Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Algılarımız ve İlkelerimiz
Hepimiz hayatı, olayları, nesneleri oldukları gibi, nesnel olarak algıladığımızı düşünürüz. Oysa durum hiç de düşündüğümüz gibi değildir. Aslında biz dünyayı olduğu gibi değil, olduğumuz gibi ya da nasıl görmeye koşullanmışsak öylece görürüz. Olayları, kişileri ve dünyayı nasıl algılayacağımız ise kendi tecrübelerimize, o anki durumumuza, ihtiyaçlarımıza, düşünce yapımıza v.b. bağlıdır. Örneğin başkaları bizimle aynı fikirde olmadığı zaman hemen onlarda bir problem olduğunu düşünmeye eğilimliyizdir. Ta ki, onların bakış açılarını yakalayana kadar, onların içinde bulunduğu durumu anlayana kadar: “Bir pazar sabahı metroyla Kızılay’a indiğinizi düşünün. Ortam çok sakin, insanlar gazetelerini, kitaplarını okuyor; kimileri kendi arasında sohbet ediyor; kimisi gözlerini kapatmış, belki uyuyor. Derken, yanında beş ve yedi yaşındaki iki çocuğu ile bir baba biniyor. Çocuklar o kadar yaramaz ve gürültücü ki, ortamın bütün havası değişiyor. Dinginlik ve huzurun yerini, sinir ve gerginlik alıyor. Baba son derece umursamaz bir havada, sanki başka bir dünyada. Onun bu umursamazlığı iyiden iyiye sinirleri geriyor. Sonunda, ‘Beyefendi, çocuklarınız insanları rahatsız ediyor, onlarla ilgilenemez misiniz?’ diyen kişiye doğru yavaşça dönen adam, durumu henüz fark ediyormuş gibi, ‘Evet, haklısınız bir şeyler yapsam iyi olacak. Hastaneden geliyoruz. Anneleri birkaç saat önce öldü. Ne düşüneceğimi bilmiyorum; çocuklar da bu duruma nasıl katlanacaklarını bilmiyorlar.’ dedi.” (*) (Aynı olaya bakışımızın, olayla ilgili algımızın sadece birkaç dakika içerisinde tamamen zıt yönlerde değişebildiğine güzel bir örnek. Olayı S. Covey ‘Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı’nda (Varlık Yayınları – 1996) anlatıyor. Evet arkadaşlar, böyle bir durumda hala o çocuklara, çocuklarına sesini çıkarmayan o adama kızabilir misiniz? Öfkenizi bastırmak için zorlanmaya devam mı edersiniz? Yoksa öfkenin yerini acı, acıma, merhamet gibi duygular mı alır? ‘Olaylarla ilgili algılarımız hiç de nesnel değildir.’ demiştik. Bu olayda olduğu gibi bazen o anlık bir eksik bilgi yüzünden olayları yanlış algılarız. Ama bazen algımızda, düşüncelerimizde bizi yanıltan şey daha köklüdür; daha derin bir hatadır. Covey’in T. Kuhn’dan ödünç alarak kullandığı bir kavram var: Paradigma. Yani yaşamı, olayları, insanları, kısaca dünyayı nasıl algılayacağımızı belirleyen bir çeşit dünya görüşü. Hatta bir çeşit yaşam haritası. Hepimiz haritaların dağlar, akarsular, göller, şehirler ve ovalarla aynı şey olmadığını biliyoruz. Bunun gibi, paradigmalarımız da yaşamın kendisi değildir. Ama paradigmalarımız yaşama şu ya da bu ölçüde uygundur veya aykırıdır. Elimize aldığımız farklı bir bölgenin haritasıyla, kendi coğrafyamızda yolumuzu nasıl bulamazsak; yanlış, hatalarla dolu bir paradigmayla da yaşamda etkili ve mutlu bir insan olamayız. Dolayısıyla paradigmalarımızın ne ölçüde doğru olduğu, ne ölçüde doğru ilkelere dayandığı hayati derece de önemlidir. ‘Hocam yeter bu kadar felsefe!’ diyenlere inat devam edeceğiz, ama önce yine Covey’den bir alıntı: Eğitim filosuna ait bir savaş gemisi bir kaç gündür kötü hava koşullarında manevra yapıyordu. Yer yer sis vardı ve görüş alanı dardı. Komutan da köprüdeydi ve bütün manevraları bizzat kendisi izliyordu. Karanlık bastırdıktan kısa süre sonra iskele tarafındaki nöbetçi haber verdi: ‘Işık, sancak tarafında.’ Komutan sordu: ‘Dümdüz mü ilerliyor, yoksa kıça doğru mu?’ Nöbetçi: ‘Dümdüz ilerliyor, Komutanım.’ diye cevap verdi. Bu, o gemiyle tehlikeli bir çarpışma rotasında olunduğu anlamına geliyordu. Komutan telsizciye emir verdi: ‘Gemiye mesaj gönder: Çarpışma rotasındayız, rotanızı 20 derece değiştirmeniz önerilir.’ Karşıdan şu cevap geldi: ‘Rotanızı 20 derece değiştirmeniz önerilir.’ Komutan kızmıştı, ikinci mesaj:’Ben komutanım, rotanızı 20 derece değiştirin.’ Karşıdaki:’Ben deniz onbaşıyım, rotanızı 20 derece değiştirseniz iyi olur.’ Komutan bu defa iyice öfkelendi: ‘Ben bir savaş gemisiyim, rotanızı 20 derece değiştirin!’ Karşıdaki ışıklarla işaret verdi: ‘Ben bir deniz feneriyim, rotanızı değiştirin.’ Savaş gemisi rotasını değiştirdi! Evet arkadaşlar, bizler de sisler içerisinde ilerleyen (kendi yaşamlarımızın) birer kaptan(ı) değil miyiz? Algılarımızı, düşünce ve dolayısıyla eylemlerimizi belirleyen haritalarımız, paradigmalarımız var. Bu haritaların ne derece doğru olduğu, yaşamı ve olayları bize ne kadar doğru, olduğu gibi gösterdiği de, dayandığı ilkelere bağlı. İlkeler ise deniz fenerleri gibi bizim yolumuzu aydınlatıyor, yaşamda sert kayalara çarpmamızı, derin uçurumlara uçmamızı engelliyor. İlkeler diyoruz, paradigmaları, haritaları oluşturan bizi yanılmaktan kurtaran … Nedir bu ilkeler? Aslında öyle gizemli, mucizevi veya bilinmedik şeyler değil. Hep karşımıza çıkan, bugüne kadar defalarca büyüklerinizin öğüt diye söylediği şeyler. Örneğin, ‘Ne ekersen, onu biçersin.’ Örneğin, ‘Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.’ Örneğin, ‘En hayırlınız, insanlara en çok faydalı olanınızdır.’ Örneğin, …. Ee hocam bunlar atasözleri ve özlü sözler… dediniz mi? Ama başka ne bekliyordunuz ki! İşte bunlar ve benzerleri insanoğlunun yüzlerce, binlerce yıldır daima dönüp yeniden keşfettiği hakikatler değil midir? Ve hakikat olan emek, yaptığın işte samimi olma, dürüstlük, katkı, barış, kardeşlik, paylaşım gibi değerler değil midir? Bizi (her ne yapıyor olursak olalım, mesleğimiz, statümüz her ne olursa olsun), yaşamda başarıya ve huzura ulaştıracak olan da, bu ilke ve değerler değil midir? Alıntı
··
96 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.