Kemal'in Füsunu nasıl sevdiğini okudum. Roman 1975'in İstanbul'undan başlıyor. İçine giriyorsunuz resmen hatta gerçek hayatta Kemal'i arıyorsunuz sonra onun sadece Orhan Pamuğun yarattığı bir karakter olduğu gerçeği tokat gibi çarpıyor. Tutku ve acı doluydu hikayenin içi. Kemal öyle tutkuyla bağlıydı ki Füsuna onun elinin değdiği, kokusunun sindiği her eşyayı topluyordu, elliyordu, hissediyordu,onu arıyordu eşyalarda böyle mutlu bile oluyordu. Bir solukta okunacak cinsten bir aşk hikayesi. Ben şahsen okurken üzüldüm Kemal'e ama sonda dediğine göre o hep mutluymuş. Sevinsem mi bilemedim.. Bir ip misali bağımlıydı Füsuna. Füsun sanki bu ipleri görüyor da bir şey demiyor hatta düğümlerini tek tek kendi dokuyordu. Olay örgüsü içinde bazen yitip gittiğini hissediyorum Füsun'un. Yani demem o ki sanki onun adından da okumak isterdim bu hikayeyi. İçinde neler yaşadığını-taşıdığını daha çok bilmek isterdim. Kemal'in onu 'gerçek mânâ'da görmediğine mi inanıyordu yoksa kemalin kendisine mi inanmıyordu işte orayı tam bilemedim. Bence ikisi de.