Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

İstanbul’un güzellikleri anlatmakla bitmez. O her mevsimde ayrı bir güzeldir. İstanbul’daki ikametimiz, bize çok şeyler öğreten zorunlu bir ikametti. Babam İstanbul’a geldiği gün Sultan II. Abdülhamid kendisiyle görüşmüş ve onu İstanbul’da çalışması ve devlete hizmet etmesi maksadıyla çağırdığını söylemişti. Ayrıca babamı Şura-yı Devlet azası yapmış ve Boğaz’da kendisi için bir ev tahsis etmişti. Bütün bu itibara rağmen babamın İstanbul’a sürgüne gönderildiğini biliyorduk. Çünkü Hicaz’da uygulanan baskı ve şiddet siyasetine ve hacıların mallarının çeşitli hilelerle ellerinden alınmasına karşı çıkmıştı. Bütün bunları yapan da Hicaz’daki valiler ve Emir Avnürrefık’ti. Ayrıca babam İstanbul’a çağırıldıktan hemen sonra aşağıdaki ilim adamları Hicaz’dan çıkartılıp sürgüne gönderildi: Mekke başmüftüsü Şeyh Abdurrahman Serrâc, Mekke Maliki müftüsü Şeyh Âbid ve Mekke Şafiî müftüsü Seyyid Abdullah ez-Zevâvî. Ayrıca, Kabe’nin anahtarını korumakla görevli Şeyh Abdurrahman eşŞeybi de el-Hüdâ’da zorunlu ikamete mecbur edildi. Bu olaylardan sonra mukaddes bölgelerdeki zulüm iyice arttı. Çeşitli dolaplar çevrilerek hacıların mallarına el koyuldu ve güvenlik diye bir şey kalmadı. Ama bütün bu uygulamalar zalimleri büyük külfet altına itti ve yaptıklarından hiçbir fayda görmediler. En sonunda hem kendileri hem nesilleri dört bir yana dağılıp perişan oldu ve Sultanın devleti yıkıldı gitti. Allah Teala Kâbe hakkında “Kim orada bozgun çıkarır veya zulüm işlerse kendisini acı veren bir azaba mahkûm ederiz” [Hac 22/25] buyurmaktadır. Mukaddes bölgelere hizmetle yükümlü her yöneticinin bunu dikkate alması gerekir. Orada yapılan iyilik de kötülük de karşılığını kat kat bulur. Bize gelince; üç kardeş (Ali, Faysal ve ben) hususî hocalardan Arapça ve Türkçe öğrendik, askerî eğitim aldık. İstanbul’da bulunduğumuz sırada, tarih sahnesinde şu değişiklikler ve uzun savaşlar olmuştu: Çin-Japon savaşında Japonlar galip geldi. Habeşistan-İtalya savaşında Necaşi [II.] Menlîk [1842-1913] galip geldi. İspanya-Amerika savaşında Amerika galip geldi ve Havana ile Filipin adalarına el koydu. Türk-Yunan savaşmda Osmanlı Sultanı galip geldi. Yemen’de baskıcı bir rejim vardı ve İmam [Yahya] başarılı bir direniş sonunda Sanayi ele geçirdi [1904], Ardından İttihat ve Terakki Cemiyeti yönetime geldi ve Meşrutiyet ilan edildi. Mekke emiri Şerif Ali b. Abdullah, yanında bulunan Sultanın görevlileri ve vezirleriyle birlikte vazifeden alındı ve yerine Şerif Abdülilah b. Muhammed Mekke emiri olarak atandı. Ancak görev yerine ulaşamadan vefat etti. Bunun üzerine İttihat ve Terakki Cemiyeti Şerif Ali Haydar b. Cabir b. Abdülmuttalib’i Mekke emiri yapmak istedi. Ben de büyük uğraşlar sonunda, emirlik hakkını talep etmesi için babamı ikna ettim. Çünkü sülalenin en büyüğü sıfatıyla bunu o hak ediyordu. Babam, Sadrazam Kamil Paşa vasıtasıyla Padişaha ulaştırılmak üzere konuya dair bir dilekçe kaleme aldı. Dilekçede şunları ifade ediyordu: Amcam Şerif Ali b. Abdullah b. Muhammed’in görevden alınması üzerine göreve getirilen amcam Mekke emiri Şerif Abdülilah b. Muhammed’in vefatı ile şu an boş bulunan emirlik makamına, Haşimî ailesinin en büyüğü ve babadan oğula geçen bu makamı en fazla hak eden kişi olmam hasebiyle atanmamı ve Sultan hazretlerinin hakkımı vermesini istirham ediyorum. Kendilerine olan sadakat ve bağlılığım malûmâne-i şahaneleridir. Dilekçeyi Sadrazam Kamil Paşaya bizzat götürüp verdim. Dilekçeyi okuduktan sonra bana “Şerif Hüseyin’in en büyük oğlu siz misiniz?” diye sordu. “Hayır, ben ikinci büyüğüm. En büyüğümüz Şerif Ali b. Hüseyin’dir” diye cevap verdim. Paşa “O halde dilekçeyi niçin kendisi getirmedi?” diye sordu. Ben “Ağabeyim hâlâ büyük amcası ve kayınpederi Emir Abdülilah’ın yasını tutmakla meşgul” dedim. Paşa “Babanızın ellerinden öperim. Kendisine hakkının zayi olmayacağını bildiriniz” dedi. Teşekkür edip yanından ayrıldım ama söylediklerine tam olarak inanmamıştım. Bu yüzden saltanat makamına şöyle bir telgraf çektim: Şu an için münhal bulunan Mekke emirliğine, hak sahibi olmam hasebiyle Sultan hazretlerinin lütuflarıyla atanmayı ve babalarımın hakkı olan bu makamdan mahrum bırakılmamayı umuyorum. Telgrafın Sultana ulaşması için üç ayrı adrese gönderdim: Sadaret makamı, Meşihat makamı ve Saray başkatipliği makamı. Telgraf metnini alıp eve getirdim. Babama “Sadrazam ellerinizden öpüyor ve ‘İnşallah hakkınız zayi olmayacak’ diyor” dedim ve ayrıca Sultana ulaşması için yukarıdaki adreslere telgraf çekmeyi uygun bulduğumu söyledim. Telgrafları çektiğim o gece, Saray başkatibinden şöyle bir cevap aldım: “Yarın gurub saatiyle sabah üçte Sultan hazretleri görüşmek üzere babanızı bekliyor.” Ertesi gün kararlaştırılan zamanda rahmetli babam saraya gitti ve Mekke emirliğine atandı. Öğleden sonra geri geldiğinde artık babalarının makamında oturuyordu. İttihat ve Terakki Partisi yöneticileri, bu tayin yüzünden babama kızmışlardı ve bu olay, babamla bütün İttihat ve Terakki hükümetleri arasındaki çekişmenin başlangıcı oldu. Bu çekişme, en sonunda babamın Birinci Dünya Savaşı sırasında gerçekleşen Arap Ayaklanmasının başına geçmesiyle sonuçlandı. İleride bunu tekrar ele alacağım.
·
18 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.