Gönderi

Bir Tanrıya Dönüşmek Kral ölünce ne olurdu? Önce cenaze ritüelleriyle başlayalım. Festivaller ve ayinlerle ilgili günümüze ulaşan çok sayıda metinde kralın taç giyme törenlerine (büyük olasılıkla son derece özenle hazırlanan bu törenler en az birkaç gün sürüyor olmalıydı) neredeyse hiç bilgi olmamakla birlikte kralın ve kraliçenin gömü törenleri konusunda oldukça ayrıntılı tanımlamalara sahibiz. Tüm ayin metinlerinde olduğu gibi, kraliyet cenaze töreniyle ilişkili olan tüm ritüellerde ayrıntılara çok dikkat edilirdi. Tüm sürecin hatasız yürütülmesi sağlanır ve böylece ölünün bu dünyadan öbür dünyaya sorunsuz geçişi güvence altına alınırdı. Metinlerde ayinlerin on dört gün sürdüğü belirtilir. 1 . gün resmi bir duyuruyla başlanır: 'Hattuşa' nın başına büyük bir günah geldiğinde ve kral veya kraliçe tanrıya dönüştüğünde Bir öküz kurban edilir ve cesedin ayaklarının ucuna yerleştirilir. Öküzün boğazı kesilince kurbanı kesen cesede hitap eder: 'Nasıl olduysan şimdi de öyle ol! Ruhun bu öküzün içine girsin! Toprağa şarap dökülür. İçi boşaltılan şarap kadehi parçalanır. Böylece bu dünyada bir kez daha kullanılmaz. Cesedin arınması için çevresinde bir teke dolaştırılır. 2. gün adaklık yiyecekler sunulur ve libasyon töreni yapılır. Akşamleyin ceset bir odun yığınına koyulur ve yakılır. 3. gün şafakta yanık odunlar elekten geçirilir ve kralın kemikleri temizlenir. Ardından yiyecek ve içecekle dolu bir şölen sofrasının başındaki bir sandalyeye yerleştirilir. Kral, kendi cenaze yemeğinin şeref konuğudur. Kralı oturur halde gösteren bir heykelin getirilmesiyle birlikte kralın kutlamalardaki yeri daha da belirginleşir. Törenlerde kraliçeyi de oturur halde gösteren bir heykel yer alır. Böylece o da ölümü ve cenazesine katılmış olur. Yemekler ve kurbanlar günlerce sürer. Ardından 6. günde kemikler kralın ebedi ikametgahı olan hekur evine taşınır ve bir sedirin üzerine yerleştirilir. Adaklar devam eder. Müzisyenlerin mersiyeleri ve dansçı kadınların ağıtlarıyla birlikte törenler de sürer. Havadaki taze ekmek ve kızarmış et kokuları, kötü ter, kan ve kurban edilen hayvanların kokularına karışır. Bu hayvanlar (sığır, koyun, at ve eşekler) yeni dünyasında kralın besi hayvanları olacaktır. Yerden bir tutam çim koparır ve gömü yerine götürülür. Bu da merhumun öbür dünyadaki mülkleri arasında yer alan otlaklarını simgeler. Merhum Majesteleri orada sonsuza dek huzur içinde yaşayacaktır. Arıcak ölümden sonraki bu huzurlu yaşam tamamen kendi kendine yeten bir yaşam değildir; ölü kişinin kültü belli ölçüde hayatta kalanların bakımına muhtaçtır. Kralın hekur evinden başka, taştan bir mezar (günümüze ulaşan bir örneği bulunmamaktadır) yapılır ve merhumun ihtiyaçlarını karşılaması için hayvanlar ve insanların yer aldığı geniş bir alan tahsis edilir. Hayatları boyunca burada görev yapan insanlar arasında kapıcılar, çobanlar, hizmetçiler ve çiftçiler vardır. Bununla birlikte kralın mezarına yalnızca merhumun ailesinin üyeleri girebilir. Bu kültün devamını sağlamak, merhumun ruhu için kurban edilen hayvanları sunmak başta kralın varisi olmak üzere onların görevidir. Atalar kültü Hitit toplumunun daha alt kademelerinde de görülürdü. Ölülerin anısını yaşatmak ve ailenin hayattaki üyeleriyle bağlarını devam ettirmek amacıyla kurbanlar kesilirdi. Arıcak Yakındoğu'daki komşuları gibi Hititlerin de ölümden sonraki yaşam konusunda kötümser görüşlere (en azından toplumun alt kademelerinde bulunanların) sahip oldukları görülür. Öbür dünyaya atıfta bulunan az sayıdaki Hitit metninde ölümden sonraki yaşam genelde çukurlar ve deliklerle ulaşan, kasvetli ve güneşsiz bir dünya olarak sunulur. Bu metinlerin birine göre oraya ulaştığınızda yalnızca pis su içebilir ve çamur yiyebilirdiniz. Anneniz, kardeşleriniz veya akrabalarınızı tanımazdınız, onlar da sizi tanımazdı. Ancak belki de bu fazla olumsuz metin bir istisnaydı. Arkeolojik bulgular daha olumlu görüşler sunar. Henüz bir kraliyet mezarı bulamadık ancak kentlerin dışında daha düşük statülü ölümlülere ait olan (çoğunlukla erken Hitit dönemine tarihlenen) bir dizi gömü yeri bulduk. Cesetler, kimi zaman bu yerlerde yakılıyor ve gömülüyordu. Yakılan ölüler, seramik kaplarda saklanırdı. Gömülmeyi tercih edenler için ise mezarlar kazılırdı. Küçük kaplar gibi basit mezar eşyaları da cesetlerle birlikte defnedilirdi. Bu eşyalara sığır, koyun, domuz, köpek ve bazen de at ve eşeklerin kemikleri de eklenirdi. Belki de bu hayvanlar kurban edilmişlerdi veya ölüye öbür dünyada hizmet etmeleri için gömülmüşlerdi. Eğer ikinci seçenek doğruysa Yeraltı Dünyası belki de metinlerin inanmamızı istediği kadar kötü bir yer değildi. Daha önce belirttiğimiz gibi kral ve kuşkusuz ailesi (veya ailesinin seçilmiş üyeleri) belli ki hoş ve rahat bir öbür dünyayı dört gözle bekliyorlardı. Sığırlar, koyunlar, atlar ve katırlarla dolu odaklarıyla bu dünya belki de klasik çağ geleneğinde Yunan kahramanlarının tanrıları gibi keyifli ve rahat bir şekilde sonsuza dek yaşadıkları Elysia tarlalarını andırıyordu. Gerçekten de Hitit kralları bu hayattan göçtüklerinde tanrıların arasına karışırlardı. Bunu bir kralın oğlu ve varisinin babasının ölümü hakkında şu sözleri söylemesinden öğreniyoruz: 'babam tanrıya dönüştüğünde .... '. Kelimenin tam anlamıyla tanrı olsalar da bunun bir sınırı vardı. Merhum krallar Hitit dünyasının kutsal panteonuna giremezlerdi. Krallar, daha düşük seviyeli tanrılara dönüşürlerdi. Ancak onların şerefine heykeller yapılır ve bu heykeller Büyük Tanrıların tapınaklarına yerleştirilirdi. Böylece ruhları heykellerin içine girer ve tapınaklarda yalnızca aile üyelerinden değil tüm tebaadan hürmet görürlerdi. Belirttiğimiz gibi atalar kültü toplumun tüm kademelerinde yaygındı. Ancak kraliyete ait kültler ulusal ölçekte faaliyet gösterirdi. Yeri gelmişken söyleyelim, 'tanrıya dönüşme' ifadesi çok daha sonraki dönemlerde de görüldü. Roma' nın imparatorluk dönemindeki imparatorlar, geleneksel olarak ölümden sonra kutsallaştırıldılar. Ancak bu imparatorlardan biri, ayakları yere basan ve mantıklı bir eski asker olan Vespasianus, bu tanrılaştırma saçmalığını hor gördü. Ölümün yaklaştığını fark edince, ölüm düşüncesinin üzerinden müthiş bir alaycılıkla geldiği ve şöyle dediği söylenir: ' Vtıe, puto deus fio: sanırım bir tanrı oluyorum'. Ne güzel bir son söz! Elbette kutsallığı yalnızca hükümdarlarıyla sınırlandıran toplumlar da vardı. Aklımıza antik Mısırlılar veya henüz hayattayken kendilerini kutsal sayan Roma İmparatoru Caligula ve Makedonyalı General Büyük İskender gelebilir. Gerçekten de bazı geç Hitit kralları, özellikle de imparatorluğun son yüzyılında yaşayan kralların da henüz hayattayken kutsallık iddiasında bulunup bulunmadıkları sorusu önem kazanır. Bu dönemde Hitit görsel sanatlarında görülen büyük gelişme bu iddiayı destekler. İmparatorluğun son yıllarına denk gelen 1295 dolaylarında tahta çıkan II. Muvattalli'nin saltanatından itibaren Hitit krallarının suretleri, geniş taş yüzeylere (kayalarda veya kesme taşlarda) yapılan kabartmalarda görülür. Bu resmi anıtlarda yer alan ve rahipler özgü cübbeler giyen krallar ve kimi zaman da kraliçeler bir veya birkaç tanrıya hürmet ederlerken tasvir edilirdi. Kral ara sıra zırhlı bir savaşçı olarak betimlenirdi. Kral bazı durumlarda rahiplik görevine özgü takke veya tanrılardan birine ait olan konik şeklinde uzun bir başlık takardı. Tanrı, kendisine ibadet eden ölümlülerden bu başlığa iliştirilmiş boynuzlarla ayırt edilirdi. Kutsallık simgesi olan boynuzların sayısı ne kadar fazlaysa tanrı da o kadar önemliydi. Ancak kabartmalarda kral da kimi zaman boynuzlu olarak resmedilirdi. Bu, büyük olasılıkla kralın hayattayken kutsal bir konuma kazandığı veya ölmüş ve tanrılaştırılmış bir kralın ruhu olduğu anlamına gelmiyordu. Aksine, cübbesiyle koruyucu tanrısıyla eş tutulan ve hala hayatta olan rahip-kralın diğer rahiplerden ayırt edilmesi amaçlanmıştı. Böylece kralın tanrıyla olan yakın bağları da gösterilmiş oluyordu. Bununla birlikte sondan üçüncü Kral IV. Tudhaliya hala hayattayken kutsallık iddiasında bulunmuş olabilir. Bunu da yalnızca kutsallığın alametlerini giyerek yapmamıştır. Bir yazıtta, eğer metin doğru bir şekilde yorumlandıysa, onun için yapılan bir libasyon töreninden bahsedilir. Libasyon yalnızca tanrılar için yapıldığından, Tudhaliya'nın kendisini halkına yaşayan bir tanrı olarak sunduğu anlaşılabilir. Taş bloklara kazınan yazıt, bugün Anadolu'nun güneyinde, Konya ovasında Emirgazi olarak adlandırılan bölgede bulunmaktadır. Bütün bunlardan ne çıkarıyoruz? Bu anıtlar neden Hitit tarihinin son döneminde görülür, neden daha önce görülmez? Hayattaki bir kral neden bu yüzyılda kutsallık iddiasında bulunur? Bu konuda anıtlara eşlik eden yazıtlardan henüz bahsetmedim.
·
67 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.