Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Üniversite okumuş, bilimadamı ve edebiyatçı olmuş, başkentte yetişmiş, daha ne istersiniz? Böyle biri adam olmazsa; hiç okulu, kütüphanesi olmayan ve hayatın daha güzel, daha mutluluk dolu, daha düzenli olması için neler yapılması gerektiğine dair hiç söz edilmeyen bir yerde yetişen sıradan halktan ne beklenebilir ki? Milyonlarca halk bedenen, ruhen, fikren ve ahlâken çürüyor da hiç kimse bu kokuşmuşluğu görmüyor. Herkesin karakteri bozulmuş veya herkes bu yozlaşmışlığa alışmış da bunu doğal bir durum sanıyor sanki. Ama bu böyle mi olmalıdır? Milyonlarca insan doğuyor, derin bir sefahet içinde yaşıyor ve ölüyor. Bu böyle mi olmalıdır? İçlerinde birçok zeki insan bulunmasına rağmen milyonlarca insan, hayvanlar gibi sersem ve cahil kalıyor. Sayısız küçük kardeşiniz huy olarak zalimleşiyor. Peki bu böyle mi olmalıdır? “Evet böyle olmalıdır!” diye yüzlerce kez tekrarlanan iğrenç sözlerden utanmıyor musunuz? Snelman’ın konuşmaları yüksek bir ilham kaynağı oluyor, o zorlama ve nasihatleri en uyuşuk ve durgun akılları uyandırıyor, kalplere ateş ve enerji saçıyordu. Doktorlar, köy papazları, ilköğretim öğretmenleri, hükümet memurları; çeşitli bölgelerdeki toplum kesimlerinin hayatlarını araştırmaya koyuldular. Gazetelerde, dergilerde, ve çeşitli kitaplarda halkın hayatını konu edinen haberler, röportajlar, araştırma yazıları yayınlanmaya başlandı. Özellikle iki kitap çok daha fazla ilgi görmeye başladı. Bunlardan birisi Bir Köy Doktorunun Hatıraları, diğeri de Bir Köy Papazının Notları adlı kitaplardı. Bu iki kitap kültür ve basın dünyasında bir fırtına kopardı. Kimi yazarlar bu kitapları çok beğendiklerini söyleyerek göklere çıkarıyor ve eleştirilerinde övgüye yer veriyorlardı. “Halk için yüreği sızlayan ve okuryazar olan herkes, mutlaka bu kitapları okumalıdır. Bu kitaplar körlerin gözlerini açar, ruhu henüz tamamen körelmemiş biri, bu kitapları okuyunca utancından kızarır.” Kimileri de bu kitaplara fena hâlde kızıyorlar ve yazarlarına ateş püskürüyorlardı. Bunlar da şu eleştirilerde bulunuyorlardı: “Her iki kitapta da Fin milleti küçük düşürülüyor. Bu kitaplar yalanlarla doludur. Bu anlatımlarda her şey olduğundan fazla abartılmış ve karikatürize edilmiştir.” Bu iki kitap hakkında yapılan birinci eleştiri, hakkı teslim etmektedir. Gürültüleri koparanlar, millet kavramını yanlış anlayanlar ve “Milletin, kaba ve çirkin de olsa, her şeyi gizli tutulmalıdır!” diyenlerdi. Onlar çöldeki deve kuşu gibi, önlerindeki tehlikeyi görmemek için başlarını kuma gömüyorlar ve başları dışarı çıkarılınca da hiddetleniyorlardı. Her iki kitabın yazarı da Finler’in yüksek tabakasına var güçleriyle şöyle sesleniyorlardı: _ Uyanınız! Yurttaşlarınızı kurtarmak için işbaşına geçiniz! Halkımızın dörtte üçünün yaşamakta olduğu hayat fecidir. Köylümüz ve işçimiz ölümle pençeleşiyor, ruhen ve bedenen çöküyorlar. Güçlü yazarlarımızdan olan sayın Doktor ve Papaz, eserlerine uydurma şeyleri yazmamışlar ve sizleri öfkelendirmemek için olayları tek yanlı ele almamışlardır. Bunlar sadece bulundukları köylerde yaşayan halkın hayatına yakından tanıklık ederek, gerçekleri olduğu gibi yansıtmışlardır. İnsanı dehşete düşüren gerçekleri öğrenenler “1,5 milyon insanımızın böyle bir hayat sürmesine nasıl dayanabiliriz? Bu durumun suçlusu biziz!..” diyorlar. Kitapları okuyunca dehşete düşen diğer bir kesimse “Acaba bu insanlar böyle hayata nasıl tahammül edebiliyorlar? Bunlar azizler zümresinden midir, yoksa iki ayaklı birer hayvan mıdırlar? Bu hayat, Dante’nin Cehennem’inde tasvir ettiği hayattan daha berbattır. Orada insanlar, günahlarından dolayı o azabı görüyorlardı. Peki ülkemizdeki insanların günahı nedir? Sonuçta Dante’ n i n Cehennem’i baştan sona dahice kurgulanmış bir romandır. Burada ise kahredici bir yazgı, acı bir gerçek ve utanç verici bir iğrençlik var!..”
·
29 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.