Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

BALA HATUN Çakır'ın, gizlice sütanasının evine getirdiği genç kadın, bir tehlikeyi önlemek için böyle saklanıyordu. Amasya Beği Şad geldi Paşa'nın küçük yeğeni olan Bala Hatun, Yıldırım Bayazıd'ın oğullarından İsa Beğ'in haremiydi. Sel gibi kahraman kanının aktığı, Türk'ün Türk'ü kırdığı o korkunç Ankara Savaşından sonra Yıldırım Bayazıd tutsak düşüp kendi canına kıyınca, oğulları Osmanoğulları'nın göreneğine uyarak beğlik davasına kalkmışlar, birbirlerine karşı gelmişlerdi. Büyük şehzade Süleyman Beğ Edirne'de, ortanca şehzade İsa Beğ Bursa'daydı. Osmanlı ülkesinde Bursa ve Edirne iki başkent olduğu için devletin başına ancak bu şehirleri elde etmekle geçebilirdi. İsa Beğ böyle düşünüyordu. Ancak şu var ki, kendisini tanımamışlardı. Çaresiz vuruşacaklardı. İsa Çelebi de öyle yapmış, vuruşmuştu. Fakat talih kendisine hiç yar olmuyordu. Sipahisi pek az olduğu gibi, babasının en değerli devlet adamlarından hayatta olanlar da kardeşlerinin yanında kalmışlardı. Bir iki çarpışmanın yenilmeyle bitmesi, hemen tek başına denilecek şekilde dağdan dağa kaçışlar, İsa Beğ'de bir kaygı yaratmıştı. Talihin kendisine güler yüz göstermeyeceğini bir önsezi ile anlıyordu. Nihayet emanetini verir, ebedi sükûna kavuşurdu. Bir Osmanoğlu olarak bundan hiçte çekinmiyordu. Onu düşündüren şey başkaydı. Büyük bir aşkla sevdiği Bala Hatun üç dört ay sonra dünyaya bir çocuk getirecekti. Bu çocuk erkek olur ve kendisi de davayı kaybederse kardeşleri bu çocuğu sağ bırakmazlardı. Bu değişmez, merhametsiz bir kanundu. İsa Beğ, işte bu doğmamış çocuğu ve onun öldürülmesiyle sevgili evdeşi Bala Hatun'un duyacağı korkunç kederi düşünüyordu. Onu sakla‐malı, emniyete almalıydı. Bunu yaparsa hem daha kıyasıya dövüşebilecek, hem de ölürse gözü arkada kalmayacaktı. İsa Beğ, günün birinde padişah olması muhtemel bir şehzade olduğu için siyasi ve tedbirli düşünmeye daha çocukluğundan beri alışıktı. Bala Hatun'u öyle birisine emanet etmeliydi ki, hem ağzı sıkı, hem gözü pek olmalı, üstelikte dikkati kendi üzerine çekmeyecek durumda bulunmalıydı. Kendi adamları arasında bu kıratta ancak Çakır vardı. Henüz çok gençti ama sadakatin ve fedakârlığın örneği bir yiğitti, fakat tanınmış değildi. Karası Sancağında tımarlı bir sipahiydi. Ankara Savaşındaki binlerce bilinmedik kahramandan birisi de oydu. Havadaki mevhum noktaları bile vuran keskin nişancı Çağataylılara karşı kalkanı ile kendisini koruduğu gibi savaşın harman edildiği kanlı bir yerinde de bir defa kılıcıyla İsa Beğ'i kurtarmıştı. Hele Aksak Temür Beğ'in Türkistan'a dönüşünden sonra Yıldırım'ın oğulları birbirine düştüğü zamanki kavgalar... İşte Çakır ne özü mert olduğunu bu sırada ortaya dökmüştü. Yıldırım Bayazıd'ın oğlu Mehmed Beğ'le yapılan o talihsiz vuruşmada Çakır olmasaydı belki de İsa Beğ şimdi yaşamayacaktı. Onun, bir tahta köprü başında durarak Mehmet Çelebi askerleriyle tek başına bir vuruşması vardı ki, destanlara geçse yeriydi. İsa Beğ yaralı, yorgun atı ile Çakır'ın kazandırdığı zaman sayesinde uzaklaşıp kurtulabilmiş, Çakır da, kendisini suya atarak akıntının yardımıyla selamete ulaşmıştı. Çakır, güvenilir bir adamdı Çarpışmaların durulduğu, Mehmed Beğ ordusunun çekildiği günlerin birinde İsa Beğ, Çakır'ın yanına çağırmış, mahzun bir yüzle şöyle demişti: ‐ Çakır! Şimdilik tehlikeden uzak gibi görünüyoruz. Fakat benim içime doğuyor. Sonum iyi olmayacak. Kendimi değil, hatunumu düşünüyorum. Yüklüdür. Birkaç ay sonra bir çocuğumuz doğacak. Osmanlı'nın töresini biliyorsun. Benim başıma bir şey gelir, sonra da bu çocuk erkek doğarsa onu yaşatmazlar. O zaman Bala Hatun perişan olur. Bunu önlemek lazım. Bu da Bala Hatun'un hiç kimsenin bilmediği bir yere saklanmasıyla olur. Benim böyle bir yerim yok. Osmanoğlu olduğum için nereye gitsem tanınırım. Acaba sen onu emniyetli bir yere saklayamaz mısın? Senin tımarının bulunduğu köyde bir ev sağlayamaz mıyız?
··
18 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.