Bunca yıl atalet içinde bir başına yaşayıp, şehrin duvarları ve evleriyle arkadaşlık edecek kadar kendini yalnız hisseden bir adamın, yaşama tutunmak için iyi niyetli tek çaresi zinde bir hayalperestlik olurdu herhalde.Peki, hayalperestliğiyle yeni bir dünya inşa edip burada kendine olağanüstü roller biçen bir adam , günün birinde en az onun kadar yalnızlaşmış bir kadına tıpkı hayallerinde ki gibi platonik şekilde bir aşk beslerse ne olur ?
Kimsesiz bir adamın aniden kapısını çalan âşk denen tutkuya sıkı sıkı sarılmaktan başka bir seçeneği yoktur elbette . Tıpkı sevdiği kadına , saatlerce ve sıkılmadan o süslü hayal dünyasını anlatmaktan başka verebileceği birşeyinin olmaması gibi...
Platonik bir aşkı , yalnızlığa hatta bulutların üstünde gezdiği o hayalperest dünyasına bile tercih eden bir adamın, saf ve temiz duygular beslediği aşkı uğruna yaptığı fedakarlık ve her karşılıksız sevginin beraberinde getirdiği hâyalkırıklıkları ile sonlanan bir hikaye. Doğrusu insan ruhunun derinliklerine dair yine ince mesajlar vermeyi başaran klasik bir Dostoyevski eseri diyebilirim.