda insan kendi kaderini kendisi tayin eder. Ancak bütün varlıklar gibi insan da Allah'a rağmen, güç ve hürriyete sahip olamaz. Kur'an'da, “insanın yaratılışından itibaren nasıl hareket edeceği, ne yapacağı ve ne olacağı, hatta cennete mi cehenneme mi gideceğinin değişmez sürette belirlendiği, insanın tamamen Allah, tarafından yönlendirildiği" şeklinde bir kader anlayışı yoktur. Böyle bir kader anlayışını her şeyden önce Kur'an açıkça reddeder: Kur'an'da; “Allah'ın dileseydi doyurabileceği bir kimseyi biz mi, doyuralım?" “Eğer Rahman dileseydi biz de atalarımız da O'ndan başka bir şeye tapmazdık ve O'nsuz da hiçbir şeyi haram kılmazdık” diyen müşriklere, “Buna dair bilgileri yoktur; onlar sadece vehimde bulunuyorlar.” denerek karşılık verilir. Kur'an'ın rehberliğinde, Hz. Peygamber'in eğitimiyle yetişen ilk Müslümanlar da böyle bir kader anlayışına sahip olmamışlardı; Hz. Ömer döneminde hırsızlık yapan biri bunu Allah'ın takdiriyle yaptığını söyleyince, Hz. Ömer bu adama hırsızlığın cezasına ek olarak Allah'a iftira etiğinden dolayı da para cezası uygulamıştır. Hz. Ali de kaza ve kaderi Allah'ın önceden takdiri olarak değil, ezeli ilmiyle bilmesi ve insanlara iyi olanı emretmesi, kötü olanı yasaklaması olarak yorumlamıştır. Daha sonraki dini, fikri ve siyasi gelişmeler yaklaşık olarak 2. hicri asrın başlarından itibaren konu ile ilgili tartışmaların sistemli bir şekilde başlamasına yol açtı. Daha çok fıkıhçı ve hadisçi olarak bilinen selef âlimleri Allah'ın kudret ve irâdesinin mutlaklığı ve sınırsızlığı ile insanın yükümlülük ve sorumluluğunu birlikte kabul ediyor ve bu kabulün kaçınılmaz olarak doğuracağı ahlâki açmaz üzerinde duruyorlardı. Öyle görünüyor ki bazı Emevi yöneticileri haksız uygulamalara girişirken bu uygulamaların ilâhi takdirin bir gereği olduğunu ileri sürerek zulüm ve haksızlıklarını meşrulaştırmak istemiş ve bunun üzerine kader üzerindeki selefi tavrın istimara elverişli bir şekil aldığı ve ahlâki sorun teşkil edebileceği fark edilmiştir. Bu gelişmeler üzerine Hasan-ı Basri, Ma'bed el-Güheni, Gaylan ed-Dimaşki, Vasıl b. Atâ, Yunus el-Esvari gibi kelâmcılar kader ve insanın filleri konusunu ciddi bir şekilde ele alarak Allah'ın ancak insanların iyiliğine olanı (salah) yaratabileceğini, dolayısıyla hayrın Allah'a fakat şerrin insana nispet edilmesi gerektiğini, şu halde insanın hür irâde sahibi olduğunu ileri sürdüler. Bazı farklılıklara rağmen kader konusunda Eşariliğin, Selefiye'nin; Matüridiliğin ve Mu'tezilenin de Hasan Basri'nin ortaya koyduğu tavrın devamı olduğunu söyleyebiliriz. Kur'an'ın reddettiği ve insana hürriyet tanımayan bu kader anlayışı, yazarların da ifade ettiği gibi, insanın sorumluluğunu anlamsızlaştıracağı gibi, onun sömürülmesini de kolaylaştırabilir. İnsanların en çok değer atfettikleri ve onlar üzerinde etkin olan her şey (inanç, ideoloji, para) bilgisizlik veya değersizlik sebebiyle bilerek veya bilmeyerek en çok istismar konusu olabilmektedir.
··
60 görüntüleme
Serhat okurunun profil resmi
Dursun, Arsel, Ateizm'i Anlamak adlı kitabı yazan Aydın Türk gibi yazarlar ayetleri bağlamlarından ve Kur'an'ın bütünlüğünden koparıp münferid değerlendiriyor dinin cebri kader anlayışını savunduğunu anlatıp duruyorlar. Düşünce tarihi boyunca bu anlayış inananlar tarafından pek rağbet görmemiş. Ayrıca alıntıda geçtiği üzere dinin ilk muhatapları da bahsi geçen ayetleri böyle anlamamışlar. Bu konudaki çok önemli bir detaydır bu. Müslümanların da bir an önce gerçek kader anlayışına yönelmesi ve geri kalmışlığın alna yazılmış zorunlu kaderimiz olmadığını anlamamız gerektiğini düşünüyorum
Serhat okurunun profil resmi
"Görüldüğü gibi, yazarlar İslam'ın ana kaynaklarına ve temel prensiplerine uygun olmayan kader, rızık ve kötülük yorumlarını özellikle Ehli Sünnet'in Eş'ari kanadının hakim olduğu toplumlarda yazarların eleştirdiği anlamda bir kader, rızık ve şer anlayışı yaygındır ki, bunu olumsuzlama konusunda biz de Dursun ve Aydın'la hemfikiriz." Müslümanların artık atlaması gereken eşiklerden biri de bu yanlış kader anlayışıdır. Kur'an'ın sunduğu tablo ile hayatta yer edinmiş gerçeklik birbiriyle inanılmaz bir şekilde çelişiyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.