Gönderi

Rusya’da Yeni Avrasyacılık Akımı Geçen on sene, Rusya için, bir yandan kökleri 18. yüzyıla, Büyük Petro’ya kadar uzanan Batılı Rusya tanımlamasını savunanların, diğer yanda düşünsel temellerini bir anlamda Dostoyevski’ye kadar uzatabileceğimiz, fakat sistemli bir yaklaşım halini 1920’lerde alan ve Rusya’nın Batı ile Doğuyu bir araya getiren Avrasyalı bir kimliğe sahip olduğunu iddia edenler, öte yandan da milliyetçi bir çizgiyi savunan ve stratejik tercihlerini de bu çerçevede yapması gerektiğini savunanlar arasında mücadelenin yaşandığı bir dönem oldu. Bu mücadelenin ilk ciddî yansıması kendinî Batıcı/Atlantikçi ve Avrasyacı yaklaşımlar arasındaki siyasî ve fikrî mücadele biçiminde göstermiş, Yeltsin döneminde dış politika alanında ciddî politika ayrışımlarını da içeren çok önemli bir boyut kazanmış, Putin döneminde bu mücadele temelde stratejik düşünce alanında ve Rusya’nın stratejik geleceği alanındaki tartışmalar çerçevesinde yoğunlaşmaya ve belirginleşmeye başlamıştır. 1985’den beri SSCB lideri Gorbaçov’la beraber yeniden başlayan Batı ile işbirliği sürecinin Yeltsin döneminin ilk yılında da sürdürülmesine rağmen, Batının Rusya’daki batı yanlısı akımın beklentilerini karşılayamaması, Braudel’in “Öteki Avrupa” olarak tanımladığı Rusya’da stratejik misyon arayışlarını besleyen en önemli unsurlardan biri olmuştur. Bu bağlamda, Rusya’da yeni misyon arayışları hızlanmış, Rus stratejik düşünce sisteminde devletçi ideolojik Marksist-Leninist yaklaşımın yerini yine devletçi, fakat geleneksel jeopolitik anlayışlar almıştır. Bu jeopolitik yaklaşımlar içerisinde en fazla gündeme gelen akımlardan bir de (Yeni) Avrasyacılık olmuştur. Avrasyacılığın tarihi temelleri Rusya’da Ekim devriminin ardından yurtdışına muhaceret eden Rus düşünürlerinden Nikolay Truvbetskoy (1890-1938), Petr Savitskiy (1895-1968), Georgiy Florovski (1893-1979), Georgiy Vernadskiy (1887-1973) ve benzeri aydınların fikirlerine dayanmaktadır. Kendi görüşlerini ilk kez 1921’de ve 1922’de Sofya’da çıkardıkları Doğuya Çıkış: Öngörüler ve Gerçekleşmeler ve Yollarda: Avrasyacıların Savları isimli çalışmalarıyla gündeme getirmişlerdir. 1926’da bu akım kendi görüşlerini Avrasyacılık: Sistematik Görüşler isimli bir programla açıklamıştır. 1926-1929 döneminde Paris’i merkez olarak kullanan Avrasyacılar Evraziskiy Hroniki (Avrasya Günlüğü) ve Evraziya (Avrasya) isimli yayınlar çıkarmışlardır. Jeopolitik görüşlerini temelde kara gücünün üstünlüğü esasına dayandıran Avrasyacıların görüşlerini birkaç noktada özetlemek mümkündür. Her şeyden önce, Avrasyacılar Avrupa merkezli bir bakış açısını reddetmekte ve bütün uygarlıkların eşit olduğunu kabul etmekteydiler. İkinci olarak, Avrasyacılar, insanlığın toptan Avrupalılaştırılması/Batılılaştırılması çabasında olan ve böylece ulusal kültürlerin özgünlüğünü ortadan kaldıran Germen-Roman Batıyı şiddetle eleştirmekteydiler. Üçüncü olarak, Avrasyacılar Rusya’yı, Avrupa ve Asya’dan farklı kendine özgü kültürel-coğrafî dünyası olan özel bir kıta ve bu arada daha çok Asya’ya dönük olarak görmekteydiler. Dördüncü olarak, Avrasyacılar Rus halkının sadece Slav unsuru ile tanımlanamayacağını, kültüründeki “Turan unsuru” nedeniyle Avrasya’nın Slav olmayan halklarıyla bağının olduğunu ve onlarla benzer psikolojik yapıyı sağlayarak (Avrasya) kıtanın bütünlüğünü sağladığını savunuyorlardı. Beşinci olarak, Rusların kendi devlet ideolojilerini ve kıtayı devlet halinde birleştirme yeteneklerini Moğol egemenliğinden aldığını, bu bağlamda Moğol egemenliğinin Rusya için yararlı olduğunu öne sürmekteydi. Altıncı olarak, Avrasyacılar Rusya’daki komünist devrimi bir yandan Rusya’da Avrupalılaşma sürecinin ölümü olarak değerlendirmekte, öte yandan da bu devrimi “Doğuya dönüş” için hayırlı bir başlangıç olarak görmekteydiler. Yedinci olarak, Avrasyacılar (Rusya’da) liberal demokrasinin çökerek, onun yerine geçen ve ondan sadece yönetici seçkinlerin ideolojik sadakati kıstasıyla belirlendiği yeni devletin-ideokratiya’nı (bu örnekte sosyalist düzenin) da eleştirmekteydiler. İdeokratiya’nın başarılı olamamasındaki en önemli engelin Bolşevik (komünist) ve faşist ideolojiler olduğunu düşünen Avrasyacılar ideokratiya’nı düşünüyorlardı. Sovyet döneminde genel eğilim Avrasyacılığa karşı bir nitelik arz ederken (aslında SSCB’nin tam bir Avrasya imparatorluğu olduğunu savunan görüşler de mevcut) Sovyet düşünürlerinden Tatar kökenli Lev Gumilyov da Avrasyacılık düşüncesine önemli katkılarda bulunmuştur. Gumilyov süper etnos olarak tanımladığı Slav, Türk ve Moğol halklarının birleşiminden oluşan Avrasya’da, İngiliz ve Fransızlara göre Türk ve Moğol halklarının Rusya’nın daha yakın dostları olduğunu savunmuştur. Gumilyov Avrupa merkezciliğine karşı çıkmakta ve her Avrupalının hayallerini diğer kültürleri ortadan kaldırarak kendi kültürünü evrensel kılma olduğunu iddia etmektedir. Gumilyov, Rusya’nın Batıyla ittifak yerine Avrasya Birliği’ni tercih etmesi gerektiğini belirterek, söz konusu birliğin geleneksel olarak Katolik Avrupa’ya, Müslüman Güney’e ve Çin’e karşı olduğunu vurgulamıştır. Gumilyov’un daha 1950’li ve 60’lı yıllarda yaptığı çalışmalarında ortaya koyduğu bu görüşleri 1990’larda yeni Rusya’da çok yankı yapmış ve yeni Rus jeopolitik yaklaşımlarından Yeni Avrasyacılığın düşünsel kaynaklarından birini oluşturmuştur. Tarihsel bir düşünce sistematiğini ifade eden Avrasyacılık kavramı SSCB’nin çöküşünden sonra ilk kez 1992’de Başkan Yeltsin’in Dış Politika Danışmanı Stankeviç tarafından Yeni Rusya’da dış politika tercihlerini sınıflandırmak için Atlantikçi-Avrasyacılık tasnifi ile tekrar gündeme gelmiştir. Ancak sadece Avrasyacılık tanımı geçen dönem içinde ciddî bir düşünce akımı ve uygulama pratiği oluşturan için yetersiz kalmaktadır. Bu bakımdan çoğu Rus akademisyenin de kullandığı Yeni Avrasyacılık kavramının bu akımı ifade etmek için daha doğru olduğunu düşünüyoruz. Kuramsal anlamda, (Yeni) Avrasyacılık akımı realist bir bakış açısıyla güç unsurunu öne çıkarmaktadır. Ayrıca, akımın Fransız ve Belçikalı yeni sağcılardan (Alan Benua, Jan Tiriar, Robert Stoykers) ve Alman Jeopolitik okulundan (özellikle Karl Haushofer, Karl Schmitt,) etkilendiği söylenebilir. Bu akımın ülke içindeki düşünsel kaynakları ise Rusya’nın kendine özgün jeopolitik konumu ve çeşitli etnik grupların özgün karışımından oluşan, bu durumun çevresindeki sorunlara müdahalesine olanak veren bir güç olduğu inancını taşıyan Rus dinsel felsefesinden, 1920-1930’lardakı tarihsel Avrasyacılıktan ve Sovyet Avrasyacısı Gumilyov’un çalışmalarından almaktadır. Yeni Avrasyacılık Avrasyacı geleneğe sadık kalarak Rusya’nın özgün bir kimlik ve jeopolitik konuma sahip olduğunu kabul etmektedir. İkinci olarak, Yeni Avrasyacılık ABD hegemonyasına karşı bir tavır içindedir. Üçüncü olarak, çok kutuplu bir uluslararası sistem modeli önermektedir. Dördüncüsü, Avrasyacılara göre, Rusya’nın öncelik vermesi gereken alanlar içerisinde “yakın çevre” birincil önem arz etmektedir. Yeni Avrasyacılık akımının en köklü versiyonu ise filozof Aleksandr Dugin’nin çalışmaları ekseninde geliştirilmiştir. Dugin, BDT ekseninde AB benzeri bir stratejik entegrasyona gidilmesi, bu entegrasyonun Moskova-Tahran-Yeni Delhi-Pekin ekseninde geliştirilmesi, Rusya’nın sıcak denizlere çıkışını barış ve dostluk ilişkileri çerçevesinde gerçekleştirilmek, Batı ekseninde Avrupa ülkeleriyle ilişkilere öncelik vermek ve Pasifik’te Japonya ile aktif işbirliği gibi hususlar olarak belirtmektedir
26 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.