Merhaba Necip bey. İadei ziyaretinizden dolayı teşekkür ederek başlayayım. Farklı görüşlere, eleştirilere her zaman açığım, kendimi böyle durumlarda doğal hissediyorum. Hatta övgülerden, pohpohlamalardan daha rahat bir konumdur benim için böylesi. Çünkü asıl o zaman şaşırıyor, ne diyeceğimi pek bilemiyorum. Semih beyin yorumuna karşılık 'Güzel takdir sözleriniz için teşekkür ederim' demişim mesela. Sanki çirkin takdir sözleri de olabilirmiş gibi.
Meseleyi kendi adınıza gündemden kaldırma kararınızı bozmuşsunuz görüyorum ki. Bu kararınıza sizin adınıza üzüldüm(biraz kafanızı dinleyip, rahatlasanız iyi olurdu), kendi adıma sevindim(kasıtlı olarak yalın tuttuğum ve bir çok yönünü değerlendirmediğim meselede kendimi daha açık ifade etmeme imkan tanıdığınız için).
Bir kaç gündür ailemden, kız arkadaşımdan çok sizinle konuştum, bundan dolayı da biraz sitem yedim. Size bir yorum yazmazsam gözüme uyku girmiyor. :) Baştan telefon numaranızı verseydiniz (böyle bir şey talep etmediğim- es kaza birisi bu yorumu okursa diye- kamuya önemle duyrulur), beni bir hayli zahmetten kurtarmış olurdunuz. Nihayetinde yorumlarımı sadece siz okuyorsunuz zaten, öylesi daha kolay olurdu benim için. :) Ama güzel tartışma ortamının hatrına, şikayet etmemeliyim sanırım.
Ahh... Nereden başlamalı. Konuşmalarımızdan birbirimizin genel bakış açısını ve pozisyonunu yeterince anladığımızı düşünüyorum. Bu nedenle bütünlüklü bir yazıdan çok, parça parça cevaplamaya çalışacağım değerlendirmelerinizi. Diğer türlüsünün zahmeti gözümü korkutuyor dürüst olmak gerekirse. :)
Öncelikle kaanın tavsiyesiyle başlayalım. Her ne kadar başkası adına konuşmaktan hiç hazzetmesem de zannediyorum ki söylediği şey yazının mahiyetiyle alakalı ve okunmasına hususi bir durum, hayatımızın geneline, davranışlarımızın kökenine yönelik bir kılavuz değil. Başlıktan da anlaşılabileceği üzere, olabildiğince nesnel, genelgeçer bir şekilde insanların haklarının ve özgürlüklerinin sınırlarını, kapsamlarını belirlemeyi hedefledim yazımda. Bu nedenle de üzerine konuştuğumuz olayın arızı yönleriyle, tarafların davranışlarıyla ilgili hiçbir yargılamada, tespitte, tavsiyede, doğru yanlış değerlendirmesinde bulunmamaya çalıştım. Yani yazı, bir nevi hukuk denemesi olarak ele alınabilir ve böyle metinlerin doğaları gereği, duygusallık bir kenara bırakılarak yazılması, okunması ve değerlendirilmesi gerekir. Kaanın tavsiyesi bu prensiple ilgilidir. Ayrıca yazının neden böyle okunması gerektiği için bir başka gerek nedense, toplum olarak bu konuda fazlasıyla doğru bilinen yanlışlara sahip olmamız ve bu yanlışların trajik sonuçlara yol açıyor olması. Dolayısıyla yorumunuzun ileriki kısmında yaptığınız 'duygulardan tamamen arındırılmış' tespitinizi eleştiri değil, övgü olarak alıyorum izninizle.
Tabii ki hiçbirimiz sadece düşünceden oluşmuyoruz. Hepimiz kararlarımızın veya tepkilerimizin kişiye göre değişen bir kısmını duygularımıza dayanarak ya da en azından onlardan da etkilenerek alıyoruz. Yazının ana amacından ve kapsamından bağımsız olarak, benim hayata bakış açım -denemeden de üstü örtülü şekilde çıkarımlanabilir-, bir hadiseyle karşılaştığımızda önce olabildiğince soğukkanlı bir şekilde meseleyi anlamaya çalışalım, sonrasında duygusal ya da başka her ne şekilde diliyorsak tepkimizi gösterelim. Bu demek değildir ki hayatımızdan duyguları tamamen ve kalıcı olarak çıkarıp atalım, robot gibi yaşayalım. Bunu kronik psikopatlardan başkası başaramaz zaten tahmin ediyorum ki. Hem başarabilecek olsak bile, bunu istememiz gerektiğinden, yaşamın o haliyle yaşamaya değer olduğundan ciddi derecede şüpheliyim. Neden böyle düşündüğüme gelecek olursak, doğru önermelerle verilen yargıların kişiyi doğru ya da en azından orantılı sonuçlara, eylemlere götürmeye meyilli olduğu kanaatindeyim. Sizin örneğinizden yola çıkacak olursak, sevgilisi tarafından terkedilen kişi eğer karşıdaki insanın tercih özgürlüğünün ve doğal haklarının varlığını teslim ederse, yine üzülür ama ilgili şahsın özgür tercihlerini taciz eden yönelimlerden geri durur. Aksi takdirde sadece kendi hak ve duygularından hareketle eylemde bulunan kişiler, günaşırı kadın cinayetlerinde gördüğümüz gibi, diğerinin yaşamına kastetmeye varan eylemlerde bulunmaya daha fazla meyilli olur. Diyebilirsiniz ki belki ben acımı sonuna kadar yaşamak istiyorum, hatta biraz Dostoyevsken bir insanım, acılarımdan zevk alıyorum, kimseye de bir şey yapmak gibi bir niyetim yok. Rasyonalizasyonlarınızı alın ve beni duygularımla başbaşa bırakın. Bu da gayet anlaşılabilir, saygı duyulması gereken bir tavırdır ve herkesin onun gibi olabilmesi dilenerek kişi rahat bırakılabilir. Bu duruma daha uygun bir örneği konumuz teşkil ediyor, ona dönecek olursak, o kişisel hakaret ve tehditleri savuran kesim, karşı tarafın ifade özgürlüğü hakkını teslim etseydi eminim ki bir çoğu bu tür tavırlardan sakınırdı. Ayrıca böyle olaylardaki duygusallığın pek az yapıcı ve olumlu, pek çok da olumsuz ve trajik sonucu olduğunu geçmiş tecrübelerimizden hepimiz çok iyi biliyoruz. Benim insan hakları teorilerimi ve olaylara bakış perspektifimi paylaşan hiçbir dindarın madımak olayına karışabileceğine ihtimal vermiyorum kanaati acizanemce. Tercih edilir ya da edilmez fakat hayata böyle bir bakış açısının avantajı budur.
Gelelim değerlendirmenizin ana eksenine. İdealizasyonlar ve gerçek hayat. Öncelikle gerçek hayat tabirinizle ne anlatmak istediğinizden emin değilim. Aile çevreniz mi, eş dost arkadaş çevreniz mi, yoksa iş ortamınızı da kapsayan daha geniş bir çevre mi? Bana bunların hiçbirisi gerçek hayat için yeterli bir kapsam gibi gelmiyor açıkçası. Bana göre hayatımıza bir şekilde değen her şey, gerçek hayatın bir parçasıdır. Yani sokakta yanyana yürüdüğünüz tanımadığınız bir kimse de, dünyanın diğer ucundaki bir olay veya hayatına televizyondan, internetten tanık olduğunuz bir yabancı da, şu an karşılıklı konuştuğumuz platform da, Galeano ve kitabı da gerçek hayatın içine dahildir. Bu nedenle Galeano ve kitabına uygulanabilen bir prensip, gerçek hayata uygulanabiliyor demektir. Çünkü hayata benmerkezli bakmadığımız zaman, bu problemin bizim için olduğu kadar Galeano için de geçerli olduğunu farkederiz.
Sizin deyiminizle bu idealize edilmiş düşünceleri anayasasında koruma altına almış ve gerçek hayata da halihazırda uygulayan bir dolu ülke vardır. Gözlemlediğimiz kadarıyla da bu konularda bizden çok daha az probleme sahip ve daha barışçı bir ortamda yaşıyor görünüyorlar. Mevzubahis ülkelere bakarak uygulanabilirlik problemi hakkında ne düşünmemiz gerekiyor? Oralarda yaşayanlar duygusuz yaratıklar mıdır?
Ayrıca neden tatbiki için tek yapmamız gereken şeyin, insanların özgürlük alanlarına müdahale etmemek ve onları eylemleriyle başbaşa bırakmak gibi gayet basit bir tutum olan bir düşünce gerçek hayata uygulanamaz olsun. Bunun önündeki aşılmaz engel nedir?
Bütün bu olgulardan ve argümanlardan bağımsız olarak da ileri sürdüğünüz savı onaylamam, kendime saygım ve varoluşuma inancım nedenleriyle, asla mümkün olamaz. Çünkü ben bu düşünceleri bizzat kendi hayatıma uygulayabiliyorum. Benim de bir insan ve gerçek hayatın parçası olduğum kabul edilmek durumundaysa ve bir genel yargının çürütülmesi için bir karşıt örneğin yeterli olduğu mantık ilkesi hala geçerliyse, bu düşünce gerçek hayata uygulanabiliyor demektir.
Diyelim ki siz haklısınız, bunlar idealize edilmiş düşüncelerdir ve hayata uygulanabilirlikleri de yoktur. Peki bu durumda yapmamız gereken şey onları ima ettiğiniz şekilde toptan çöpe atmak mıdır? Yoksa güç bela ele geçirdiğimiz bu ideallere, tamamıyla uyarlayamıyorsak da, hayatımızı mümkün mertebe yakınlaştırmak mıdır? Kanaatimce ideallerin fonksiyonu budur zaten. Onlara ulaşmak belki asla mümkün değildir fakat ne kadar yakınlarına varabilirsek o kadar ilerlemiş oluruz sahalarında.
--------------------------------------
Alıntının sahası ve motivasyonlarıyla alakalı düşüncelerimi birden fazla defa ifade etmiştim size. Tekrarlarla canınızı sıkmamak ve laf kalabalığından sakınmak için, küçük bir iki ekleme yaparak, kısaca ve kabaca belirtip geçeceğim bunları. Eylemin arkasında duygusal sebepler olabilir doğallıkla. Hatta olması kuvvetle muhtemeldir de. Zaten böyle bir varsayımı daha ilk yorumumda ben de yapmıştım. Bana göre alıntının paylaşımını insani kılan en önemli faktör de böyle bir ihtimalin varlığıdır. O alıntıyı yapan hanımefendi o gün kısa şort giydiği için kötü bakışlara maruz kalmıştır veya erkek arkadaşıyla gezdiği için hakaret işitmiştir, akşam evine geldiğinde de karşısına çıkan bu cümleyi kızgınlığının etkisiyle paylaşmıştır. Başından beri anlatmaya çalıştığım şey de gelip buraya dayanmakta bir bakıma. Doğru veya yanlış, ahlaki veya değil, vicdanen onaylarız veya onaylamayız, provokatif buluruz yahut bulmayız, üzülürüz, kızarız veya seviniriz, bunlar şahsi yargılardır ve üzerlerinde konuşup tartışmak bizi pek fazla uzağa götürmez. Yapmamız gereken şey, anlaşmamızın mümkün olmadığı subjektif değer yargılarıyla vakit kaybetmek değil, kişilerin eylemlerinin özgürlük sınırlarını aşıp aşmadığını belirlemek ve ona göre tavır almaktır. En başından beri ifade etmeye çabaladığım husus budur. Yazımın arkasında durmam gerekirse de bu eylem, sizin yazınızın alanına girip girmemesinden bağımsız olarak, benim yazımın alanına her zaman girer.
-------------------------------
Semih beyle konuşmanızı okumadım. İletinin altına bir hanımefendi ben, başkalarının inançlarına hakaret etmeyi vicdanıma yediremiyorum, onların da aynını yapması gerekmez mi minvalinde sonradan sildiği bir yorum yapmıştı. O yorumdan ve başka gözlemlerimden hareketle yazmıştım o ifadeyi. Sözlerim kişisel arkadaşlıklarla alakalı değil, genel toplumsal ilişkiler hakkındaydı. Bir arkadaşınızdan, arkadaşlığınızın doğasıyla da göreceli olmakla birlikte, böyle bir beklentide olmanız tabii ki hakkınızdır ama bu beklenti genele yayılamaz, yayılsa da gerçekçi olmaz.
"Kişisel görüşümüz ne olursa olsun, inanç ya da inançsızlık konusunda herhangi bir provokatif paylaşıma prim vermemek ve bunu karşı mahalledeki dostlarımızdan da beklemek çok insani ve hayatın içinde bir beklenti değil mi?
Bu kadar insancıl bir ilişkiyi sizin tabirinizle 'yersiz bir beklenti' olarak değerlendirmek bana hem gerçekçilikten uzak hem de çok negatif geliyor."
Bu mevzu, başlı başına bir tartışmayı hakedecek kadar derin bağlaşımlara sahip. Açıkçası bu konuya girersem bir kaç sayfa daha yazmadan konunun içerisinden çıkamayabileceğimi düşünüyorum. Daha fazla uzatıp, sizi de kendimi de yormak istemem. Bu noktaya bir şerh koyup, başka bir zaman tartışmak üzere rafa kaldırmayı tercih ederim kabul ederseniz.
----------------------------------
Aslında tartışmanın ve fikir alışverişinin temel ekseni sizin yazınızdı. Benim yazım da dolaylı da olsa sizinkinden türedi. Bundan ötürü asıl benim size teşekkür etmem gerekir. Zaman ne getirir, insanlar neye yönelirler, hangi sonuçları verimli olarak değerlendirmek gerekir bilemem tabi ama daha özgür ve birbirimizin haklarına saygı duyduğumuz bir dünyaya uyanmamız, kişisel dileğimdir.
Son söz olarak, işlerimin yoğunluğundan dolayı geç ve kısa zamanda yazmak zorunda kaldım yorumumu. Hatalar, eksikler ve özensizlikler olacaktır. Bunlardan dolayı kusura bakmamanızı rica ederim.
Rica ve teşekkür ederim. Saygılar.