Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

..... Bu tartışma nereye gidiyor böyle? Biz neyi tartışıyoruz sizce? Kadın cinayetlerini mi? Kadının ezilmesini mi? Eşcinselliği mi? Eğer metni bağımsız okumuyor, çevremizdeki olayların belirleyiciliğinde metne yaklaşıyorsak, konuştuğumuz "şiddet" ve "çocuklarımızı eşcinsel yapmak istiyorlar"dan öteye geçmeyecektir. Gerçekten de nereye bağlanacak bu tartışma? Kendini "posthümanist feminist" olarak tanımlayan Braidotti'nin şu tanımı bir fikir vermiyor mu? "İnsan sonrası durum, organik ve inorganik, doğmuş olan ve imal edilmiş olan, et ve metal, elektronik devreler ve organik sinir sistemleri gibi yapısal farklar ve ontolojik kategoriler arasındaki ayrım çizgilerini yerinden eden bir kuvvettir." Yeniden bir dakika! Ne diyor şimdi bu? Bizim yaptığımız tartışma daha büyük bir tartışmanın küçük bir parçası olmasın! Bu tartışma hayvan haklarına, robot haklarına bağlanmasın! Hayvan hakları aktivistlerinin "hayvanları koruma kanununun" ismine itiraz etmesinin, "hayvan hakları kanunu diyeceksiniz!" demesinin bu tartışmayla bir alakası var mı? Sophia'ya vatandaşlık verilmesinin bu tartışmayla bir ilgisi var mı? Suud gibi "şeriatla" yönetilen bir ülkenin ABD ve İsrail'le ortaklaşa yürüttüğü NEOM projesiyle bir ilgisi var mı? Avrupa Parlamentosu'nun 2017'de robotlara elektronik insan kimliği verilmesini onayladığı tasarıyla, 2019'da çıkardığı etik kılavuzla bir ilgisi var mı? Yok mu? Ne alaka mı? İstanbul Sözleşmesi'yle ilgili çağrıldığım bir panelde bu temelde bir sunum yapmayı denemiştim. Benimle aynı oturumda bulunan bir panelist, "Bunların tartıştığımız konuyla ne ilgisi var anlamadım!" demişti. Bu alakayı herhalde olaylar başımıza geldikten sonra anlayacağız. Çünkü "olay" merkezli tartışıyoruz, "kavramsal" temelde değil. Gördüklerimiz bizi motive ediyor, anladıklarımız değil. Hayvan hakları aktivizminin öncülerinden Cumhuriyet yazarı Zülal Kalkandelen'in feministlere yönelttiği zor bir soru var. Belki oradan anlayabiliriz. Şöyle demişti Medyascope'ta katıldığı programda Kalkandelen: "Aslında feminist bir çok kadın bugün erkeklerin iktidar anlayışına, iktidar iddiasına karşı çıkarken, çok haklı bir şekilde bunu yaparken, bir yandan kendileri de türcü görüşü benimsemişlerse, yani vegan olmayan bir çok feminist aslında kendileri de hayvanlar üzerinde bir iktidar olmuş oluyor. Burada açık bir tezat var." Türcü mü? Kim! Biz mi? Tabii ki, varlık hiyerarşisinde insanın daha yukarıda bulunduğuna inanan herkes. Gayet felsefi bir itirazdır bu arkadaşların yaptığı. "Hayvanları koruyamazsınız!" diyorlar. Çünkü "koruma" insana hayvan karşısında hiyerarşik bir üstünlük verir. "Yav tabii ki, insan üstündür! Böyle saçma şey mi olur!" diyebilirsiniz. Ama nasıl kanıtlayacaksınız? Kendinizden, yani "insandan" başka bir dayanağınız var mı? Eğer öyle yapıyorsanız, tam da "türcü" sizsiniz işte! İnsan haklarının öznesi olan "insan" yapısökümüne uğratılmaz ise hayvan hakları nereden doğacak? Robot hakları nereden doğacak? Kadına şiddeti konuşuyoruz şimdilik, hayvana şiddeti yeni yeni konuşmaya başladık. Çocuklara/bebeklere şiddet konuşuluyor ama popülarize edilmedi henüz, bekliyor kapıda. Robotlara şiddet var sırada. Psikoloji alanının en "saygın" dergilerinden biri olan Developmental Psychology'de 2012'de yayınlanan bir çalışma çocukların %38'nin Robovie isimli yapay zekalı bir robotu ontolojik açıdan sınıflandırmakta zorluk yaşadığını gösteriyor. Çocuklar onu "canlı ve cansız arası" bir kategoriye yerleştirmişler. Kadın ve erkek, insan ve hayvandan sonra: Et ve metal arasındaki ayırım nerede? Braidotti'nin söz ettiği bu ayırımları yerinden eden şu "kuvvet" nedir? Kaynağını nereden alıyor? Ne istiyor? "Nahide Opuzlar Ölmesin!" modunda yürütülen bir tartışmada anlam ürküp geri çekiliyor. "Ne istiyor?" sorusu cevapsız kalmaya mahkum mu? Bu tartışmayı kavramsal yörüngesinden sapmaksızın yürütmek imkansız mı? Hangi hakkı savunsanız, bir diğerinin hakkına gelip dayanabiliyor mevzu. Yeter ki istensin. Beyaz-siyah ayırımı ırkçılığın, erkek-kadın ayırımı cinsiyetçiliğin, insan-hayvan, canlı-cansız (Braidotti'nin deyimiyle organik-inorganik) ayırımı türcülüğün bir kaynağı oluyor. Şiddetten kurtulmanız mümkün değil! Haklar teorisi nereden geldi bize? Gökten mi indi? Tanrı bu işin dışında tutulmuşsa bizi kim tutabilir ki? Yeniden yazmamızın önüne kim geçebilir ki? Her şey bir inşa ise, özümüz boş ise onu nasıl dolduracağımıza kim nasıl karışabilir ki? İstanbul Sözleşmesi tanımsız, "akan" bir metindir. Asıl soru post-yapısalcı bir anlayışın nasıl olup da uluslararası hukuk haline geldiğidir. İstanbul Sözleşmesi'nin altında yatan paradigma sadece erkeği mi sorunsallaştırıyor? Sorunsallaştırmadığı bir kimlik/kavram söyleyebilir misiniz? Aynı paradigmanın ürettiği Lanzarote Sözleşmesi "çocuk" kavramını sorunsallaştırmıyor mu? Bu metinler bir birinden ayrı metinler mi? Sözleşme'nin 81 maddesi değildir tartıştığımız, onlar birer cesettir. O maddelere can veren ruhu, paradigmayı, felsefeyi konuşmalıyız. Biz İstanbul Sözleşmesi'ne karşı çıkarken bu paradigmaya karşı çıkıyoruz. Tekrar söylüyoruz: Bu tartışmanın aslı şiddet değildir, kadın-erkek-çocuk değildir. Varlığın hiyerarşik düzenini kuran ilahi sınırları İstanbul Sözleşmesi'ndeki post-yapısalcı paradigma üzerinden tartışıyoruz. Feminizmin bu paradigma karşısında nasıl büküldüğü, kendini var eden "kadın" kategorisinin elinden nasıl alındığı üzerinde bir kez daha düşünülmelidir. Kadının-erkeğin ve diğer sabitelerin postyapısalcı çözülümü hukuku da çözmektedir. Giderek daha tanımsız, merkezsiz, öznesiz, kuralsız, norm/al/siz; "deneyime" tolerans gösteren hukuka doğru ilerleyeceğiz. Atanacağımız bir kategori, sahip olduğumuz bir öz yoksa elimizde deneyimden başka ne kalacaktır? Kimse bizim adımıza konuşamayacağına göre deneyimi merkezileştirmenin ötesinde elimizde bir seçenek kalacak mı? "Hukukbilimin Politikası: Hukuk Felsefesine Eleştirel Giriş" kitabında Roger Cotterrell "eşitliğin sonsuz farklılık biçiminde geri dönüşü" der buna. Yine onun vurguladığı gibi, hukukun dekonstrüksiyonu, sadece metnin ve kavramların değil, hayatın dekonstrüksiyonudur. * Biz İstanbul Sözleşmesi'ne karşı çıkıyoruz çünkü verili bir dünyaya inanıyoruz. Bir özümüz olduğuna inanıyoruz. Kimliğimiz canı isteyenin gelip yeniden yazabileceği boş levha değildir. Biz varlık alemin İlahi bir tecelli olduğuna inanıyoruz. Ondan geldiğimize ve ona döneceğimize inanıyoruz. Safımız burasıdır. [1] İstanbul Sözleşmesi ve içerdiği kavramlara ilişkin niçin uzun bir sessizlik dönemi yaşandıktan sonra, ani ve hamasi bir iklimin oluştuğuna dair daha kapsamlı bir analizi başka bir yazıda yapacağız. [2] Diğer uluslararası ve ulusal belgelerdeki şiddetin tanımına ilişkin eleştirilerimizi, Türkiye'de ve Dünyada Kadına Şiddet araştırmamızdan inceleyebilirsiniz. Yazının tamamı icin bkn:aileakademisi.org/yazi/biz-neyi-t... Mücahit Gultekin
·
65 görüntüleme
theo okurunun profil resmi
İlk paragrafa ithafen: Çocuklarınızı bir tek Tanrı eşcinsel yapabilir. Gidin ona söyleyin, kızın, bağırın çağırın.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.