Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

516 syf.
·
Puan vermedi
·
6 günde okudu
Bir haftadır beni göğe çıkartıp yere atan ve sonrasında askıda bırakan bir kitaptı Masumiyet Müzesi. Okuduğum en iyi aşk romanı olabilir, tabii eksik gördüğüm yönleri de tamam olsa ne ala. “Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum.” cümlesiyle başlayan ve “Herkes bilsin, çok güzel bir hayat yaşadım.” ile biten kitabın bu iki cümle arasında kalan sayfalarında sizin de benim gibi yeri gelecek göğe çıkacak, yere düşecek ve askıda kalacağınız çok anın olacağını düşünüyorum. Ve kitabı her gördüğünüz yerde kitabı okurkenki duygularınızın hep diri olduğunu fark edeceksiniz. Romanın konusu temelde şöyle: İstanbul sosyetesinin önemli ailelerinden bir tanesinin oğlu olan, eğitimini yurtdışında tamamlaşmış, kendisini çok iyi yetiştirmiş ve 70’li yıllarda babasının fabrikasının genel müdürü olmuş Kemal Basmacı’nın yine kendilerinin uzaktan akrabaları olan genç ve çok güzel olan ancak kendi camialarından olmayan, babası emekli öğretmen annesi terzi, kendisi de bir butikte tezgahtar olarak çalışan Füsun’a karşı duyduğu takıntılı, saplantılı büyük aşkını; Füsun için neler yaptığını veya Füsun yüzünden nelerden vazgeçtiğinden bahsediliyor. Ve bunun dışında romanda 70’li yıllardan günümüze doğru geliyor kitap. O yıllarda İstanbul özelinde Türkiye’deki toplumsal, fiziksel ve sosyolojik değişme görülüyor. O dönemin zengin ailelerinin ve çocuklarının neler yaptığını, nerelere gittiklerini, hayatlarını nasıl idame ettirdiklerini ve hayata olan bakış açıları görülüyor. Orhan Pamuk sadece burjuva yaşantısını derinlemesine bir şekilde anlattığı için oldukça olumsuz eleştirilere maruz kalmış. Fakat bence yazarın bu şekilde eleştirilmesi yanlış bir tutum çünkü kendisinin de yaşantısı kitabında sonunda da açıklamaları üzerine aşağı yukarı kitapta bahsettiği burjuva kesiminin yaşantısına denk düşüyormuş. Bence kişinin elbette yaşadığını, gördüğünü ve bildiğini romana aktarması gayet doğal bir durum. Bunun dışında o dönemleri kasıp kavurmuş birçok aileyi de perişan etmiş bankerler olayını, 80 ihtilalini(öncesini ve sonrasını), sokağa çıkma yasaklarını ve bu yasakların halkı nasıl etkilediğini, tek kanalda TRT’yi ve sinemayı, bu sanatsal aktivitelerin halkı nasıl etkilediğini, halk ile olan ilişkilerine de şahit olunuyor. Ayrıca yazar, kadın-erkek ilişkilerine ve özellikle romanın birçok yerinde bahsettiği gibi başlı başına bir bölüm de ayırdığı evlilik öncesi ilişkiyi ve bekareti; o dönemin insanlarının bu konuya Batılılaşma ve modernleşme olarak nasıl baktıklarını(daha doğrusu bakmaya çalıştıklarını) yazar bize akıcı bir üslupla anlatmış. Bunların da dışında belki de kitaba adını vermesine sebep olan “insan-eşya” ilişkisini detaylı bir şekilde irdelemiş yazar. Eşyalara verdiğimiz anlam nedeniyle onlara verdiğimiz değeri bizlere harika bir şekilde anlatmış. Kitabı okuduktan sonra geçmişten bugüne kullandığınız eşyalara farklı bir bakış açısıyla yaklaşıyorsunuz. Son olarak Orhan Pamuk’un okuduğum ilk kitabıydı ve kitabı okuduktan sonra kendisinin ününü gayet hak eden bir yazar olduğuna kanaat getirdim. Bunun dışında bir erkeğin bir kadına karşı duyduğu kasvetli, buhranlı, takıntılı aşkını da müthiş bir şekilde yazmış. Kitabı okurken “aşk” olgusuna dair net tanımlamalarım olup, aşk olgusunu insanların hoşlantı ile karıştırdıklarını ve aşkın var olmadığını savunurdum fakat bu kitap aşk temasını o kadar güzel işlemiş ki ve aşk ile ilgili öyle tartışmalara yer açmış ki kitabın bazı bölümlerinde kitabı kapatıp aşk olgusu ile ilgili kendimi sorgulamalara ittim. Ayrıca bahsettiğim Kemal’in saplantılı ve buhranlı aşkını okurken siz de onunla birlikte aynı ruh haline bürünüyorsunuz. Kemal’e yeri geliyor kızıyorsunuz, acıyorsunuz, nefret ediyorsunuz, seviyorsunuz, anlamaya çalışıyorsunuz, bazen anladığınızı sanıyorsunuz bazen de gerçekten anlıyorsunuz. Ama en sonlarına doğru kitapta sadece Kemal’in duygularını okuduğunuz için bir raddeye geliyor ve sıkılıyorsunuz, yeter artık ne olacaksa olsun diyorsunuz. Fakat aynı zamanda da acaba sonrasında ne oldu merakıyla kitabı elinizden bırakamıyorsunuz. Bazı filmler vardır; kasvetlidir, karanlıktır ama bir türlü başından kalkamazsınız. Çünkü senaryosu ve oyunculuğu çok iyidir. İşte bu kitapta o filmlerden:)) Kitapta eksik olarak gördüğüm noktayı da şöyle belirtmek istiyorum; kitap hep bize Kemal’in gözünden bu olayları anlatıyor. Füsun ne hissetmiş, ne duymuş, ne görmüş, olaylara nasıl bakmış, neden o tepkileri vermiş onları bilemiyoruz. Keşke Füsun’un açısından da bir bakış kitapta yer edinmiş olsaydı. Kemal’in bu kadar saplantılı bir aşk yaşamasını kendime yediremedim. Çünkü onun aşkı biraz zorlamaydı benim için. Kemal’in yerinde olsaydım Füsun üzerinde bu kadar üstelemez ve hayatımı yaşardım ama tabii o zaman hissettiğim aşk olmazdı:)) bir insanın dokuz seneye yakın sadece aşık olduğu insanın yakınında bulunmak için aynı eve zor şartlar altında ve hiçbir zorunluluğu yokken gidip gelmesi üstelik aşık olduğu insanla arasında o kadar az iletişimin bulunması… Bence çok yaralayıcı ve kabul edilebilir bir durum değil. Ama en sonunda Kemal’le gurur duyduğumu ve onu tasdik ettiğimi söyleyebilirim. Çünkü kendisi kimseyi dinlemedi ve her ne kadar saplantı raddesinde de olsa duygularının ve aşık olduğu insanın peşinden gitti. Öyle ki her şey bittikten sonra bile hala peşinden gittiği duygularının ve aşkının en büyük simgesi zaten bu Masumiyet Müzesi’dir.:))
Masumiyet Müzesi
Masumiyet MüzesiOrhan Pamuk · Yapı Kredi Yayınları · 202241,4bin okunma
·
13 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.