"hariç" üzerine biraz görkemli şeyler...
emre ay, "hafızamda görkemli acılar koleksiyonu" diyerek bazı şeylere karşı hariç durduğunu belirtiyor zaten. acısızlığa karşı hariç mesela.
kitapta toplam 41 şiir var. 41 acı ve yaşam yolculuğu, 41 yol ve 41 kapı var. kitap bizi "tavaf" şiiriyle karşılıyor. emre ay neye mi tavaf ediyor? yaşama, kavgaya, acıya, şiire ve daha birçok şeye tavaf ediyor. şu dizeler ipucu olabilir bence;
“kanın görkemli sıkıntısı başlıyor
hummalı kavgalar yorgunu tenime sızdığında
parlıyor gözlerimde usumun lüzumsuz arzusu
adına yaşamak dediğim o inatçı leke” (s. 7)
peki, nedir bu inatçı leke? hem de adına yaşamak dediği inatçı leke? eğer siz bir şeye çok sevdalıysanız ve hassassanız işte o yaşam sizin için bir varoluş lekesi de olabiliyor. üstünüzden kolay kolay çıkmayan bir leke bu. yaşam lekesi. işin içinde acılar ve diğer şeyler olunca doğum lekesi gibi kalıyor insanın üzerinde. kısacası emre'nin kavgası yaşamın inatçı lekesiyledir.
emre ay şiirdeki karakterini bir yolculuğa sürüklüyor. bir kahramanın sonsuz yolculuğu. varoluş sürecine girişmek için bir başlangıç tetiklemesi arıyor sanki. emre çok kibar ve ince birisi ama içinde sürekli kavgalar dönüyor. varoluş kavgası! hem o kadar ince detaylarla hem de sert çizgilerle büyüyen bir kavga bu!
“bir kavganın anlaşılmayan yanı gibi
belki de anlatılamamış yeri gibi kaldım burada
ama ben göç etmekle meşgulüm
durmadan bir derin gürültü gibi çağırır beni gitmek
bana şimdi
kavgamın parıltısını büyütebileceğim bir yol
ve harlı bir yolculuk gerek” (s. 8)
tabiat ve sisteme de kafa tutuyor. resmen sözcüklerle kavga ediyor.
"kanı avucuna dökülen öğrenci
geçebilir mi coğrafya dersinden" (s. 10) dizeleri bunun apaçık bir kanıtı. bu kavga salt duygusallıkta bir varoluş kavgası değil. toplumsal kaygıları da içinde barındıran bir yapı.
emre bütün kötülüklerin karşısında aşkla duruyor. aşk için her şeyi yapabileceğini söylüyor.
“ve yeterdi bir aşka
sade bunun için çocukluğu yakmak.” (s. 11)
bu dizeleri ilk başta okuyup geçeceksiniz. etkilenmiş bir şekilde ama sonraki şiir olan "ölgün"de ise o dizelerin açılımını göreceksiniz. psikolojik, sosyolojik ve aile yapısı kritiği detaylarını göreceksiniz.
"çünkü çıkaramıyorum kendimi kendime seslenirken
babamdan ölçüyorum ağrımın bğyüklüğünü
sokak sokak büyüyor salonlar
bunu benden önce keşfetmişti annem
kaburgasında çiçeklendirdiği dağ
yanardağmış meğer"(s.12)
işte bu dizeler emre'nin neden yaşama ve varoluşa karşı kavgalı olduğunu gösteriyor. emre karşılaştığı bu kabalıklara karşı durup hep ince ve kibar olmayı yeğliyor. çünkü zamanında çok acı çekti bundan. çocukluğunu yaşayamamak ne büyük bir yaşam lekesidir oysa.
zamanı olmayan şeylerin çıkıp gelip bizi bulmasını şu dizeyle özetliyor; "ayrılık vakitsiz çekilmiş bir silah gibi"(s.14)...
çok kırılmış insanlar hep susar ve gülümser. kibar olurlar. çünkü
"her şeyin sesi kırık kuşların hariç
ve her şeyin sesi kısık
insan kırılmalarından başka"... (s.16)
insan bu. kırılıyor nihayetinde. bazen çok savunmasız kalıyor. bazen bir sözcük bile yeter. tıpkı emre'nin dediği gibi:
"sözlerle etime işlediğiniz sancılardan/ kalbim düşmelerin heveslisi oldu birden"(s.19)...
"bilekleirmde kırmızı dalgalar birikmiyor ama
bıcağım da susmayı bir türlü öğrenemiyor"(s.21) dizeleri sonuçlanmayan yara heveslisi bir bıçağın gürültüsünü dile getiriyor. susmayan bir bıçak ve oluşmayan kırmızı dalgalar. ne yoğun ve kalabalık bir yaşam acısı!
"ölüm var diye hayatın beyaz perdesinde
olmaktan korktum seninle aynı karede"(s.21) dizeleri emre'nin âşık olduğunu ve bu aşk sayesinde ikinci defa doğduğunu ama ölümden dolayı yan yana gelmekten korktuğunu gösteriyor. çünkü kimi çok sevse ve yanında olsa ölüm onu koparıp alıyor.
psikolojik, sosyopsikolojik ve coğrafî bir yaşam sorgulaması çevresinde kendini bilemeye çalışan ama bir türlü neye karar vereceğini ve çıkış yolu bulamadığını söyleyen emre şu dizelerle selam gönderiyor;
"kalktım adım adım hayatımı dolaştım
bir daha gelemedim kendime."(s.28)
insan sığındığı şeyden kaçar mı ya da kaçtığı şeye sığınır mı?
"sığındığım yalnızlık kaçma sebebimdi"(s.31)
insan fırsatı varken bir şeyler yapmalı. fırsat varken henüz.
"ayaklar sağlamken yakışmıyordu oturmak
hak etmiyorum bunu dediğimdi
yaşamak" (s.40)
"kaybettikçe kendi ayak izini ve sesini
çıkardığı dişle dikti kendini"(s.42) bu dizeler bir kavganın manifestosu gibi.
bu ülkede çok çocuk öldü ve kimse duymadı.
"sesli olur çocukların ölümü
bir tek çocuklar duymaz" (s.47)
emre ay çocukluğun psikolojik süreçlerini ifşa etmekten kaçınamıyor.
"bir çocuğun incinmiş kalbi
bu dünyanın en ince yeri."
ne kadar da hassas! ne kadar da yaralı! ne kadar da...
"üzerime yapışan bu ölüm duygusu
yaşamakla atılmıyor gövdeden." (s.64(
"madem bir adım var söyle
madem bir elin var uzat
epeydir kandan başka bir şey duymadım
kurşundan başka bir şey tutmadım etimde
uzaklar ve ölüm dediğin
ütülü durmuyor kimsede."
işte bu dizeler....
emre ay kırılmışlıklar, ölüm, acı ve taş sözcükleri üzerinde çok durmuş. yaşamın inatçı lekesi bu işte. bireysel ve toplumsal iç acılara değinmiştir. acısızlık hariç!