Gönderi

sular karardığında yekta'nın mezmurudur benim bir suyum vardı akıyordu bir toprak yeşertip akıyordu bir yerlerde birikmeden akıyordu -o anlatılamaz çömleği bir dere çamurundan karıp yapmışlar kıyılarındaki evliyakeçesi otlarının kokusu sinmiş sanki uzağa götürüyor insanı götürüyor bir çorak sarılığın düzüne yazısına bırakıyor değinmeleri insanları hele daha çok sevişmeleri özletecek bir yazıya, büyü sanki sevdiğimden değil sevindiğimden uzun geceleri durup bölüyorum uyanık sesleri geliyor utanmıyorum herkeslerin kaçıştığı bu yağmur beni arı duru yıkıyor ıslanıyorum hep bir hikâyeye girmek insan yönümüz mü ıslanıyorum bu yanım ıslanıyor daha çok akçaburgaz bir küçük kentti küçük evleri olan bir kentti yalnızdım inceydim kendi kendimeydim kalktım bu büyük kente geldim -şimdi kimi acıyor kimi kınıyor beni hangileri haklı hangileri iyi ama iyiyi haklıyı aramak her zaman gerekli mi, ya benim yaşamam kalktım bu büyük kente geldim tozlarla böceklerle kalktım geldim yalınız sedef kabuklarla geldim bu kenttir toprak çanaklardan ayrıldım büyük yapraklardan sular beni sevindirsin gemilerin limandan çıkışları beni sevindirsin karanlığa uğramayan ezgileri beni sevindirsin yalnızlığım sığmadı kente çünkü dağlara alışıktı bana alışıktı birden evlere sokaklara çarptı büzüldü çirkinleşti kıvrıldı çünkü kentlerin yalnızlığı korkaktır akçaburgazda mutluydum onunla hoşnuttum onunla sığlarda balık yavruları gibi kuşkusuz bir oraya bir buraya bir ormana bunaldıkça bozgunsuz avuntularım vardı eski haydutları bilirdim bir zamanlar akçaburgaz dolaylarını denize doğru kasıp kavururlardı yalnızlıklarını orman ateşlerinde yakarlardı korkularla yakarlardı kara sağrılı atlar dağlara göreydi şehir uzaktan sevdikleriydi bıyıklarından sevinirlerdi ne efsanelere girip çıkmışlardı kan içinde kayalara gizlenip düzene karşı koyarlardı bir korkunç sevmeleri vardı en çok onu bilirdim sonu mutlak bir ölüme varırdı bir dağ ölümüne sanki sonra o bencil aşk o ölüm yıllarca tüter dururdu çatılarda sularda buğulanırdı düğünlere karışırdı ona özenen aşklar türerdi küçük odalarda ama bunları neye anıyorum ben yaylabölüklü müyüm sonra ben kalktım bu büyük kente geldim çünkü kişi büyük kentlere de gelmeli kendi güzel yalnızlığı için gelmeli kalktım bu büyük kente geldim akçaburgaz yalnızlığımı da getirdim döğündü kısırlaştı garipler anladım yalnız avutamazdım onu -o deniz mavisinden neden kaçıyorlar sanki oysa onun avuntması büyütmesi ince yaşamaya durdun isteklere karışması adileyi buldum sevdim yalnızlığım onun şehrine ısındı yapılar önüme durmuyordu artık sokaklar aldatamıyordu belki ısınmadım ama katlanıyordum en çok geceleri sevmemden anlıyordum bunu sonra adile uzaklaşmadı erhanı buldu ama uzaklaşmadı ama ikiye bölündü benden aldığı güveni anda harcıyordu belki, ondan aldığı serin huzurla bana dönüyordu gene, benden ona ondan bana ilettikleri yahut ilettiğini sandıkları onu mutlu ediyordu denizin gereği yoktu sevişmesinde ben vardım çünkü, ilençsiz, yakınmasız hatta kinsiz, genç erhanı kıvandıran çeken eti vardı, onun kendisinde mutlu olduğunu görmek bilmek bir çeşit aşk gibi sarıyordu onu -oysa bana da gerekliydi- o bilgi böylece sardıkça onu, kendi etinin tadı, geçmeye yüz tutmuşluğu yalım yalım gecelerine giriyordu onu arıyordu hep böylece benim bir suyum vardı akıyordu bir toprağı yeşertip akıyordu bir yerlerdbirikmeden akıyordu öyle sakın öyle ince öyle güvende akıyordu yine akıyor ama yanıldım yine akıyor ama cılız güneşler soluk günlerde aksak gibi bir avuntu buldum avunuyorum katlandıkça arınıyorum katlanmanın tadında acısında arınıyorum bir yerlerim temize çıkıyor sanki öyle güzel kara kara geceler abandıkça öksüzoğlan balıkları gibi kuytulara kaçıyorum akçaburgaz yalnızlığıma sarınıyorum turgut uyar-toprak çömlek hikâyesi
·
7 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.