Almina ile yetimhaneden ayrıldıktan sonra minibüsteki yolculuğumuz boyunca duygu karmaşası içerisindeydik. Geriye dönük hatıralar zihnimize hücum ettikçe bazen gözyaşlarımıza hâkim olamıyor bazen de anlamsız bir şekilde farklı nesneler ile yalandan uğraşıyorduk. Bir müddet daha beraber zaman geçirdik ancak tam manasıyla duygu yoğunluğundan kurtulamıyorduk ve en nihayetinde, daha fazla dayanamadık ve yarın için hastanede tekrardan görüşme hususunda anlaşıp ayrıldık. Daha sonra eve geçip kanepeye uzandım. O an içinde bulunduğum hiçbir şeye adapte olmayışımın tek sebebi kafamın içinde geçenlere engel olamayışım. Nerede ve ne zamandı tam hatırlamıyorum ama zihnime akanlar olayları toparlayabilmem için yeterli oluyor. Gözümü kapattığım zaman geçmişte yaşadığım o güzel ama sonu acı günler bir bir düşüncelere bağlanıyor ve hayal gücüm geçmişi oluşturmakta oldukça yarar sağlıyor. Odanın içindeki ışıklar göz kapaklarıma vuruşu sonucu hareket etmeye başlayan siyahımsı cisimler şekil almaya başlıyor... ve düşüncelere dalıyorum..
Hayat, John Lennon’un dediği gibi, biz planlar yaparken başımıza gelenler mi, yoksa yaptığımız seçimler miydi? Seçimler demişken; ekim ayının ilk günlerinden bir akşam, kafede tek tük müşterilerin kendi tabletlerine dalmış vaziyette olmalarının verdiği sessizlikle camın kenarına oturmuş, sonbahar rüzgârının uğultusunu dinliyor, bir yandan da ayın önünden koşarcasına geçen bulutları izliyordum. Birden el ele tutuşmuş iki küçük kız çocuğu gözüme ilişti. Kısa bir tereddüdün ardından, diğerinden daha küçük olan kız çocuğu, yüzündeki utanma duygusu ile içeri girmeye karar verdi. Masada oturan ve ancak kırklı yaşlarında gösteren adamın yanına yanaşarak, rahatsız etmekten korkan bir ses tonuyla “Abi karnımız çok aç, bir ekmek parası verebilir misin?” şeklinde bir cümle ile insanlığın kalbine bir hançer sapladı. Adamın, “Bir dakika içerisinde kaybol.” Cevabı ile taş kesilmiştim, o an kesseniz bir damla kan akmazdı. Adamın cevabıyla yüzü düşmüş bir hüzünle dışarıya çıkmaya yeltenen küçük kızın ardından, gözlerim yaşlı ancak yetişebildim. Bakıldığında küçük kız çocuğumuz, kendisi mi seçmişti bu adaletsiz hayatı, ister miydi beş para etmez, kalbi taş kesmiş olan bizlerden para dilenmeyi.
Kanepede sırtımın ağrısı ile uzanma pozisyonumu değiştirirken hatırladıkça içimde bazı şeyleri un ufak eden anılarımdan ancak sıyrılabildim. Ayrılık sonrası davranışlarım ve ruh halim sürekli değişkenlik gösteriyordu. Bir anlığına gözümün önüne güneş, kum ve denizin bir arada olduğu buğulu bir görüntü geldi. Bu görüntü, zihnimde aniden bir duman bulutu arasında yok oldu ancak bu esnada kalbimde bir karıncalanma hissettim. Sert bir kararla, duman bulutunu düşüncelerim ile dağıtmak istedim. En nihayetinde kendimi, on yedi yaşımda Hatay’ın Arsuz beldesinde buldum. Yetimhane yönetiminin düzenlediği bir geziydi ve bu tarz gezilerin sıklığı, beni yüzme konusunda profesyonelleştirmişti.
Şortumu ve tişörtümü giyip, Arsuz’un serin sularına kendimi bıraktım ve adeta balık gibi yüzüyordum. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum fakat ellerimin buruşmasından uzun zamandır denizde olduğumu fark ettim. Özlemiştim. Yaklaşık on beş ila yirmi metre ötede, uzağı görmekte zorlandığını belli eden yirmili yaşlarında birini gördüm. İlk etapta emin olamadım fakat sonrasında benimle ilgilendiğini, yanıma gelip “Bana böyle hızlı yüzmesini öğretir misin?” şeklindeki ricası ile anladım. O an için ne yapacağıma karar veremedim, fakat onun bu samimi ve bir o kadarda kibar olan teklifini reddetmek istemiyordum. Hal ve hareketlerinden pek kırılgan bir yapıda olduğu aşikârdı. Aslında bu tarz yaklaşımlardan fazlasıyla rahatsız olan biri olmama rağmen, yanıma gelmiş olmasına memnun bile kaldım. Nitekim yine fark edemeden iki saate yakın bir zaman onunla beraber geçmişti. Anlam veremediğim konulardan birisi ise, onu bir şekilde daha önce tanımış olduğum hissinden kendimi alamıyordum. Artık gitmem gerekiyordu fakat bir anlamda bu durum yarım kalmamalıydı. Akşam saat sekizde bulunduğumuz suyun sahilinde buluşmaya karar verdik. Pansiyona geçip duş aldıktan sonra üzerimi değiştirdim ve yemek için aşağıya indim. Tabi bu eylemler esnasında içimdeki sabırsızlık ve heyecan, zihnimi meşgul etmekle kalmıyor ve zamanında yavaşlamasına neden oluyordu. Zaman kavramı ne kadarda değişkendi.
Sahile vardığımda güneş hüzünlü bir edayla, sahilde bulunan ters dönmüş kayığa, birkaç unutulan çocuk terliğine ve bunun gibi birçok nesneye veda ediyordu. İsmini dahi sormayı akıl edemediğim o gizemli genç ise bir sigara yakmış, deniz ile gökyüzünün birleştiği sonsuzluğu izliyordu. Yanına yaklaştım, kısık ve sakin bir ses tonuyla selam verdim. Saçları dağınık olarak yana yatık ve hafif kirli gözlüklerinin ardından, yorgun bir gülümseme ile selamıma karşılık verdi. Sahilde, hava tam anlamıyla kararana kadar yürüdük ve o hafiften serinleyen havayı ciğerlerimizin en derinlerine bir o çekiyor bir de ben çekiyordum. Bu eylem bir süre devam etti. Daha sonra sahilde, denize doğru uzanan bir iskelenin en ucuna geçip oturmaya karar verdik. Bana hayat felsefesinden, sevdiği şarkılardan ve okuduğu kitaplardan bahsetti. Onun yanında nedense kendimi güvende hissediyor, bir yandan da zamanın şu vaziyette iken durmasını diliyordum. Konuştukça beni kendine çekiyor, gözlerimi ise ondan bir türlü alamıyordum ve bir zaman sonra derin bir sessizlik oldu. Yüzlerimiz, iki mıknatısın ters kutbunun yan yana gelmesiyle birbirlerine uyguladıkları, ani çekim kuvvetine benzer bir hızda yaklaşmış ve hayatımda ilk defa birisi ile dudak dudağa gelmiştim. Bir izahı yok, artık bulutların üzerindeydim. Kalbimin ritmi dakikada 120-130’u bulmuştur diye tahmin ettim. Neden sonra şiddetli bir çığlık ile tüm bu güzel duygularımdan sıyrıldım. Karanlığın denize bakan tarafından “imdat” sesleri giderek yükseliyordu. Hafif parfüm kokulu olan beyaz tişörtünü çıkardı ve hiç düşünmeden denize atladı, benden yüzme konusunda ders almak isteyenin, o olduğuna inanmamı engelleyecek derecede hızlı yüzüyordu, bir zaman sonra onu gözden kaybettim. Ne kadar zaman beklediğimi o an için tahayyül edemedim. Meraklı ve tedirgin bir vaziyette, gözlerimi karanlığa dikmiş bir hareket bekliyordum ve hemen sonrasında, iki bedenin yavaş yavaş kıyıya doğru ilerlediğini fark ettim. Bu bir kız çocuğuydu. Acele olarak müdahalede bulundum ve kısa zaman sonra on yaşlarında olan bu kız çocuğu nihayet kendine geldi. Aniden ağlamaya başlayarak “yapamadım abi, yapamadım abla” dedi. Neyi yapamadın canım benim diye karşılık verdim. Artık ağlaması yavaşlamış, o cılız titrek sesi ile anlatmaya başlamıştı. “Annem ve babam” dedi kısa bir beklemenin ardından, derin bir nefes aldıktan sonra “Neredeyse her gün kavga ediyorlar. Babam sürekli annemi dövüyor, annem ise benden dolayı duruma katlanma zorunluluğunda kalıyor. Anemi kurtarmam lazımdı ama yapamadım” dedi ve tekrardan ağlamaya başladı. Bir an için kendimi, o bahtsız kadının vaziyetinde düşündüm. Yaptığım bu kısa süreli duygudaşlık (empati) dahi bedenimi ürpertmeye yetti.
Polise gidip durumu izah etmeye çalıştık, ne kadar yardımcı olabildik bilmiyorum. Ertesi gün ise onunla benim son günümüzdü. Bana hala ismini söyleme fırsatını bulamayan bu gizemli genç, artık benim, o küçük kızın ve annesinin kahramanı oluvermişti.
Vedalaşma vakti gelip çatmış ve derin sessizlik ortama hâkim olmuştu. Bu durum yaklaşık iki üç dakika kadar devam etti. Ortamın sessizliğini bozan onun sesiydi. “Elimdeki bu yarım kalan kitabımı sana armağan etmek istiyorum” dedi. Kitap gibi bizde yarım kalmıştık ve o an için her haliyle o kitaba sahip olmak istedim ve hediyesini aldım.
Otobüste yetimhanenin bulunduğu şehrimize doğru yola koyulmuştuk. Bana verdiği kitabı, sırt çantamdan çıkarttım ve incelemeye koyuldum. Öncelikle kitap “O” kokuyordu ve kitabın arkasında benim için bir not olduğunu fark ettim. Kitabın kokusunu bir kez daha içime çektim ve okumaya başladım. “Yıllar sonra, tozlu bir kitap rafında bambaşka bir şey ararken bu kitaba rastladığında yüzümü unutsan da, eminim ki; oturduğumuz iskeleyi, bizi saran gökyüzü ve yıldızları, içtiğimiz o ucuz sigaraları, kulağımıza çalınan dalga seslerini ve birbirimize hissettirdiklerimizi hatırlayacaksın ve o an nerede olursan ol, bana bir tebessüm yolla.” Notu okuduktan sonra kitabı da okudum. Kitap basit bir kitaptı ama yarım kalan hikayemiz için değerli bir nesne olarak yerini hep korudu.
Bütün bunlar saniyenin onda biri süre zarfında zihnimden geçiyor ve bulunduğum ana geri dönüyorum. Günün yoğunluğu ile çabucak uyudum. Sabah olmuştu ve hemen hazırlanıp hastanenin yolunu tuttum nitekim tahlil sonuçlarını fazlasıyla merak ediyordum.