Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

~1k ailesine bir anı~
Uzun yıllar önce idi. Dokuzuncu sınıfta idim. Eğil Alp Arslan Anadolu Lisesi'nde yatılı olarak okuduk. Okulumun Gezi Kolu ve Çevre Düzenleme dalında - benim için apayrı bir sorumluluk- gururla ve aşk ile görev yapmakta idim. Doğa ile olan serüvenim aslında ondan daha da öncesine dayanmakta idi. Doğa ile hep haşir neşir olmaktaydım. Çünkü özümüz topraktan gelmesine rağmen hala direterek topraktan, Aşık Veysel'in deyimi ve vasfı ile: "Sadık Yardan" ayrı ve gayrı kalmamız, beton yığınlarına tercih edişimiz ve mayamızın yoğrulduğu topraktan uzak kalmamız ne kadar da abes kaçacaktı. İlkbahar ile Yaz'ın arası bir mevsim arası idi diyebilirim. O kadar paylaşılmaya değer bir andı ki iki mevsimin uç noktalarının birleşmesine tevafuk etmiş. Yani yaşadığım o güzel andan başka nadir anlam teşkil eden günlerimden bir tanesi idi diyebilirim...Şunu anektod geçmekte yarar var diye düşünüyorum. Babür Şah'ın 'Babüname'sinde Anı anımsatmıyor muydu zaten, hatıra hatırlatmıyor muydu Aziz Dost!... Sabahın erken saatlerinde 9-B sınıfındaki arkadaşlarıma telkinde bulunarak Diyarbakır'ın Eğil adlı şirin ilçesinden, çağlayarak gürül gürül akan Dicle Nehri'nden de ismini alan, ki üzerine şekerler ezilen Dicle ilçesine doğru Evliya Çelebi, Katip Çelebi, İbn-i Batuta, Pir'i Reis gibi seyyah ve gezginlerimizin buram buram tarih kokan Anadolu'muzun her yerini karış karış gezerken ilham aldıkları düşünce fikir yorum ve betimlemelerinden bir nebze da olsa kaynak alarak, iliklerimizin derinliklerine ve hücrelerimize lanse ve finanse ettirerek koyulduk yola.... Yayan olarak 10-15 'kilometrelik' yol gidecektik. Modern Çağ'da yaşadığımız için kaç "mil" oluğunu kestiremediğimden çağın ölçü birimini kullanmamı mazur göresiniz.. 📖✒️ Eğil'in sarp yollarından, bayırlarından vurduk. Bayağı yol aldık, tabi gençliğin, toyluğun verdiği sevinç, mutluluk ve bahtiyarlıkla geçirdiğimiz heyecanı hiç unutamıyorum. Ormanların arasından geçerken, özellikle karşılaştığımız yılan, çıyan, kaplumbağa,böcek, örümcek gibi hayvanlar ile karşılaşmalarımızdan tutun da bilhaki farklı kuş çeşitlerinin seslerinin birbirine karışarak verdiği ender tondaki kompleks armonik havaya kadar öyle bir büyülemiştiki bizleri, bırakın yoldaki yorgunluk ve susuzluğumuzu, inanın aralarından geçtiğimiz sık, çarpık, çalılık ve bodur ağaçların dikenlerinin kollarımızı, yüzümüzü sıyırarak acıtması bile bize ayrı bir tat ve güzellik bahşediyordu.. O sarp dağlık, ormanlık ve kayalık alanları çetin merhalere katlanarak aştıktan sonra Dicle ile Ergani ilçesinin kesiştiği yolun üçgeninde bulduk kendimizi. Bulunduğumuz noktanın Kuzey cephesinde minik tatlı bir köprü onlarca kemerlerini bağlayarak kenetlenmiş bir şekilde adeta bizi kucaklarcasına: "Gelin çocuklar! Burdayım." dercesine haykırıyordu bize. Zaten köprünün sağlamlığı, çevik, kuvvet ve çetin duruşu o bölgedeki halkların ekonomilerini, iletişimlerini, özellikle samimi, sıcak aile bağlarının kurulmasındaki en büyük etken değilmiydi. Köprünün kemer bağları bunları göstermiyor muydu Azizim!... Biraz daha ilerlerken kendimizi köprünün üstünde bulduk. Baş tarafta bir güvenlik kulübesi, köprünün batıya doğru bakan tarafında ise bir anaç ördek, arkalarında ise yedi-sekiz yavrusuyla beraber suda zikzaklar çizerek seyir halinde hareket ediyorlardı. Annelerini taklit ediyorlar, yaptıkları her hareket siluetlerinin akislerini suda adeta ayna görevini hülyalara daldırarak yansıtıyordu. Bu portrenin, tablonun bize verdiği kıvanç ve mesruriyet ile Dicleye çok yakın bir yerde Batı tarafında sık ağaçların arasında bulunan bir okula varlık. Hadsiz yorulmuştuk. Tabi her ne kadar görünen köy kılavuz istemese de yüzümüzdeki ve cesedimizdeki hal ve vaziyeti dile yansıtmadık. Öğle vakti gelip catmıştı. Okulun yemekhane bölümünde soluklandık, yemek yedik, dinlendikten sonra davetsiz konuk olarak gittiğimiz gençler kendileri ile oyun oynamamızı istediler. Tabi bu samimiyet yoldan gelirken çektiğimiz serüven ve maceraları animasyonlar biçiminde dile getirerek, onların ruhlarına nakşettirmiş olmamızdan kaynaklanmış olsa gerek. Yani yaşayıp anlattığımız anlar sinamaya veya beyaz perdeye uyarlansa Nobel'i hak eder kanaatimce... :) Kimimiz futbol, kimimiz baskenbol, voleybol, masa tenisi derken enerjimiz bayağı tükendi... Gençlerden müsaade istedim, bizim arkadaşları toparladım. Vakit bayağı geç olmuştu. Güneş, kendini gecenin zifiri karanlığına ve kollarına teslim etmek üzere idi. Oranın Öğretmenlerine saygı, teşekkür ve hürmetlerimizi sunarak yurdumuza, "okulumuzun yurduna" dönmek üzere yola koyulduk. Tabi kollarımız günün yakıcı güneşinden tişörtün bittiği eşik noktasından sonra farklı bir renge bürünmüştü, yanıyordu. Bu durum birkaç gün boyunca da devam etmişti. Akşam üzeri okula vardık. Geldiğimiz gibi kendimizi pansiyonun ranzalarında birer nevresim takımı gibi serili buluverdik. Günün yorgunluğunu uykunun verdiği tada eşlik ederek geçirmiş ve bitirmiş olduk... ✒️📖🥀 Çalıştığım bir ezginin tınısı, bu anıyı anımsattı. Saygılar Efendim... 🎼 Esenle, kitapla ve müzik tınıları ile özünüze yahşi bakasınız... 🍂🍃 [Mehmet ÖZER] *
·
22 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.