Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

200 syf.
·
Puan vermedi
İmanın Babasından İmanın Şövalyesine
Belli bir dizge oluşturmadığı için kendisine filozof demek pek doğru olmasa da Soren Kierkegaard, varoluşçuluk felsefesinin kurucularından sayılır. Düşünür, felsefi sistemi içerisinde varoluşçuluk ve fideizmi birleştirip genelde Aydınlanma Çağı’na özelde ise mutlak evrensellik ve nesnelliği merkeze alan Hegelci rasyonalizme karşı bir tutum sergileyerek “akıl eleştirisi” yapar. İman-akıl ilişkisinde imana mutlak bir rol biçen Soren ayrıca evrensel ahlakın karşısına, temelini inanç ve hakikat anlayışının oluşturduğu bir öznel ahlak yargısı çıkarır. Ona göre kişinin iman yoluyla Tanrı ile kurduğu ilişki, söz konusu kişiyi Tanrısal coşkuyla kutsamakta ve bu kutsiyet kişiye daha yüce bir amaç için evrensel ahlakı askıya alma yetisi bahşetmektedir. Çünkü öznel olan evrensel olandan üstündür, üstün olmalıdır. Bu sebeple Tanrısal coşkuyla kutsanmış öznel bir ilişki, evrensel ahlaki ilkeleri aşıp tikel olanın üstünlüğüne varır. Pek tabi Soren’in bu fideist ahlak anlayışı, günümüzde dahi süren birçok tartışmayı beraberinde getirmiştir ama konudan sapmamak adına bu tartışmalara değinmeyeceğim. Kısaca bu şekilde açıklayabileceğim felsefi anlayışının net olarak görülebildiği en önemli eseri ise Korku ve Titreme. Soren bu kitabı, İbrahim peygamberin oğlu İshak’ı kurban etme hikayesi üzerinden iman ve akıl arasındaki ilişkiye eleştiri getirmek ve Aydınlanma Çağı’nın mutlak akla güveninin inanç ve dini kapsayamadığını göstermek amacıyla ele almıştır. Kitaba konu olan bilindik dini hikaye şöyledir: İbrahim uzun süre çocuğu olması için Tanrı’ya yalvarır ancak eşi Sara’dan bir çocuğu olmaz. (cariyesi Hacer’den olma İsmail dışında) İkili bilimsel açıdan mümkün olmayacak yaşlara geldiklerinde ise Tanrı İbrahim’in duasını kabul eder ve İshak adında bir oğulları olur. İshak büyüdükten sonra Tanrı İbrahim’den İshak’ı kurban etmesini ister ve bu emir üzerine İbrahim, İshak’ı Moriya Dağı’na götürür. İbrahim tam da elindeki bıçağı İshak’ın boynuna dayamışken gökten bir koç düşer ve oğlu yerine bu koçu kurban etmesi istenir. Böylece İshak kurban edilmekten kurtulur. (Tekvin 15-22) Burada önemli olduğunu düşündüğüm bir konuya değinmek istiyorum. Şöyle ki; müjdelenen ve kurban edilmesi istenilen çocuğun kim olduğu konusunda bir fikir birliği mevcut değil. Yahudiler ve Hristiyanlar, kurban edilmesi istenen çocuğun İshak olduğunu savunurken Müslümanların büyük bir kısmı söz konusu oğlu İsmail olarak kabul ediyor. (Ancak Taberi, ilgili eserlerinde her iki yöndeki rivayetleri aktardıktan sonra, müjdelenen ve kurban edilmek istenenin İshak olduğunu söyler. İbn Atıyye de Ashaptan Abbas ve oğlu Abdullah ile Hz. Ali, Abdullah bin Mesud, Ka‘b el-Ahbar ve Ubeyd bin Amr’ın isimlerini vererek, alimlerin çoğuna göre müjdelenen ve kurban edilmek istenen çocuğun İshak olduğunu ama “İsmail’dir” diyen “bir fırka”nın da bulunduğunu belirtir.) Bu karışıklığın sebebi olarak şunu görüyorum: Tevrat’ta, söz konusu oğlun İshak olduğu birçok yerde açıkça belirtilirken Kuran’da olayın benzer bir anlatımı olmasına rağmen kurban edilmek istenen oğlun adı geçmiyor. • Çocuk, babasıyla beraber iş güç tutacak yaşa gelince babası ona, "Yavrucuğum" dedi, "Rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm; düşün bakalım sen bu işe ne diyeceksin?" Dedi ki: "Babacığım! Sana buyurulanı yap; inşallah beni sabredenlerden biri olarak bulacaksın." (Saffat 102) Kuran’da, Saffat 102’de olduğu gibi çoğu yerde yalnızca “çocuk” veya “oğul” ifadesi yer alıyor. Dolayısıyla Müslüman çoğunluğun, söz konusu oğlun İsmail oluşunda diretmeleri Kuran’daki ilgili ayetlerden yapılan çıkarımlara, birtakım hadislere ve Muhammed peygamberin İsmail’in soyundan gelmesi inancına bağlı olarak “müjdelenen, vadedilen” oğul sıfatlarını ona yakıştırmaya, ona ait kılmaya çalışmasından kaynaklanıyor diye düşünüyorum. • Tanrı, “Karın Saray’a gelince, ona artık Saray demeyeceksin” dedi, “Bundan böyle onun adı Sara olacak. Onu kutsayacak, ondan sana bir oğul vereceğim. Onu kutsayacağım, ulusların anası olacak. Halkların kralları onun soyundan çıkacak.” İbrahim yüzüstü yere kapandı ve güldü. İçinden, “Yüz yaşında bir adam çocuk sahibi olabilir mi?” dedi, “Doksan yaşındaki Sara doğurabilir mi?” Sonra Tanrı’ya, “Keşke İsmail’i mirasçım kabul etseydin!” dedi. Tanrı, “Hayır. Ama karın Sara sana bir oğul doğuracak, adını İshak koyacaksın” dedi, “Onunla ve soyuyla antlaşmamı sonsuza dek sürdüreceğim. İsmail’e gelince, seni işittim. Onu kutsayacak, verimli kılacak, soyunu alabildiğine çoğaltacağım. On iki beyin babası olacak. Soyunu büyük bir ulus yapacağım. Ancak antlaşmamı gelecek yıl bu zaman Sara’nın doğuracağı oğlun İshak’la sürdüreceğim.” (Tekvin 17:15-21) Tevrat’ta bu kadar kesin ifadelerle anlatımı sağlanmış bir konunun, Kuran’da böyle bir belirsizlik içermesi ciddi bir sorun bana göre. Hele ki bütün semavi din inananlarınca erişilmesi imkansız bir mertebeye layık görülmüş birinin hikayesindeyse bu belirsizlik. Konu üzerine bir bilginiz/yorumunuz varsa paylaşın lütfen. Ben yazara sadık kalıp müjdelenen oğlu İshak olarak kabul edecek ve incelemeyi ona göre yapacağım. Soren’in mevcut hikayeyi ele alırken üzerinde durduğu esas konu İbrahim’in İshak’ı kurban etme girişiminin başarılı olup olmaması değil; hem İbrahim’in hem de İshak’ın Tanrı’nın bu emrini koşulsuz bir teslimiyetle yerine getirmesidir. Çünkü İbrahim, Tanrı’nın kendisine müjdelediği biricik oğlunu efendisinin yoluna kurban etmekten çekinmediğini göstermek suretiyle imanını ispatlamıştır. Bu nedenle sonuç odaklı bakmamamız gerektiğini, İbrahim’in girişimine hazırlık sürecinin fiilin kendisinden daha önemli olduğunu söyler Soren. Pek tabi Tanrı’nın bu emrinin oldukça ağır olduğunu kendisi de bilir ancak onun felsefesine göre bir insan yalnızca Tanrı’nın emirlerine uyarak hayatını anlamlandırabilir, hayatının değerini Tanrı’nın verdiği emirlere boyun eğmekle ölçebilir. Aksi halde insan, Hegelci anlayışın kaba rasyonalizmi altında ezilir. Soren’in iman-akıl ilişkisinde imana mutlak bir rol biçtiğini söylemiştim ve bu anlayışın getirisi olarak İbrahim, kurban emrindeki teslimiyetiyle diğer inananlardan daha öteye konumlanmayı başarmıştır. Öyle ki Soren’in “İman Şövalyesi” bugün dahi üç semavi din inananlarınca “İmanın Babası” olarak görülmektedir. Çünkü İbrahim, kendi güçsüzlüğünü fark etmiş ve kurtuluşu Tanrı’nın kollarında bulmuştur. Daha da önemlisi akıl almaz olana iman etmiş, Tanrı’nın emri olması onun için tek ölçüt olmuş ve bu nedenle sorgusuz sualsiz kabul etmiştir söyleneni. Soren’e göre İbrahim’in övülmesi gereken asıl yönü de, onu “evlat katili”nden “iman şövalyesi”ne taşıyan da budur. Akıl almaz olana iman etmesi onu Tanrısal kutsiyete ulaştırmıştır. Kitapta dikkat çekici bir diğer unsur da şu ki; Soren’e göre maddi dünyada adalet yoktur, insanların ortaya attığı kanunların kaba gerçeklikleri anlamsızdır. Çünkü maddi dünyada güneş iyiyi de aydınlatır, günahkârı da. Bu nedenle adaletin ancak ahiret varsa mümkün olduğunu söyler. İbrahim’in eylemini de evrensel olandan ayırmaya çalışarak, idealize ettiği öteki dünya adaletiyle yargılar. Ve neticede Tanrı’nın iradesini ifade ettiği için tikel olan ahlak anlayışının evrensel olanı aştığını belirtir. Her ne kadar Soren’in görüşlerine katılmasam, savunduğu gibi akıl karşısında imanı bu denli yüceltmenin toplumlar için çok ciddi bir tehlike oluşturacağını düşünsem de kendisinin bu konu üzerine yaptığı açıklamalar hoşuma gitti. Oldukça donanımlı bir teistle tartışma yürütüyor gibi hissettim kitabı okurken ki oldukça eşsiz bir deneyimdi benim için. Sözün özü teist arkadaşların çokça beğeneceği ve kendilerine yeni perspektifler katabilecekleri bir kitap. Hegel çizgisini benimsemiş ve rasyonalizmin kulu köpeği olan ben gibi diğerleri ise okurken yer yer anlamsız gelen söylemlerden dolayı bunalabilirler ama taban tabana zıt görüşlerden ibaret güzel bir okuma yapmış olacaklar. Dolayısıyla kitabı büyük bir zevkle her kesime öneriyorum. Keyifli okumalar dilerim herkese.
Korku ve Titreme
Korku ve TitremeSoren Kierkegaard · Araf Yayınları · 20131,704 okunma
··
515 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.