Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Yakup Kuyu'nun Hayatı -2-
Hayat düz bir çizgi üzerinde sürekli tekâmül ederek ilerlemiyor. İlerleyişlerimizi bağladığımız mihraklar da bizim insanî yanımıza hitap edemiyor. Yâni Hegel'le başlayan ilerlemeci tarih anlayışının zannettiği gibi insan için de, kâinat için de sürekli bir ilerleme söz konusu değil. Bir yıldır zihnimi bu kadar meşgul eden bu mesele "ve tilkel eyyamu nudaviluha beynennas" "Biz o günleri insanlar arasında döndürüp duruyoruz" ayetinden mülhem olmuştu bana. Ayetler üzerinde düşünmeyi, hatta delirircesine düşünmeyi mahallemizdeki sahaf İbrahim abiden öğrendim. İbrahim abi o heybetli duruşu, geniş omuzları, gür bıyıkları ve bıyıklarıyla birleşen hayli gür sakalıyla, mavi gözleriyle tam bir hollywood yıldızıydı adeta. Onun yüzüne bakan belki de ilk bakışta mahallelinin deyimiyle "mutaassıb bir dindar"dan çok seküler, sosyalist bir şahsiyetin izlerini görebilirdi. Nitekim onu ilk gördüğümde kendisini solcu zannederek bu adamdan uzak durmalıyım demiştim. Kendimce, eğer bu adam uzun sakalıyla dindar birisi olsaydı bıyıkları kısa olurdu diyordum. Bir süre yanına hiç yaklaşmadım, sahafevine uğramadım. Arkadaşlarım ısrarla neden gitmiyorsun diye sorduklarında vaktimin olmadığını mazeret olarak öne sürüyordum. Aradan biraz vakit geçince uğramalıyım, ne de olsa o da bir insan dedim kendi kendime. Üstelik bu adamla ters tarafından bir irtibat kurabilir ve çeşitli meseleleri de kendiyle tartışabilirdim. Zira bilgili bir insana benziyordu. Sahafa uğradığımda sorduğum ilk kitap İsmet Özel'in "Neyi kaybettiğini hatırla" kitabı olmuştu. İsmet Özel'in ismini duyunca suratında nasıl bir ifade olacağını merak ettiğimden özellikle bu kitabı seçmiştim. Kendimce ona henüz ilk karşılaşmamızda eğer sosyalistse -ki ben neredeyse emindim bundan- Özel'in yaptığı yolculuğu kendisinin de yapması gerektiği, eğer hakiki bir sosyalistse bu yolculuğu yapmasının elzem olduğunu mesaj vermek gayesindeydim. Sorumu sordum, yaklaşık olarak on saniye yüzüme baktı, ben kendisini azılı bir solcu zannettiğimden ona nispetle ufak bedenimle sert bir bakışla muamele ederek kolay lokma olmadığımı ima etmeye çalışıyordum. Kanım bugünkinden o zamanlar zannediyorum çok daha hızlı akıyordu. Bu on saniye bana o kadar uzun geldi ki bütün öfkelerim, ,inançlarım bir araya toplandı ve o anda tüm kaybettiklerimin müsebbibi bu adamdı adeta. Bir şey yapamazdım elbet, muhtemelen bir arbede çıksaydı beni tek yumrukla yere indirirdi. Ancak benim de planlarım vardı. Üzerime gelirse ben de kuvvetli bir tekbiri salacak ve üzerine koşacaktım. Böylelikle tekbir sesinden ürkecek ve afallayacaktı güya. Bu duyguları bu denli ayrıntıyla anlatmamın sebebi şu ki bu heybetli ama bir o kadar da nazik adamla tanışmadan önce insanlara bakış açımda merkezde olan fikrim hep kavga idi. Fikrî, ilmî ve hakikaten kavga peşindeydim kendi içimde. Kavgacı bir kişilik değildim, bunları hep içimde yaşardım, kesinlikle dışarıya aksettirmezdim gerçi, ama içimde fırtınaların koptuğunu ben bilirdim. Peki bu on saniyenin sonunda ne mi oldu? İbrahim abinin çehresini bir anda tebessüm bürüdü. Ben bu tebessümü önce yadırgadım, sonra taaccüple karışık bir gülümsemeyle karşılık verdim. Bu gülümsemenin ardı sıra İbrahim abinin: - Hoş geldin genç adam, hele otur şöyle, seni pek öfkeli gördüm, kimler kırdı kalbini söyle bakalım, sesiyle irkildim. Bir anda gevşedim, İbrahim abinin aşikaren öfkeli olduğu anlaşılan bakışlarımı yakalamasına rağmen öfkedense kalp kırıklığından söz açması beni bi yandan rahatsız ederken bi yandan da düşündürdü. Susuyordum, zannediyorum o taaccüp halinden adama karşılık verip vermediğimden dahi emin değildim. Bana: - Belli ki İsmet Özel'i ilk defa okumayacaksın, ismin ne bakalım delikanlı senin, dedi İbrahim abi. İsmimin Yakup olduğunu söyleyince duraksadı, yaklaşık on saniye de orada bir sükut hali meydana geldi desem yeridir. Ancak bu on saniye benim için önceki on saniyeden çok farklıydı, bu duraksayışı dolayısıyla değil öfke, İbrahim abiye merhamet bile duymaya başlamıştım. İbrahim abi başını mıhladığı tablodan kaldırdı, tabloda hat sanatıyla muazzam ve bir o kadar da sâde dimdik bir elif harfi vardı. Ardından: - Kuyuya düşen çocuk niçin ölmesin Yakup, dedi. Duraksadım, kalbimden vurulmuşcasına duraksadım hem de. Ve şaşırdım, öyle ki bir anda terlemeye başlamıştım, bu esrarengiz, az evvel boğazına yapışmak gayesinde olduğum, düşman bellediğim adam İsmet Özel'in Jazz şiirinin son mısrasına telmih yaparken bilerek yahut bilmeyerek soy ismime de dokunmuştu. Sustum ve ardından tebessüm ettim. İçimde o anda kıpraşan duyguları bugüne değinki ömrümde çok nadir yaşadım desem yeridir. Bir yandan da sevinmiştim, çünkü bu adamla oturup saatlerce sohbet edebilir, ondan hayata dair dersler alabilirdim. İbrahim abi ayağa kalktı, şöyle bi rafları karıştırdı, elinde ince bir kitap vardı. İsmi "Geceleyin bir Koşu". - "Neyi Kaybettiğini Hatırla" kitabı şimdilik yok Yakup, ama bak bakalım ne var elimde, dedi. İçimden bu kitabın ne kadar da pahalı olduğu geçiyor ve İsmet Özel'in daha yirmiiki yaşındayken çıkardığı şu an elimde ilk baskısı bulunan bu şiir kitabının sayfalarını özenle karıştırıyordum. Ne kadar diye sormaya kalmadan, tanışma hediyesi dedi. Şaşkınlığım iki kat arttı. Çünkü sahaflara en çok para kazandıran eserler zaten bu tür nadir eserlerdi. Sonra "kızıma almıştım, üç ay önce elime geçti, zor buldum" dedi. Ben kızınız demeye kalmadan az önce farkında olmadan kızından bahsettiğini farketti İbrahim abi. Ve sustu. Soruma cevap vermedi. Ben de sustum, ve ilk kez, evet ilk kez birisinden susmakla nelerin haykırılacağını öğreniyordum. Ben susmayı ve susmanın mânasını ilk kez bu kadar yakinen İbrahim abide gördüm. Hayatımın çaresizlik, hayret ve iştiyak duyguları arasında sallanan bir sarkaç olduğunu söylemiştim. Hayretim beni İbrahim abinin kızını sorma iştiyakına taşıdıysa da bu sorunun onda çaresizlik girdabının anahtarı olabileceğini anladığımdan susmuştum. Kitabı koltuk altıma yerleştirip tanıştığımıza memnun oldum deyip çıktım, o an oradan hemen çıkmalıydım çünkü İbrahim abi kızıyla alakalı başından her ne geçtiyse şu an onunla meşguldu ve tek olmayı yeğlediğini o kadar emin olarak biliyordum ki selâmetle sözüme karşılık vermeyişini de yadırgamıyor hızla eve doğru yol alıyordum. Hayatta yadırgadığımız insanlar olduğu gibi durumlarına bakıp onlara bir mazeret sunarak yadırgayamadığımız insanlar da vardır. Hayatımda fazla kişiyi yadırgamadım zannediyorum.Zira kimde ne garip hal görsem ona kendimce bir kulp takıyor ve onun adına mazeret üreterek onu temize çıkarıyordum. Hayatımda bir kişiyi yadırgadım, ona bir türlü bir mazeret bulamamak beni çıldırtıyordu. Ne yapsam, nasıl bir mazeret uydursam onu aklayamıyordum. Bunları söylediğime göre size yadırgadığım birinden, hatta hayatımda en çok yadırgadığım birinden bahsetmeliyim… …2.Fasılın Sonu…
··
50 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Resul okurunun profil resmi
Devâmını bekleriz kardeş. Maşaallah. :) İlahiyatçı mısınız? :D
Fâtih okurunun profil resmi
:D yok abi medreseli sayılırım, ilahiyatın kıyısından köşesinden :)))
5 sonraki yanıtı göster
zeynep okurunun profil resmi
Yakup Kuyu bizden biri gibi. Çoğumuzun iç dünyası.
Cihân okurunun profil resmi
5.fasıl gelsin 🙏🏿
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.